Sunday, January 29, 2012

KEMALİZMİN MUCİDİ; MOİZ KOHEN (M.TEKİNALP) YAHUDİSİ

Doğu Perinçek, Atatürk’ün ölümünden sonra, hatta hayatında, ama Atatürk’e rağmen uydurulmaya başlanan, İslami hayatı yozlaştırmayı ve Müslüman halkımızı dinden uzaklaştırmayı amaçlayan… Özellikle Yahudi ve Sabataist mason ittihatçı artıkları tarafından, Darwinist ve Marksist temelli dinsiz komünizme kılıf olarak hazırlanan KEMALİZM ideolojisinin Mustafa Kemal tarafından benimsendiğini ispatlamak gayretiyle: “Kemalist Devrimin düşünürlerinden Tekin Alp de, yine 1936 yılında yazdığı kitaba Kemalizm adını vermiştir.[1]” demektedir. Örnek verdiği ve Kemalizmin mucidi olarak gösterdiği diğer isimlerin aslını, astarını, kafa yapısını ve sinsi hesaplarını tek tek yazmak vakit alacağından sadece TEKİN ALP dediği münafık Yahudinin niyetini ve mahiyetini belirtmemiz yeterlidir. Önce Doğu Perinçek’in Tekin Alp’in, Moiz Kohen olduğunu gizlemesi ve ona halis bir Türk düşünürü havası vermesi açık bir samimiyetsizliktir ve okurlarını-mensuplarını aldatmaya yöneliktir. Oysa bize göre, bir insan devletine ve ülkesine bağlı bir Yahudi olabilir ve bu gayet normaldir. Ve ya, içtenlikle ve kendi iradesiyle dönüp İslamiyeti de seçebilir, adını değiştirebilir, bu da tabiidir ve her iki halde de elbette saygı değerdir. Ama Yahudi kaldığı ve gizlice Yahudiliği yaşadığı halde Müslüman Türk ismi alıyorsa ve özellikle Müslüman Türk’ün milli ve manevi değerlerini sinsi ve sistemli şekilde tahribe çalışıyorsa, ondan mutlaka şüphe edilmelidir. Çünkü bu tavrı açık bir sahtekârlık ve münafıklık alametidir ve tehlikelidir. Öyle ya neden kendisini gizlemek ve olduğundan başka türlü görünmek istemekte ve neden böyle bir ihtiyaç hissetmektedir? Böylelerinin Türkçülüğü de, Kürtçülüğü de herhalde kötü niyetlidir ve milli birlik ve dirliğimizi dinamitlemeye yöneliktir. Bu tiyniyetsiz tiplerin solculuğu da, sağcılığı da göstermeliktir ve hıyanet hesaplarını gizlemek içindir. Ve işte Moiz Kohen iken Munis Tekinalp takma adını kullanan, hatta Muhammet şeklinde sanılsın diye M. Tekinalp diye yazan Yahudi çıfıtının Kemalistliği de aynı sahtekârlık ve samimiyetsizliğin ve Atatürkçülük kılıfına saklanarak Siyonist ve sabataist fitneciliğini yürütmenin şeytani bir örneğidir. Ve tabi Yahudi asıllı Barzanilerin, Babanzadelerin ve Bedirhanilerin; bir kısmının Moiz Kohen Tekinalp gibi Türkçü ve Atatürkçü, bazılarının da koyu bir Kürtçü geçinmelerine karşılık, aynı Kripto ailelerin bir takımının da medrese mollası, tarikat üstadı ve günümüzde İslamcı din istismarcısı rolü üstlenmeleri de bunların fesatlık ve fırsatçılık gayesinin diğer göstergeleridir. Yani sonuçta hepsi de, aynı şekilde tahripçi, taklitçi ve riyakar şekilcilerdir. Gelelim Konumuza: Kimdir bu Munis Tekinalp (Moiz Kohen) ? Tekinalp takma adını kullanan Moiz Kohen 1883’de Serez’de doğmuş, 1961’de Fransa’nın Nice şehrinde ölmüş bir Osmanlı Yahudisidir. Asıl adı Moiz Kohen olup, Cumhuriyet döneminde Munis Tekinalp adını alan bu sinsi Siyonistin bazı özellikleri şunlardır: Moiz Kohen Tekinalp, Selanik Mason Örgütü üyesidir. 1908’de İttihat ve Tarekki’ye girmiştir, 1909’da Hamburg’da Dünya Siyonist Kongresi’nde Selanik delegesidir, 1915’de Türkismus und Pantürkismus, 1928’de Türkleştirme, 1936’da “Kemalizm” (Türkiye’de bir ilk), 1944’de Türk Ruhu adıyla kitaplar yayınlamış, bütün yazılarında Gökalp çizgisine sahip çıkmış, milliyetini “Türk” olarak belirtip tam bir Yahudi sahtekarlığı sergilemiştir. Moiz, Selanik’e, 1860’da Doğu’da yaşayan Yahudilerin eğitimlerini geliştirmek amacıyla Fransız Yahudileri tarafından kurulan Alliance İsraelite Universelle adlı hayır derneğinin yönettiği bir okulda okumaya gitti. Bununla birlikte Tekinalp, aynı zaman diliminde Selanik Yahudi Öğretmen Okulu’nda hahamlık öğrenimine devam etti; haham diploması almasına rağmen hiçbir zaman resmi görev üstlenmedi. Daha sonra, önce Selanik’te Aralık 1907’de kurulan üç yıllık çağdaş Ecole Imperiale de Droit’da, sonra da İstanbul’da hukuk mektebine gitti. 1905’de, sonradan Yeni Asır ismini alacak olan Asır’da yazmaya başladı. Burada beş yıl boyunca yazar ve yazı işleri müdürü olarak görev aldı ve başka dergilerde sosyo-ekonomik konuları içeren makaleler yazdı. Kısa bir süre sonra ise Tamim-i Lisan-ı Osmani Cemiyeti’ni (Osmanlıcayı Yayma Derneği) kurup başkanı oldu. 1907’de Kohen sosyalizm üzerine bazı eserler okudu ve aynı konu’da kendi kitabını yazmak üzere hazırlıklara başladı, ancak bu niyeti hiçbir zaman gerçekleşmedi. Aynı süreçte bazı Selanikli Yahudilerle beraber Masonların faaliyetlerine katıldı. İki sene sonra; Hamburg Dünya Siyonist Kongresi’ne Selanik delegesi olarak gitti, ama Filistin’de bir Musevi devleti kurma fikrinden ziyade; Yahudi göçmenlerin Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli bölgelerine yerleşerek oraları güçlendirmesini yani Anadolu Siyon devletini tercih ediyordu. Bunun üzerine dünyanın başka bölgelerinde de Yahudi yerleşim tasarılarını destekleyen, “Yahudi Ülke Örgütü” adında bir rakip kuruluşun kurucusu ünlü İngiliz-Yahudi yazar lsrael Zapgwill ile yazışmaya başladı. Zangwill’e ve başkalarına yazdığı mektuplar, onun bu kuruluş ile İttihat ve Terakki arasında arabuluculuk yaptığını da ortaya koymaktadır. Günlüklerinden anladığımıza göre, Selanik Yahudilerinin resmi temsilcisi Club des lntimes’e üye olarak katılmasının dışında, Yahudilerle ilgili faaliyetlerden yavaş yavaş uzaklaşıp Türk ulusçuluğuna başlaması kafa karıştırıcıdır. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde 1908’den beri aktif olan Kohen, 1908 Temmuz jön Türk Devrimi’ni şöyle selamlıyordu: "Ülkede anayasanın ilanıyla sonuçlanan barışçı bir devrim başladı. Bu değişim şüphesiz benim kendi geleceğimde de etkili olacaktır”. Gerçekten de kısa bir süre içinde (1910) Meclis-i Umumi-yi Vilayet’in bir üyesi oldu. Genellikle politikada aktif olmasına rağmen, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin karar verme mekanizmasında yer almıyordu; başka bir Selanikli Yahudi olan Emanuel Karasu’nun etkin olduğu merkezdeki gruba mesafeli kaldı. O özellikle kendini Türk-Yahudi kardeşliğine, açıkçası Türklerin Yahudileştirilmesine adadı. Selanik’te yaşadığı süreçte hakim Yahudi ahlakı Kohen’in karakterinin oluşumu üzerinde önemli bir etki yapmıştı. Şehrin 1912’de Yunanlılar tarafından alınması üzerine, birkaç ay Viyana’da kaldıktan sonra İmparatorluğun başkenti İstanbul’a yerleşti. 1914 ile 1918 yılları arasında ikinci iş olarak İstanbul Üniversitesi’nde hukuk ve politik ekonomi dersleri verdi, ama asıl işi büyüyen ailesini (eşi ve üç çocuğu -lsaac, Therese ve Guillaume-) ancak geçindirebilecek kadar zaman ayırdığı tütün ihracatıydı. Her ne hikmetse bu koyu Türkçü ve Kemalist Yahudinin kurtuluş savaşına katkısı hiç duyulmamıştı. Ziya Gökalp ile Selanik’te tanışmış ve güya ondan etkilenmişti, ancak ne o zaman ne de sonra İstanbul’da gazeteci olarak yaptıkları iş ortaklığı sırasında Gökalp’le hiç yakınlaşamamıştı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, ateşli bir Kemalist olarak Munis Tekinalp ismini aldı (önceleri Tekin Alp sadece yazı ismiydi), Kemalizm ile ilgili yazılar yazdı, yeni rejim tarafından kurulan Halkevlerinde dersler verdi. Türkiye’deki aydınlar içinde kendini Kemalizm’e adayan Cumhuriyet gazetesinin başyazarı Yunus Nadi, bunun yanında alternatif düşünce akımlarından Vatan gazetesinin başyazarı Ahmet Emin Yalman ’ve Tan gazetesinin etkin sosyalist başyazarları Zekeriya ve Sabiha Sertel gibi Yahudi asıllı Sabataistler, hep en samimi arkadaşlarıydı. Zaman zaman da başlıcaları Cumhuriyet, Vatan, Akşam, Hürriyet ve Son Posta olmak üzere çeşitli dergi ve günlük gazetelerde yazılar yazdı. Yaşamı boyunca Tekinalp, özde Yahudi, sözde ise İslam’dan arınmış örnek bir Türk olmaya çalıştı. 1908’de bütün diğer ideolojileri reddederek yurtsever bir Türk oldu, bu görünümüne de tamamen sadık kaldı. Artık Türkleştirme konusunda Selanik günlerine oranla çok daha ısrarlı bir tutum sergiliyordu. 1928’de Nissim Matsliah ve Dr. Samuel Abrevaya adlı iki Yahudi ve Yunus Nadi’nin de bulunduğu birkaç kişi ile birlikte Türk dilini ilerletmek amacıyla "Milli Hars Birliği" adlı bir dernek kurdu. 1934’de aynı amaçla Tekinalp, iki diğer Yahudi Hanri Soriano ve Marsel Franko ile birlikte Türk Kültür Cemiyeti’ni kurdu. Tekinalp’in hazırlayıp Yahudilere ve diğerlerine dağıttığı On Emir (Türkçe düşün, Türkçe konuş, Türkçe dua et., vb.) bazılarınca -Tekinalp’in Moiz ismi nedeniyle- Musa’nın On Emri diye alaya alınmasına rağmen, bu çalışma yazarın genel görüşlerini açık olarak belirtiyordu. Bu görüşler, Cumhuriyet Halk Partisi ve Halkevleriyle ilişkisi bulunan az sayıdaki Ermeni ve Rum tarafından da benimseniyordu. 1935 yılında İstanbul’da, bunlardan bazıları Türk diline, kültürüne ve azınlıkların daha büyük bir Türk Ulusu’nda bütünleşmesi amacına adadıkları “Laik Hıristiyan Türkler Cemiyeti”ni kurdular. Aynı nesilden olan Türk Yahudileri arasında Tekinalp Türkleştirme konusunda eşsizdi; Tekinalp dışında göze çarpan tek isim Osmanlı Yahudilerinin ünlü tarihçisi Avram Galanti’ydi. "Vatandaş! Türkçe Konuş!" adlı kitabında Galanti, özellikle azınlıklara seslenerek (Rumlar, Yahudiler, Ermeniler) Türkiye’de yaşayan herkesin Türkçe konuşmasını istiyor ve bu konuda halkı çaba göstermeye çağırıyordu. Tekinalp’in kendini Türkçülüğe adaması, ona Türk Dil Kurumu’nda ve diğer bilimsel derneklerde prestijli üyelikler kazandırıyordu. Bu nedenle, 1956’da emekli olduktan sonra niye Nice’deki Fransız Rivierası’na giderek son yıllarını Türkiye dışında sofu bir Ortodoks olan elbise imalatçısı yeğeninin evinin yanındaki pansiyonda geçirdiğini anlamak zordu. İstanbul’dan son kez ayrılmadan önce Nice’de, fahri konsolosluk unvanı alabilmek için Dışişleri Bakanlığı’na verdiği dilekçe reddediliyordu. Bu arada Selanik Yahudileri tarihçisi J. Nehama gibi bazı eski dostları ile de düzenli olarak yazışıyordu. Son yıllarını Nice’de gelini (Guillaume’nin eşi) ve torunlarıyla birlikte geçiriyordu. Tekinalp, 1961 ’de tam bir haham disiplini ve Ortodoks Yahudi kimliği ile ölüyor ve Nice’deki Yahudi mezarlığına gömülüyordu; böylece İslamiyet’e geçtiği söylentilerini de yalanlamış oluyordu. Moiz Kohen’in “Atalar Ruhu” safsatası ve Türkleri İslam’dan koparma çabası: Tekinalp’in “atalar ruhu” dediği kavramla, çok açık olmamakla beraber, İslam öncesi özellikle Atilla, Mete ve Cengiz Han dönemlerindeki Şamanist Türklerin anlayış ve yaşayışı kastedilmektedir. Burada bazen ırk kavramına bazen de kültür kavramına göre hareket edilmektedir. Genelde ifade etmek istediği ise ırkçılık ve gelenekçiliktir. Fakat onun ırk-kültür konusundaki yaklaşımı sistematik değildir. Bu durumu aşağıdaki örnekte çok açık görebiliriz. “Türk Ruhu Adlı” eserine önsöz yazan devrin Türk Tarih Kurumu Başkan’ı Şemsettin Günaltay Onu şöyle tenkit etmiştir: “…milli kültürümüz için çok faydalı ve yerinde bir iş olmuş. Sizi candan tebrik ederim. Yalnız Türk tipleri arasına Cengiz’i de katmanızı tarihi hakikate uygun bulmadığımı söylemek isterim… Moğollar ve Türkler, ırk ve ruh itibariyle birbirlerinden tamamıyla ayrı idiler ve ayrıldılar. Moğollarla Türkleri aynı ırktan sayan eski telakkiler, yeni buluşlar karşısında bugün çürümüş ve tarihe gömülmüştür” (Tekinalp, 1944: VI). Moiz Kohen Tekinalp’in Günaltay’a cevabı ise şu şekildedir: “Evvelemirde şurasını belirtmek isterim ki kitabın hiçbir yerinde Cengiz’in Türk olduğu ve Türklerle Moğolların ayni ırka mensup oldukları gibi bir iddia mevcut değildir” diyerek Ural-Altay bölgesinde binlerce yıl beraber yaşamış kader birliği etmiş halkların “Türk ruhu” bakımından “Türk” kabul edileceklerini belirterek, Türk, Moğol, Tatar isimlerinin önemli olmadığını, zaten o zamanlarda ırka dayalı bir sınıflandırmanın da mümkün olmadığını belirtir. “Müşterek bir kültür hayatı, milli ruhun teşekkülü üzerine müessir olabilirdi” (Tekinalp, 1944: VI) demektedir. Burada milliyeti kültüre dayalı açıklamaya çalışırken bir sonraki sayfada “Cengiz Hanı dahi Türk addeden ve hiç olmazsa ana tarafından Türk olduğunu ileri süren Türkologlar da eksik değildir” dedikten sonra bir aşağıdaki paragrafta “…Cengiz İmparatorluğu tamamıyla Türk ruhunun, Türk kültürünün Türk türe ve yasasının muhassalasıdır… Cengiz Yasası namile maruf olan idari ve askeri amiller ve manevi kuvvetler Türk ruhundan fışkırmıştır” (Tekinalp, VII) sözleriyle, kavram kargaşası ve çelişkisi içinde kıvrandığı görülmektedir. Çünkü bir önceki ifadesinde Cengiz Hanın ana tarafından Türk olduğunu bir sonrakinde ise önemli olanın kültür olduğunu söylemektedir. Yukarıda söylediğimiz gibi bu tür örneklere sıkça rastlanabilir. Tekinalp’te belkide en fazla tartışılması gereken kavram Türklerin dinle olan ilişkisidir. Çünkü bazen “İslamiyet’in Türklerin kimliğine uyumlu hale getirilmesi gerektiğini” söylerken, bazen de İslam nedeniyle “atalar ruh”undan uzaklaşıldığını iddia etmektedir. Mesela “Türkler İslam dini sayesinde bugüne kadar atalar ruhunun izlerini muhafaza edebildiler. “Buda” mezhebini kabul etmiş olan Moğollar, Hıristiyanlığa intisap eden Macarlar Bulgarlar, Finler vesaire kadim Turanlı kavimler gibi atalar ruhunun izlerini büsbütün kaybetmişlerdir” (Tekinalp, 1944: VIII) diyerek İslam’ın Türkler için önemini belirten yazarların görüşlerini nakletmiştir. Ancak aşağıda ifade edileceği üzere o özellikle ve üzülerek; Türklerin İslam dinine girmesiyle “atalar ruhundan” uzaklaşarak “sentetik ruh” yapısına büründüklerini söylemektedir. Tekinalp’in fikirlerinin temelini teşkil eden “atalar ruhu” kavramı da kullandığı diğer birçok kavram gibi açık değildir ve tam bir Yahudi mantığıyla koyu bir ırkçılık ve fesatçılık alametidir. “Türklerde, ruh her şeyden evvel, atalardan kalan ve bugünkü bilgilerimizle tamamıyla kavranılması mümkün olmayan (transcondentale)* bir şeydir. Kökü, asırların karanlıklarına dalıp kaybolan hususiyeti haiz, binlerce yıllık bir hayatın muhassalasıdır. Bu muhassalayı insiyak (institink) (sevki tabii, yaratılış gereği) tabiri ile ifade edebiliriz… Bu itibarla diyebiliriz ki, türkün atalar ruhu, ırkın kanında mevcut olan ve muhit ve terbiyenin tesirinle tamamen ortadan kaldırılması mümkün olmayan, adeta insiyaki vasıflardan vücut bulmuştur” (Tekinalp, 1944: 28). Sözleri bunu göstermektedir. Tekinalp, “atalar ruhu”, “Türk ruhu” veya “milli ruh” dediği kavramı dört aşamada değerlendirirken şöyle bir sıralamayı takip eder: a) İslam öncesi dönem: “…binlerce yıl süren bu merhalede, atalar ruhu Ural-Altay steplerinin potasında yoğrulmuştur. Bu devreyi milli kahraman olan Mete ve Atila şahıslandırırlar. Bu, İslamiyet’ten öncesi devredir” (Tekinalp, 1944:2). Tekinalp atalar ruhuna çok büyük anlamlar verir. Ona göre “bir milletin manevi şahsiyetinde ölmez ve değişmez olan şey bu unsurdur” (Tekinalp, 1944: XII). Türklerin tarih sahnesindeki başarıları “Türk gibi kuvvetli” sözünden ziyade “ ruh kuvvetlerinin neticesidir” (Tekinalp, 1944:1). Böylece milletimize koyu bir ırkçılık ve kafatasçılık şırınga etmektedir. Hatta bazen daha ileri giderek, Türklük düşüncesini ve müspet milliyetçiliği bile dejenere etmek üzere: “milleti tanımlamada tek başına dil, ırk, din gibi faktörler yeterli değildir. Kendini Türk hisseden ve çağdaş batı değerlerine bağlı olarak Türk gibi yaşayan insanların meydana getirdiği en büyük sosyal gruba Türk milleti denir.” Diyerek, Türkleri dolaylı biçimde Yahudileştirme gayretlerine girişmektedir. Diğer yandan günümüzde AKP tarafından sahip çıkılan ve çok tartışılan anayasal “vatandaşlık bağlamındaki Türk kavramı” hakkında da “yeni Türkiye, yurttaşlarının tümünü ancak Türk olarak tanır. Irktan Türk olmayanlar, Türk kültürünü benimseyerek Türk kalabilirler… Türk ulusal kültürünü almak, Kürt, Laz, Ermeni, veya Yahudi kökenini unutmak demek değildir” (Tekinlap, 2004: 29-293) demektedir. Onun derdi, Yahudileri ve diğer azınlık kesimleri Türk gösterip tahribatlarına kılıf geçirmektir. b) İslamiyet dönemi: Tekinalp Türklerin İslam’ı seçtikten sonra sentetik bir ruh dairesine girdiklerini de ifade etmektedir (Tekinalp, 1944: 133). Çünkü ona göre Türkler İslam dinine girdikten sonra “…Atalar ruhu uzun bir küsuf (kararma, özünden uzaklaşma) geçirmiştir. Onun yerine, milletin manevi hayatı üzerinde, sentetik (suni ve yapmacık) yahut İslamlar arası adını verdiğimiz ruh hakim olmuştur”. (Tekinalp, 1944: 3). “Küsuf” kelimesinin tam karşılığı “güneş tutulması” olup, ona göre İslamiyet Türkler üzerinde bir duraklamaya sebebiyet vermiştir. Bu gibi sabataist Yahudilerin ve Darwinist-Dinsiz sosyalistlerin Osmanlı düşmanlığı da, İslama olan bağlılıkları nedeniyledir. Bu şerli ve şeytani kesimin benimsediği ama korkaklıktan dile getiremediği şey şudur: iyi bir Müslüman, artık Türk değildir.. İslam düşmanı ve batı hayranı herkes ise, Türk sayılabilir!? İslam dininin Türkler üzerindeki olumsuzluğu Cengiz hanla Timurlenk’i karşılaştırarak şöyle demektedir. Cengiz han atalar ruhunun yasalarından hareket ettiği için büyük kahramanlıklar elde ederken, Timur’un başarısı dar bir alanda kalıvermiştir. (Tekinalp, 1944: 75). Böylece Müslüman kimlikli Osmanlıyı parçalayan Timur bile Müslümanlığı dolayısıyla kötü görülmektedir. Türklerin İslam’ı seçtiği dönemden Cumhuriyet’e kadar olan dönemi de “…Türk milletinin takriben on asır taşıdığı sentetik ruh, şarktan gelme yabancı nüfuzların bir haritasıdır” diyerek eleştirir (Tekinalp, 1944: 276). Fakat aynı Tekinalp “Türk-İslam kültürü aslına sadık kalındığı müddetçe bir kalkınma amili olmuştur… Eğer İslamiyet vaktinde yetişip Osmanlı Türklerinin ruhunu, her türlü dış tesirlere karşı korumamış olsaydı, onların akıbeti de, belki az çok Moğolların akıbetine benzeyecekti” ve Türk atalar ruhunun ölmezliğini ancak İslamiyet sayesinde koruyabilmiştir (Tekinalp, 1944: 136, 124, 123) diyerek çelişkili tavırlar sergilemektedir. Bu yüzden Moiz Tekinalp Türkün atalar ruhu ile İslam dininin prensipleri birbirine çok uyuyordu. Bu nedenle Türklerin bir özelliği de İslam’ı seçen milletler arasında “… Muhammed dinini, kendi arzusuyla ve hiçbir tazyik karşısında kalmadan kabul eden biricik millet olmasıdır” (Tekinalp, 1944: 117–118) gibi rüşveti kelam cinsinden sözler ileri sürmektedir. Tekinalp’in bu görüşü günümüzdeki bazı Türkçülerin görüşleriyle de örtüşmektedir. Ancak Türklerin İslam’a geçişlerinin üç asır aldığını ve Talas ırmağının insan kanı aktığını söyleyen bazı tarihçiler aksini söylemektedir. Diğer yandan bırakalım din değiştirmeyi, mezhep değiştirmenin dahi ne kadar zor olduğu bilinmektedir. Ayrıca yarı göçebe bir halkın din anlayışı ile yerleşik hayata özgü bir din anlayışının birbirleriyle ne kadar uyumlu olduğu da ayrı bir meseledir. Tartışılmaz gerçek ise şöyledir: Bugün, Türklerin tamamına yakını İslam’a girmiştir. İslam fıtrat dinidir. İslam’dan ayrılanlar Türklüklerini de yitirmiştir. Yukarıdaki satırların yazıldığı yerden on beş sayfa sonra Tekinalp “10 uncu asırdan sonra Türk camiaları İslamiyet’i kabule başladıktan sonra, Türk milletinin atalar mirası seciyesi, gitgide derin değişiklilere uğramıştır… Türk hükümdarı Satok Bogra han, ilk darbeyi vurmuştur. Ancak bundan, İslamiyet’in Türk seciyesine aykırı olduğu manasını çıkarmamalıdır” (Tekinalp, 1944: 133) diyerek münafıklığını gizleme gayretine girmektedir. Moiz Kohen Yahudisi Osmanlı toplumunu analiz ederken halkla saray arasındaki farkı vurgulayıp “eski Türklerin Tanrısı halkın ruhunda hâlâ yaşıyordu; milliyetlerinden tecerrüt eden münevverlerle kat’iyen birleşmeyen halk sınıflarına mensup insanlar camilerde görünüşte “Allah”a ibadet ediyorlardı, fakat gerçekte için için, Tanrı’ya tapıyorlardı” (Tekinalp, 1944: 155) diyerek Türklerin zahiren mümin, fiilen Şamanist olduğunu söyleyecek kadar iftira ve çarpıtma sergilemektedir. . İslam dinine “Muhammed dini”, ifadesiyle peygamberimizi rast gele bir insanı tarif eder gibi ifade etmesi ve İslamın ilahi vahye değil, Hz. Muhammed’in kendi görüşlerine dayandığını ima etmesi, onun şeytani bir taktiğidir. Diğer yandan Ziya Gökalp’ten bahsederken de onun için: Türkçülüğün peygamberi tabirini kullanacak kadar açık vermiştir. Tekinalp’teki bu durumu eserlerinin tamamında ve her alanda görebiliriz. Bu nedenle yazdıklarının inandırıcılığı ve fikir dağınıklığı ortada önemli bir sorun olarak sırıtıvermektedir. Sonuç olarak Tekinalp’in yukarıdaki düşüncelerinin kendi içinde çelişkilerle dolu olduğunu ve kasıtlı bir saptırma niyeti bulunduğunu söylemek yerindedir. c) Meşrutiyet devri: Tekinalp, aslında Meşrutiyet devrini Tanzimat’a kadar götürmektedir.. Çünkü ona göre, “Tanzimatla beraber, Türkiye için yeni bir devre başlamıştır ki bunu, gebelik devresi diye vasıflandırmak gerekir. Bu devrenin sonunda yeni Türkiye doğdu” (Tekinalp, 1944: 158). Demektedir. Tekinalp’in Tanzimat hakkındaki görüşlerini genel olarak şöyle özetleyebiliriz: Bilindiği gibi Tekinalp görünüşte bir Türk milliyetçisidir. Fakat Tanzimat’ın iyi niyetle yapılmasına rağmen Tanzimat’la hızlanan milliyetçilik anlayışlarının Osmanlının dağılma sürecini hızlandırdığını belirtir. Ona göre milliyetçilik bir “ateş”tir ve o ateş Osmanlının dağılması için yakılıvermiştir. Buna rağmen vatanseverler Türk birliğinin kurulmasında gecikmişlerdir. Hatta ona göre Tanzimat’ın en önemli düşünür ve vatanseverlerinden Namık Kemal bile sadece vatan sevgisini ve İslamcılığı savunmuş, milli şuurun yani Türk ruhunun uyanması için bir gayret içine girmemiştir (Tekinalp, 1944: 160–163). Yukarıda belirttiğimiz gibi Tanzimat Avrupa devletlerinin isteği ve baskıları ve yerli Yahudi ve Ermenilerin katkıları sonucu gerçeklemiştir. Ancak ona göre “bunun manası, kuzuyu kurda emanet etmek değil midir?” diyerek Tanzimat’ın “memleketin umumi durumunda bir salahat yahut milletin iktisadi ve içtimai kalkınması gibi bir eser vücuda getirmiş midir?” diye sorduktan sonra “bu, Tanzimat devri muasırlarının bile, üzerinde ittifak edemedikleri noktadır… Tanzimatın neticesi, memleket için faidesiz olmuştur” (Tekinalp, 1944: 164–165) diyerek “hem vuran hem ağlayan Yahudi tavrıyla, yeni tahribatlar yapmak için eski tahribatlarını kötüleme yoluna gitmektedir. Fakat bir başka yerde “Tanzimat hattı hümayunu ile başlayan serbestlik hareketi takriben üç çeyrek asır devam sürmüş ve Türkçülük hareketinin inkişafıyla beraber olgunluk çağına girmiştir. Kemalist Türkiye’nin eseri olan milli hakimiyet, milletin kahramanları olan Atatürk’le İnönü tarafından şahlandırılmış o olgunluğun semeresidir” (Tekinalp, 1944: 171) diyerek Tanzimat’ın cumhuriyeti hazırladığını belirtmektedir. Hatta ona göre Tanzimat’ın eksik bıraktığı alana “Meşrutiyet ve Türkçülük hareketi vaktinde yetişmiş böylece Türk milli kültürüne Avrupa medeniyeti aşılayan Kemalizm’in şifalı eserine zemin hazırlamıştır” (Tekinalp, 1944: 172). Tekinalp’e göre “Jön-Türk ihtilali, 1908 de, milleti esaretten kurtarmış, fakat atalar ruhu zincire vurulmuş olarak kalmıştır” (Tekinalp, 1944: 3). Tekinalp, İttihat ve Terakkicileri yer yer tenkit etmekle beraber, onların faaliyetlerinin Türkiye Cumhuriyeti’ni doğurduğuna inanır. Tekinalp’e göre İttihatçıların başarısızlıklarında asıl neden, onların enerjilerinin büyük bir kısmını sadece düşmanlarla savaşmaya ayırdıkları için milli hakimiyeti kuracak bir teşkilat ve lider kadrosundan mahrum olmalarıdır. Oysa “Atatürk ve İnönü gibi milleti tek bir insan halinde peşinde sürüklemek salahiyetinde bir insan bulunsaydı, Osmanlı tarihi ve dolayısıyla cihan tarihi, herhalde başka bir şekil alırdı” (Tekinalp, 1944: 200) diyerek egosentrisizm yaparak Atatürk ile İnönü’ye aynı karizmatik bir değer yüklemeye çalışmaktadır. Oysa Atatürk’te İnönü’de Osmanlı askeridir ve Osmanlının çöküşünü durduramamışlardır. Kaldı ki Moiz Kohen Yahudisinin: İnönü gibi Milli Mücadeleye zorla katılmış ve Atatürk’ün ölümünden sonra öteden beri savunduğu Amerikancı Mandacılığa zemin hazırlamış ve Atatürk’ü; paralardan silerek, fotoğrafını resmi dairelerden indirerek, naşını bile Etnoğrafya müzesi mahzenlerinde bekleterek unutturmak suretiyle Kripto Yahudi cuntasının uydurduğu Kemalizmi meşrulaştırmış bir kişiyle, Mustafa Kemal’i aynı kategoriye sokma ve eşit statü sağlama gayreti de tam bir sahtekarlık ve saptırmadır. d). Moiz Kohen Tekinalp’e göre Atalar ruhunun dirilmeye başladığı devreyi Cumhuriyet temsil eder ve Türklerin tekrar Türkleşmeye ve İslamiyeti terk etmeye başladığı dönemdir. Bu dönemim fikir babası kendi talebeleri Ziya Gökalp uygulayıcıları ise Atatürk ile İnönü’dür (Tekinalp, 1944: 4–5) Bu tespitleri geçersizdir, çünkü Atatürk İslamın temel inanç ve ahlak esaslarına bağlı kalarak milli ve modern bir Türkiye hayal etmektedir. Tekinalp “atalar ruhu” dediği kavrama bazen çok farklı anlam yüklese de özetle şunu söylemektedir: Atalar ruhu: “Fikrimizce milli ruhun esası ve unsuru budur. Bir milletin, manevi şahsiyetinde ölmez ve değişmez olan şey bu unsurdur. Muhitlerin ve iklimlerin değişmesi, olağanüstü durumlar ve hadiseler, çeşit çeşit kültür tesirleri gibi amiller milletin ahlaki veya manevi görünüşünü şu veya bu yönde değiştirebilir; fakat ne olursa olsun atalar ruhunun izleri ebediyen kalır. Bu ırkın tesiri veya kanın sesidir” (Tekinalp, 1944: XII). Görüldüğü gibi Tekinalp ırkçılık kavramına atalar ruhunu eklemektedir. “(O müşrik ve münafıklara) Ne zaman onlara: “Allahın indirdiği (adil ve ahlaki kuralarla) uyun denilse, “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneklerimize) uyarız” derler. (Peki) Ya ataları, akıllıca davranmayan ve hidayeti de bulamayan kimseler idiyseler?” (Bakara:170) gibi onlarca Kuran ayetinde haber verilen “şuursuzca baba ve ecdadın yolunu takip etme” saplantısıyla, Moiz Kohen Tekinalp’in “Atalar ruhu” safsatası ne kadar da benzeşmektedir. Fakat bu kavramı atalar ruhuna vurgu yapmak için de kullanmış olabilir. Çünkü Türkçülüğün peygamberi olarak adlandırdığı Gökalp’e atfen ırk kavramı hakkında şu sözlerle sinsi gayretini gizleme gayretindedir: Irk kavramı yalnızca atlarda ve diğer hayvanlarda aranabilir. İnsanlar da esas olan kültürdür, terbiyedir (Tekinalp, 1944: 96). “Millet ne ırki, ne kavmi, ne coğrafi ne siyasi ne de idari bir zümre değildir. Millet lisanca, dince, ahlakça ve bediiyatça müşterek olan yani ayni terbiyeyi almış olan fertlerden mürekkep bulunan bir zümredir” (Tekinalp, 1944: 215). Ancak bu ifadeler elbette yeterli ve samimi değildir, çünkü Tekinalp’in Müslüman olmadığı halde kendisini Türk milletinin bir ferdi olarak ifade etmesi onun sinsi niyetinin ve sahteciliğinin belgesidir. Tekinalp ve Kemalizm iddiası Moiz Kohen Tekinalp’e göre “Kemalist İnkılâbının başlıca vazifesi (İslam’la şekillenen) Osmanlı efendisi tipinin kökünü kurutmaktan ibarettir’ (Tekinalp,1944: 241). Tekinalp’in Kemalist anlayışı bu cümle ile yorumlanırsa asıl niyeti belirginleşir, ancak onun “atalar ruhu” anlayışını dikkate aldığımızda daha da anlaşılır hale gelir. “Atalar ruhu, Atatürk-İnönü çiftinin ölmez eserinde bütün ihtişam ile parlar. Bu eser baştanbaşa esasını Altay yaylarından alan aynı nefha ile aynı ruh ile meşbudur”. Sözleri kendisini ele vermektedir, çünkü Atatürk’ü de İnönü’nün ayarına düşürmektedir. Tekinalp’in Kemalizm adlı eserindeki “Kahrolsun Şeriat Hükümeti” ana başlığında yazılan bu bölüm 5 sayfadan olup ( toplam eser 319 sayfa) tamamında İslamiyet hakkında açıkça olumsuz ifade kullanılmaktan ziyade kafa bulandırmaya özen göstermiştir Günümüzdeki bazı Türkçülerin, Moiz Kohen Tekinalp’in Kemalizm adlı eseri hakkında yapılan eleştirileri ise onun fikirlerinden ötürü değil, ailesinin İslam’dan farklı bir dini inanca mensubiyeti yüzündendir. ‘Ona göre Kemalizm hiç kuşkusuz, bir diriliş ve yenilenme eğilimidir (Tekinalp, 2004: 36). Bu ifadeden de anlaşıldığı gibi o Kemalizm’i Türklerin atalar ruhuna yönelişi ve atalar ruhunun dirilişi olarak göstermektedir. Bilindiği üzere Tekinalp atalar ruhunu en olumlu şekilde değerlendirip benimsemiştir. Zaten ona göre Kemalist anlayış kendi çömezleri olan Ziya Gökalp’ın fikirlerinden türemiştir (Tekinalp, 2004: 55). Bunu “Atatürk de fikirlerimin babası Gökalp’tır diyerek çeşitli konuşmalarında ifade etmiştir.” Diyerek Mustafa Kemale mal etme gayretindedir. Moiz Kohen Tekinalp’e göre Kemalizm’in siyasi yönü şöyle özetlenebilir: “Kemalizm deyimi, savaştan sonraki yeni Türkiye’nin bütün tarihini, Türk devletinin eylem programını ve Türk ulusunun önderinin saptadığı ideale yönelik olan hedeflerini içermektedir” (Tekinalp, 2004: 36). Böylece Türklerin ve Türkiye’nin İslam’la geçen bütün tarihi, bir kalemde silinmektedir. Tekinalp, Kemalizm adlı eserinde adeta Ziya Gökalp’ın “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde ifade ettiği “devletçilik, milliyetçilik, inkılâpçılık, Türk tarihinin kaynakları” ve benzeri görüşlerini daha siyasi bir söylem ile ifade etmiştir. Bu tavır o günün şartlarına göre değerlendirildiğinde gayet olumlu bir siyasi tavrı yansıtır. Zaten Cumhuriyet Halk Partisinin altı oku da, Ziya Gökalp’in ‘Türkçülüğün Esasları ‘ adlı eserindeki altı ilkeden ibarettir. Gökalp’in eserlerinde olduğu gibi Tekinalp’ ‘Kemalizm’ adlı eserinde, Kemalizm’in özünü ve dinamizmini “Türk Ulusalcılığının” oluşturduğunu söylemektedir (Tekinalp, 2004: 273). Alparslan Türkeş’in “9 ışık”ı ise bu altı oka 3 ekleme yapılmış halidir. Moiz Kohen nasıl İran’ın güçlenmesi Türkiye’yi bir Rus işgalinden korursa, Türkiye’nin ayakta kalması da İran için bir garantidir” (Tekinalp-Landau, 1996: 228) kanaatindedir. Onun İran konusundaki bu görüşleri de tamamen ırkçı ve Siyonist hedeflidir. Ona göre İran’da hala hakim nüfus Türklerden oluşmakta olup, 1924’e kadarda İran’ı Türk hanedanları yönetmiştir. Türkiye’nin İran’dan uzaklaşması oradaki Türk nüfusunun Farslaşma sürecine hız vermiştir. Moiz Kohen Tekinalp’in “Azeriler eliyle İran’ı Türkleştirme projesi” bugün ABD Yahudi Lobilerinin güdümündeki Fetullah Gülen’in de hedefindedir. Tekinalp bir Türk Musevisi olarak Türkiye’deki Musevilerin ve Türk olmayan diğer sosyal cemaatlerin Türkleşmesi konusunda büyük çabalar göstermiştir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken unsur onun Türkleştirmeye verdiği anlam ve önemdir. Mesela bir yerde “Türkleri Türkleştirmek” kavramından bahsetmektedir. Bu kavram Tekinalp’in bütün düşüncelerinin adeta merkezi yerindedir. Ona göre Türkiye’deki insanları Türkleştirmek demek onları İslami şuurdan soyutlayıp asimile etmektir. Yani onları materyalist bir potada eritmek, sosyolojik bir ifadeyle İslami ahlaktan uzak bir sosyal hayata adapte etmek ve Siyonizme hizmetçi hale getirmektir Türkleştirme politikasında kripto Yahudiliği özendirerek Musevi vatandaşları esas alarak 10 madde belirlemiştir, bunlar şöyle sıralanabilir; İsimlerinizi Türkleştiriniz 2. Kendi aranızda anadilinizle, ama toplum içinde Türkçe konuşmaya özen gösteriniz. 3. Havralarda duaların hiç olmazsa bir kısmını Türkçe okumaya dikkat ediniz. 4. Mekteplerinizde Türkçe eğitim veriniz. 5. Çocuklarınızı memleket mekteplerine gönderiniz. 6. Memleket işlerine karışıp önemli mevkileri işgal ediniz. 7. Türklerle düşüp kalkarak onlardan biri haline geliniz. 8. Cemaat ruhunu gizli yaşayıp, görünürde Türk ve Müslüman gibi hareket ediniz. 9. Milli iktisat sahasında vazife-yi mahsusanızı yerine getiriniz, ekonomiyi ele geçiriniz. 10. Hakkınızı biliniz, hedeflerinizden vazgeçmeyiniz. Kemalizm konusunda yazdıklarının tamamında; “Türklerin tarihin İslamlaşma döneminden beri öz değerlerini kaybettiğini, bu değerlerin ancak Kemalizm anlayışı ile yeniden ortaya çıkacağını” söylemektedir. Bu anlayışı savunan Tekinalp, Selçuklu ve Osmanlı tarihinde Türk atalar ruhunun duraklamaya başlayıp adeta bir tortu haline geldiğini, yeni bir terminoloji ile ifade etmek gerekirse, bitkisel bir hayat yasadığını ifade etmektedir. Ancak hemen sonra hiçbir açıklama yapmadan “Cumhuriyeti kuran Osmanlı aydınlarının Türklerin atalar ruhunu tekrar canlandıracağını” söyleyip çelişkiye düşmektedir. O’da çoğu Yahudi asıllı son dönem Osmanlı aydınları gibi tek kurtuluş ve çıkış yolu olarak Batı’yı gördüğünden çarpık bir mantıkla Türk gençlerinin Fransa, İngiltere, ABD gibi ülkelere giderek oradan ilim öğrenmelerini ve ülkelerine dönmelerini önerir (Tekinlap-Landau, 1996: 135–136). Moiz Kohen Tekinlap’in önemli bir metodik yanılgıyı ve tahribatı da dil konusunda göstermektedir. Türkçecilik anlayışında çok aşırı fikirler savunmaktadır ve canlı Türkçeyi yozlaştırma gayretindedir. Onun bu anlayışın bir uzantısı olarak ortaya koyduğu durum nedeniyle 1944 yılında yayınlan “Türklük Ruhu” adlı eserini günümüz Türkiye’sinde yaşayan birçok insanın anlaması mümkün değildir. Bunun en çarpıcı örneği de 1936 yayınladığı “Kemalizm” adlı eserin Ç. Yetkin tarafından 1998’de günümüz Türkçesine uyarlanmış halidir.[2] Sonuç: Ulusalcılık ve aydınlanmacılık kılıfı altında Müslüman Türk halkını İslam’dan ve Kur’an ahlakından uzaklaştırıp yozlaştırmayı amaçlayan, Dinsiz ve Darwinist temelli, Komünizmi bu görüntü altında yaymaya ve despotik yollarla iktidara taşımaya çalışan malum takımın bütün çabaları beyhudedir. Önce, kendi adına despotik ve dogmatik bir ideoloji uydurmak, bunu halkına zorla dayatmak ve ismini tabulaştırmak gibi, hem oldukça önem verdiği akla hem de ahlaka aykırı bir davranışı Atatürk’e mal etmek, temelsiz ve geçersizdir. Kaldı ki, bu sözleri kendisi söylemiş olsa bile, ne ifade etmektedir? İslam’ı dışlamaya ve Müslüman halkımıza düşmanlığa dayalı bir “Aydınlanmacılık- Dini ve manevi inanç ve ahlaktan soyunmacılık” safsatasını ve sapıklığını Atatürk’e mal ederek, bunların değer kazanacağı mı zannedilmektedir?.. Farzı muhal (imkânsız ve alakasız olduğu halde, haydi bir anlık böylesi iddialarda bulunmuş kabul etsek bile), bunları Atatürk söyledi diye, Aziz Milletimizin Dininden ve değerlerinden vazgeçeceğini düşünmek ahmaklık değil midir? Şimdi Ulusalcı takılan Moiz Kohen gibi, aslını ve amacını gizleyecek kadar korkak ve kaypak Yahudilerin çömezliğini yapan suni sosyalist ve sahte Kemalist takımının, bu sinsi ve kirli niyetini sezen halkımızın, bunlardan şüphelenip ürkerek, AKP gibi din istismarcılarının ve devlet tahribatçılarının ve yine Fetullah Gülen gibi ABD ve AB emperyalizmi hizmetkârlarının ve Truva atlarının peşine takılması kaçınılmaz hale gelmektedir ve ulusalcılık- aydınlanmacılık kılıfıyla dolaylı olarak AKP’ye hizmet verilmekte, onlara mazeret ve meşruiyet üretilmektedir. Bu cephede gönüllü gayret gösteren; ülkemize, milli birlik ve bütünlüğümüze ve cumhuriyetimize yönelik hıyanetlere karşı cesaretle direnen iyi niyetli insanlarımızın, M. Tekinalp takma isimli Moiz Kohen gibi hain Yahudilerin zehirli fikirlerine hamallık yaptırılmaya çalışılması ve istismar aracı olarak kullanılması da, gerçekten üzüntü vericidir. Çünkü pek çok yetişmiş ve milli çıkarlarımızı ve sorunlarımızı kendine dert edinmiş kaliteli ve kabiliyetli insanımızın birikim ve becerileri de maalesef böylece israf edilmektedir.

No comments:

Post a Comment