Friday, August 24, 2012

ATATÜRK YAŞIYOR OLSAYDI, PKK İLE NASIL MÜCADELE EDERDİ?

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK: "Bildiğiniz gibi düşünce akımlarına karşı, düşünceye dayanmayan kuvvetle karşılık vermek, o akımı yok etmedikten başka, herhangi bir kişiyle, herhangi bir insanla konuşulduğu zaman onun herhangi bir düşüncesini kuvvet zoru ile reddederseniz, o ısrar eder. Israr ettikçe kendi kendini aldatmakta daha çok ileri gidebilir. Bundan dolayı, düşünce akımları cebir ve şiddet ve kuvvetle reddedilemez. Tersine takviye edilir. Buna karşı EN ETKİLİ ÇARE, DÜŞÜNCE AKIMINA KARŞI düşünceyi oluşturmak, DÜŞÜNCEYE DÜŞÜNCE İLE KARŞILIK VERMEKtir. Bundan dolayı, KOMÜNİZM'in memleket için, milletimiz için, dinimiz için, kabul edilmez olduğunu ANLATMAK yani kamuoyunu AYDINLATMAK en yararlı çare görülmüştür..." [TBMM Gizli Celse Zabıtları, Devre:1, İçtima:1, Tarih: 22.1.1921.i, C:3. Sayfa 334.]

Pamuk ve Bağdat Caddesi’nin başörtülüleri

“Burjuvazi beni çok sinirlendiriyor. Küstahlıklarından tiksiniyorum. Dar görüşlü ve bencil olduğu gibi, kendi halkından da nefret ediyor. Laik Türk üst sınıfını askerî müdahaleler de, Kürtlere yapılan baskı da rahatsız etmez. Türk kadınlarının birçoğuna, sadece başörtüsü taktıkları için tepeden bakarlar.” Orhan Pamuk’un bir Alman dergisine söylediği “Başörtüsü taktıkları için kadınlara tepeden bakarlar” sözü, birkaç yıl önce bir arkadaşımın anlattığı bir hikâyeyi hatırlattı bana. İstanbullu varlıklı bir ailenin oğlu olan arkadaşım, doğma büyüme Suadiyeli olan annesiyle Bağdat Caddesi’nde yürüyor. Karşıdan başörtülü iki kadın geliyor. Arkadaşımın annesi donakalıyor: “Buraya da mı geldi bunlar!” diye haykırıyor. “Bunlar” dediği, tümüyle sınıfsal bir şey. Halk, yoksullar, emekçiler, Anadolulular, köylüler, taşralılar anlamına geliyor. “İstanbul’un zengin bir mahallesinde bu çulsuzların ne işi var?” demek istiyor.“Benim evimde temizlikçi olabilirler, bana hizmet edebilirler, ama benim alışveriş yaptığım yerde alışveriş yapamazlar” demek istiyor. Burjuvazinin, egemen sınıfın genel bakışını yansıtıyor. Bu bakış Türk burjuvazisine özgü değil elbet. Dünyanın her tarafında egemenler, zenginler kendi “altlarındaki” herkese böyle bakar. Ama bu anekdotu incelediğimizde, son on yıldır Türkiye’de yaşanan ve Kemalist Türkiye’ye özgü olan pek çok şeye ışık tutuyor bence. Her şeyden önce, AK Parti’nin 2002 yılında niye seçildiğini ve ondan sonra iki kez oylarını arttırarak niye tekrar seçildiğini açıklar. AK Parti, arkadaşımın annesinin “Bunlar” dediği insanların oylarını alarak seçildi. “Bunlar” Türkiye’nin çok büyük çoğunluğunu oluşturduğu için ve AK Parti “bunlar”ın talep ve özlemlerini bugüne kadarki tüm Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinden daha iyi temsil ettiği için, “bunlar”ı küçük görmediği için, “bunlar”ın dilini konuştuğu için tekrar tekrar seçildi. Egemen sınıf, “bunlar”dan korktu. Seksen yıldır elinde tuttuğu dizginleri elinden kaçırıyor olduğunu hissettiği için paniğe kapıldı. Genelkurmay’a, Atatürk’e, Türk bayrağına sığındı. “Bu çulsuzlar iktidarımı elimden alıyor, aman!” diye bağıramayacağı için, “Şeriat geliyor, Cumhuriyet elden gidiyor!” diye çığlık atmaya başladı. Genelkurmay ve devletin açık kurumları (yargı, YÖK filan) ile gizli örgütleri (Ergenekon filan) hemen seferber oldu. Darbe planları, Cumhuriyet mitingleri, e-muhtıralar yoluyla “bunlar”a ve “bunlar”ın hükümetine karşı direnmeye başladı. Egemen sınıf ve onun vurucu gücü olan Genelkurmay ile Ergenekon AK Parti hükümetini deviremedi, direniş başarısız oldu. Ne oldu başarısız olunca? Hiçbir şey olmadı. Zaten olmayacaktı. Boşuna korkuyorlardı. Türkiye belki biraz daha normal bir burjuva devleti oldu. Halkın büyük bir kesimini siyasî temsil sürecinden dışlayan, sermayenin önemli bir kesimini iktidar mekanizmalarından uzak tutan bir devlet olmaktan çıktı. O kadar. Başka bir şey olacağı da yoktu ve olamazdı zaten. AK Parti’den beklenebilecek olan buydu, bunu yaptı. Ama bu on yıllık sürecin bir yan ürünü olarak, “bunlar”a karşı Kemalist devleti destekleyen, Genelkurmay’dan ve Sözcü gazetesinden farksız bir duruş sergileyen CHP, TKP, ÖDP gibi partiler anlamlarını yitirdi. “Sosyal demokrasi” ve “sol” halkın gözünde tümüyle anlamsız ve olumsuz kavramlar hâline geldi. Gerçekte, AK Parti elbette “bunlar”ın çıkarlarını temsil eden bir parti değil. Egemen sınıf açısından, büyük sermaye açısından bir tehdit değil. Aksine. Giderek aynılaşmaya başlayan TÜSİAD ile MÜSİAD’ın çıkarlarını tıkır tıkır uygulayan bir parti. Büyük sermayeye hizmet eden ama tabanı “bunlar”dan oluşan bir parti, üstü ile altı arasındaki bu çelişkinin yarattığı sorunları er veya geç yaşamaya başlayacak. Tabanıyla tepesi arasındaki gerilim er veya geç ortaya çıkacak. Ekonomik kriz Türkiye’ye daha sert vurmaya başladığında, çelişki de sertleşecek. Ama o gün geldiğinde, AK Parti’den kopmaya başlayan “bunlar”ı kazanacak olan sol nerede? Sorun bu. Orhan Pamuk, Bağdat Caddesi’nin egemenlerinden yana değil, “bunlar”dan yana olduğunu söylemiş oldu. Bunu söyleyen kitlesel bir sol hareket ise henüz inşa edilmeyi bekliyor.

Tuesday, August 21, 2012

İstanbul Saatli bir Bomba Gibi

Beş milyonu aşmaması gereken nüfusu yirmi milyonun üzerine çıkartırsanız yüze yakın konuda ve sahada vahim sakıncalar oluşur. Bunlardan biri güvenlik meselesidir. İstanbul'un nüfusu beş milyonda tutulmuş olsaydı (ki bu mümkündü) bugünkü kadar güvensizlik, anarşi, kaos ve terör olmazdı. Artık oklar yaylardan fırlamış, İstanbul bir mega kent olmuş ve huzursuzluk, hava ve ses kirliliği, trafik sıkıntısı, çeşit çeşit krizler kontroldan çıkmıştır. Bugünkü durum normal durumdur. Bir de, büyük zelzeleden sonraki İstanbulu düşününüz. Binaların yüzde doksanının depreme karşı dayanıksız olduğu iddia ediliyor. Büyük bir depremden sonra, evleri oturulmaz hale gelen milyonlarca halkın çadır kurup barınacağı alanların çoğuna yeni binalar yapılmıştır. Bunca halk nerede yatacak, ne yiyip içecek, tuvalet ihtiyacını nerede giderecektir? Felaket kışın gelirse nasıl ısınacaktır? Yüz binlerce ölü nereye gömülecektir? Yüz binlerce yaralı nerede ve nasıl tedavi edilecektir? Büyük depremden sonra en az yirmi bin yerde yangın çıkacakmış. Bunlar nasıl söndürülecektir? Yağmacılık nasıl önlenecektir? Son hadiseler gösteriyor ki, terör bundan sonra Hakkari'de değil, İstanbul'da yoğunlaşacaktır. Bendeniz 1940'dan beri (yüksek tahsil, yedek subaylık ve sürgün yılları dışında) İstanbul'da yaşadım. Yetmiş seneyi geçen uzun bir müddet... İstanbul artık yaşanabilir bir şehir olmaktan çıkmıştır. Köprü trafiği yüzünden Anadolu yakasına bile geçemiyorum artık. Köydeki evime bile rahatça gidip gelemiyorum. Bir lokantaya gidip yemek yemek, bir çayhaneye gidip çay içmek çok zorlaştı. Eskiden ayda birkaç kere sur içinde tarihî semtleri gezerdim. Artık gezemiyorum. Sokaklar, caddeler dolu, meydanlar dopdolu, taşıtlar dolu. Taksiyle de bir yere rahatça gidilemiyor. Ramazanda Sultanahmet meydanı, parkları mahşer gibi insan kaynıyordu. Ayda bir kere Kuzguncuğa gider, ikindi çayı içerdim. Elveda... Büyük depremden önce karıncalar yuvalarından dışarıya fırlarmış... İstanbul da öyle. İnsan selleri, otomobil selleri... Ramazandan sonra Pazar günleri Marmara ve Haliç sahillerinde on binlerce piknikçi. Mangallar, tüp gazlar... Izgara kokuları, dumanlar... Bir mekana, orada huzur ve denge içinde yaşayabilecek miktarın beş misli adam koyarsanız toplumsal bir cinnet başlar. Bir de depremi düşününüz. İstanbul'u bu hale kimler getirdi?.. Rantçılar getirdi. Şehir daha da büyüyecek. Yirmi beş, otuz ve kırk milyon olacak. Son ormanlara, yeşil sahalara binalar yapılacak. Haddinden fazla büyüyen, büyültülen bir şehir saatli bomba gibidir. Günü gelince patlar. Âhir ömrümde nereye kaçabilirim? İstanbulu bu kadar büyüten rantçılara hakkımı helal etmiyorum. "İkinci yazı" Moiz Kohen'ler MOİZ Kohen Tekin Alp'in çıkarttığı menfi Türk kavmiyetçiliği Müslüman Türklere ve Müslüman Türkiyelilere büyük zarar verdi. İşte Türkiye parçalanmak noktasına geldi. Dinsiz Yahudilerin çıkarttığı Tevrat'a aykırı Siyonizm Musevîlere büyük zarar vermiştir, ileride daha çok büyük zararlar verecek, Siyonist olmayan Yahudilerin de başını yakacak, dünya ve insanlık çapında büyük facia ve kıyımlara sebep olacaktır. Kripto Ermenilerin ve Kripto Yahudilerin ürettikleri Kürtçülük en fazla zararı Kürtlere verecektir. Türkiye'nin Batısında ve bilhassa İstanbul'da milyonlarca Kürt vatandaşımız ve kardeşimiz yaşamaktadır. Farz edelim bağımsız bir Kürdistan kuruldu. Bunlara mecburen Kürdistana gidiniz denilecektir. Böyle bir şey mümkün müdür? Ermeni emperyalistleri, Türkiyeden, bugünkü Ermenistanın dört beş katı toprak istiyor. Bu maksatla Kürt hareketini ortaya çıkartmış, kışkırtmış ve kullanmaktadır. Kürtlere aşırı zulm eden sözde Türklere ne demeli?.. Onların bir kısmı Kripto Ermeni ve Pakradunidir demeli!.. PKK'yı Derin Cumhuriyet, Derin İstihbarat, Derin Vesayet sistemi kurdurtmuştur. PKK şimdiye kadar çoktaaan bitirilebilirdi ama bitirtmemişlerdir. PKK, dolaylı ve gizli olarak 1915'in intikamıdır. Irkçılık elbette kötü bir ideolojidir ama birtakım karanlık ve şaibeli kişilerin etnik kökenlerini istihbarat maksadıyla araştırmak, aydınlığa çıkartmak hiç de kötü değildir. Bugün ülkemizde büyük sayıda Kripto Ermeni, Kripto Yahudi, Sabataycı ve Pakraduni bulunmaktadır. Bunların iki kimliği vardır. İğreti kimlikleri Türk ve Müslüman, asıl kimlikleri Ermeni, Yahudi ve Pakraduni... Bunlar en önemli makamlara ve mevkilere bile sızmıştır. Zahirdeki afiş ve slogan, Kürt halkının temel hak ve hürriyetlerini savunmak ve elde etmek. Asıl gaye: Türkiyenin bir kısmına dışarıdan Ermeni nüfusu ithal etmek ve Eretz (Büyük) İsrail'in gerçekleşmesi için çalışmak. Türkiye nam ve hesabına Kürtlere zulm edenlerin bir kısmının amaçları da buydu. Kürtlere o kadar zulm edilsin ki, dayanamasınlar ve dağa çıksınlar. Otuz seneye yakındır bu siyaseti takip ediyorlar. Bir ara TC ordusuna ait silah ve mühimmatı bile PKK'ya verdilerdi. Ben neler mi sayıklıyorum?.. Asıl bu gerçekleri görmeyenler ayakta uyuyor. Yakın tarihimizde iki çok büyük ve önemle Türk, İsrail'e gitmiş ve Yahudilerin Ağlama Duvarı önünde, başlarında kippalar (Yahudilerin dinî takkeleri) olduğu halde ağlamış, dua etmişlerdi!.. PKK'nın sadece bir Kürt hareketi olduğunu sanmaya devam ettiğimiz müddetçe, Türkiye'nin parçalanmasının, hem Kürtlerin ve hem Türklerin (ve Türkleşmişlerin) büyük felaketlere uğramalarının önüne geçemeyiz.

Friday, August 17, 2012

Tanrı parçacığını arıyorlar… benim karşımda her gün

Kırık beyaz tenleri… öyle narin duruyorlar ki karşımda, bu kavurucu sıcakta bir şemsiye açasım geliyor üstlerine.Uzansam dokunacağım. Balkondan içeri ha girdi ha girecek cilalanmış gibi pırıl pırıl koca yaprakların arasından iri beyaz çiçekler. Bir ev beğenmiştim taşınmaya karar verdiğimde, aklım kalmıştı camın önündeki dev manolyada. Uçuk kaçıktı rakamlar, gülerek çıkmıştım ama manolya ağacı rüyama girmişti birkaç gece. Şimdi bakıyorum da camdan, ne müthiş bir hediye… Kibarca selamlıyorum her sabah. Garip bir saygı hali üstümde. Sadece günden geceye taşıdığı bir mükemmellik duygusu değil, yaşama bir ayna sanki, her gün, nerede olduğumuzu, nereye yürüdüğümüzü, ne yaptığımızı düşündüren koca ağaç. O hepimizden eski, güçlü ve gururlu.
Dile kolay… 20 milyon yıllık hikayesiyle duruyor karşımda. 20 milyon yıldır yeryüzünde, güzelliği bir yana varolduğundan beri şifa da dağıtıyor tüm bitkiler gibi. Kimbilir kaç sinek, kaç böcek, kaç bakteri çeşidine ev sahipliği yapıyor. Her sabah aynı gülümseme yüzünde. Bir Türk kahvesi içiyoruz karşılıklı, öyle başlıyoruz güne. Bir patlama olacak henüz var olmayan evrende, arkasından bu ağaç çıkacak karşımıza… gel de selam verme. Kargalarımız var, serçeler, adını bilmediğim ne kuşlar, arılar, bol bol sivrisinek. Kirpilerimiz de var, tırtıllarımız, salyangozlarımız… hepsi ayrı mucize aynı bahçede. Anlatırım onları da bir gün. Gündem öyle yorucu, öyle sıkıntılı ki ülkemde, ilaç gibi geliyor bazen doğaya kaçmak. Ceviz ağacı ayrı bir yazıda bekliyor sırasını, öyle heybetli, çamlar kış masallarına… Bir farkına varsalar nasıl mucizelerle dolu dünya, ne Kürt meselesi kalacak ne savaş dünyada. Kargalar müthiş. Tüylerim ürperiyor bazen. Bir tel bulup, ucunu kıvırdı kaşık gibi, daldırdı gagasını sokamadığı kavanozun içine, onunla çekip aldı peyniri belgeselde. Bizimkilerin hiç farkı yok. İsteseler hepimizi çıkartırlar evlerimizden, açarlar televizyonu, doldururlar küveti. O zekada “görünüyorlar”. Attığım ekmeği kuru bulmuş, götürüp su birikintisine batırıyor, öyle yiyor şu kaldırımın kenarındaki. Sivrisinek acayip. Tam 25 milyon yıllık fosili var. Dişi şivrisinekler larvaları için kan topluyorlar, gıdaları değil. Bu bilgin, insanlık tarihinden çok önce biliyor anesteziyi. İğnesini saplamadan önce uyuşturuyor bölgeyi. Yani hem insan derisinin neyle uyuştuğunu bulmuş hem ona göre etken madde üretmiş. Çift burgulu testere kullanıyor iğne diye, yoksa deriyi kesemez öyle milimlik boyuyla (günümüzde ameliyatlarda kullanılan ağrısız neşterler bu testerenin eseri). İnsan kanının pıhtılaşma özelliğini iyi araştırmış, hortumunu sokacağı yere ayrı bir kimyasal daha sürüyor. Ah bir de ısıya duyarlı gece görüş sistemi var arkadaşların – şu milyarlar harcadıklarımızdan, öyle buluyorlar zifiri karanlıkta hedefi… tam 25 milyon yıldır. Bu arada larvasının hangi kan grubuna ihtiyacı varsa kokuyla buluyor. Biz tahlil üstüne tahlil yaptırıp duralım bebeğin durumu ne diye. Onların gittiği tıp okulunu tek geçiyorum. Arısı bol bahçemizin. Girdiler mi eve, ne alırdınız diye soruyorum. Hiç şaşırmam bir dilim elma derlerse bir gün. Milim şaşmıyor kovandaki altıgenlerin büyüklüğü. Üstelik dışardan yapmaya başlıyorlar petekleri, ortada bitiriyorlar. Matematik bilmeyen, cetveli kalemi olmayan kimse yapamaz. Olan bile şaşar. Nasıl biliyorlar altıgen formun balı saklayacak en geniş hacme sahip olduğunu, nasıl anlatıyorlar her yeni doğana bu bilgileri?.. Biri de anlamasın, sersem sersem gezinsin etrafta... Hepsi görevini biliyor, işçiler, kraliçe… biri de çıkıp sen niye kraliçesin, ben olacağım demiyor. Tanrı parçacığını arıyorlar, maddenin nasıl oluştuğunu bulduk sayılır diyorlar… Şuna Tanrı parçacığı demeseler… zaten bilim adamları da şikayetçi bu isimden, onlar tesadüf’e delil arıyorlar. Öyle derlerse açıklamaları gerekecek benim manolyayı, sivrisineği, kargayı, o aklı, o bilimi, o kodlamaları. Çiçeğin kokusunu, meyvanın tadını, hissi, aşkı, öfkeyi… Denizaltı için yunuslar, helikopter için yusufçuklar, kir tutmayan boya için lotuslar, sonar sistem için yarasalar örnek alınıyor hala. Mükemmellik sadece doğada. Bilim Cern’de büyük buluşlara imza atıyor. Kimbilir ne ilginç, ne müthiş teknolojik gelişmeler girecek evlerimize, hayatlarımıza… Merakla bekliyoruz. Ama derseniz ki Tanrı parçacığı… o bizim bahçede.

Bu sözleri çok kızdıracak!

İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, ”Bir milletvekili eyleme katılır, hukuki eyleme katılır. Bir milletvekili kanunsuz eyleme katılmamalıdır, öncelikle millete örnek olmalıdır. Milletvekillerinin polis tarafından özel olarak hedef seçilmişliği tamamen yüzde 101 yalan ve iftiradır. Aksine polisimiz milletvekilleri tarafından hedef seçilmişlerdir, sataşılmışlardır, saldırılmışlardır, tehdit edilmişlerdir” dedi. Bakan Şahin, Vilayetler Evi’nde düzenlediği basın toplantısında açıklamalarının ardından basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Diyarbakır’da 14 Temmuz Cumartesi günü ”Demokratik Özerklik ve Öndere Özgürlük ” adlı bir miting yapmak üzere 9 BDP’li milletvekilinin Diyarbakır Valiliği’ne başvurduğunu hatırlattı. Başvuruyu değerlendiren Valiliğin, talebin konusu ve konu başlığı itibarıyla hukuka uygun olmadığını değerlendirdiğini ifade eden Şahin, KCK’nın konuşma istihbaratlarının da değerlendirildiğini belirtti. Valiliğin birtakım suç aletlerinin o toplantıda bulunabileceği ve kullanılabileceği değerlendirmesini yaptığını anlatan Şahin, bu nedenlerle valiliğin söz konusu toplantının 14 Temmuz günü yapılmasının uygun olmadığını bildirdiğini vurguladı. Başvuru sahiplerinin kararı kabul etmediklerini ifade ettiğine işaret eden Şahin, çok ileri laflar edildiğini, talihsiz açıklamalar yapıldığını söyledi. Fakat Valiliğin kararında somut bir haklılığa da ulaştığını belirten Şahin, planlanan miting öncesinde Diyarbakır’a giriş yollarında ve bazı adreslerde yapılan aramalarda 1 Kaleşnikof tüfek ile 6 tabanca, 3 tabanca susturucusu, 3 av tüfeği, yüzlerce mermi ele geçirildiğini ifade etti. Şahin, yakalanmamış çok sayıda silah, mühimmat ve patlayıcının Diyarbakır ve çevresinde bulunmasının muhtemel olduğunu ve bu konudaki çalışmaların devam ettiğini kaydetti. 14 Temmuz tarihinin Türkiye için terörle mücadelede önemli bir gün olduğuna dikkati çeken Şahin, bu tarihte Silvan ilçesinde terör örgütü tarafından 13 askerin şehit edildiğini söyledi. Bakan Şahin, ”14 Temmuz günü saat 17.00-17.30 sıralarında bir başka gelişme daha oldu bu ülkede. Sözüm ona yasama dokunulmazlığından bir istifade milletvekili kimliğine sahip kişiler tarafından demokratik özerklik mektubu gibi bir şey okundu Diyarbakır’da. 14 Temmuz’da yapılmak istenen mitingin adı ’öndere özgürlük’. O önder diye nitelendirilen kişi, bu ülkede sivil, asker, polis, çocuk, bebek, canlı gözetmeden, yerine göre ağaçları yakarak, yerine göre hayvanları katlederek insanlık dışı bir cinayetler serisini işleyen teşkilatın da önderi ve kurucusu” diye konuştu. BDP’nin Diyarbakır’da yapmak istediği mitingin bir anlamda terör örgütünün toplantısı olduğunu ifade eden Şahin, 18 milletvekilinin bu yasa dışı ve terör örgütünün amacına yönelik toplantıda öncü ve aktif rol almaya çalıştıklarını dile getirdi. Olaylarda polisin son derece sağduyulu davrandığını kaydeden Şahin, ”Yaşanan olay BDP’nin o günde bu ülkede doğurmak istediği kargaşa olayından ibarettir. Olayın aktif tarafı, hukuk dışı, hukuku zorlayan aktörü bellidir” dedi. -”25 kuruşluk ne kazandırdılar bu ülkeye”- KCK’nın yürütme konseyinin halkı yasa dışı mitinge çağırdığına işaret eden Şahin, bölge halkına bu hukuksuz eylem çağrısına itibar etmedikleri için teşekkür etti. Kanın, ölümün, hayata kastın olduğu yerde insani değerlerin maskesine sığınmanın hak suistimali olduğunu vurgulayan Şahin, terör örgütü ve onun uzantılarının yapmaya çalıştıklarının izahı olmadığını vurguladı. Türkiye’de kanunların herkes için aynı olduğuna dikkati çeken Şahin, şöyle konuştu: ”Bunlar kökten yalancı, kökten boş işlerle uğraşıyorlar. Bunların mumu, daha gündüzden yanıyor, sönüyor. Artık gerçek yüzleri de ortaya çıkıyor. Yaklaşık 30 senedir devam eden bu kan dökmenin sonucunda 25 kuruşluk ne kazandırdılar bu ülkeye? Bir meyve ağacı mı diktiler, bir dükkan mı açtılar? Kaçak Hint kenevirleri hariç bir tarla mı ektiler? Bir üretim tesisinin açılışına mı öncülük yaptılar? Çocukların okumasına mı yardımcı oldular yoksa okuldan mı çaldılar? Okumaya, çalışmaya, yatırıma, yaşamaya karşı bir anlayış. Sadece Türkiye’nin değil Türk milletinin değil insanlığın belası bir anlayış. Hayata karşı, hayatlar söndüren bir teşkilat, bir örgüt. Ortalama ömrün 30’u geçmediği bir örgüt yapısı. Dini, ahlaki, üretim, çağdaş değeri olmayan bir yapı. Kapanan kepenkler günlerdir. Mahrum kalınan ticaretin hesabını kim verecek? Olumlu bir şey ne var Allah aşkına? Olumlu bir düşünce yok, olumlu bir çalışma yok. Kan, kin, gözyaşı, ölüm, başka bir şey vadetmeyen bir lanetli yapı ve onun adına hizmet etmeye gayret eden Diyarbakır’daki 14 Temmuz’daki zavallı 18 tane milletvekili. Başka ne diyeyim.” -”Ne söylüyorlarsa tersinden okumak lazım”- İçişleri Bakanı Şahin, Diyarbakır’daki olaylarda milletvekillerinin polis tarafından hedef seçildiğine ilişkin iddiaların anımsatılması üzerine, şöyle konuştu: ”Bir milletvekili eyleme katılır, hukuki eyleme katılır. Bir milletvekili kanunsuz eyleme katılmamalıdır, öncelikle millete örnek olmalıdır. Milletvekillerinin polis tarafından özel olarak hedef seçilmişliği tamamen yüzde 101 yalan ve iftiradır. Aksine polisimiz milletvekilleri tarafından hedef seçilmişlerdir, sataşılmışlardır, saldırılmışlardır, tehdit edilmişlerdir. Hele hele sabıkası, kendi partisi tarafından da tescilli bir tanesi çok talihsiz bir incisini tekrarlamıştır, yeni bir inci ortaya koymuştur; ’Getirin o polis amirini, kafasına sıkacağım’ diyen bir zihniyet, bir iğrenç davranış ve onun etrafının ne kadar meşru, ne kadar haklı olduğunu yüce milletimizin takdirine bırakıyorum. Birbirlerine şahitlik yapıyorlar galiba, diğer milletvekilleri bazı milletvekillerinin hedef seçildiğini söylüyorlar. Bu normaldir, ne yazık ki bölücü terör örgütü ve onun uzantılarının çok değişik özellikleri, karakterleri var. Ama bir tanesi, hepimize yardımcı olur, bir kez daha tekrar edeyim; ne söylüyorlarsa tersinden okumak lazım.” -”Fındıklı’nın söz konusu kitabı bir derleme”- Polis Akademisi Başkanı Remzi Fındıklı’nın kitabına ilişkin soruyu yanıtlayan Şahin, Fındıklı’nın altı bilimsel yayını bulunduğunu hatırlatarak, söz konusu kitabın bir derleme olduğunu, kitapta özlü sözlerin, halk deyişlerinin ve atasözlerinin bulunduğunu söyledi. Çorum Belediye Başkanı Muzaffer Külcü hakkında yolsuzluk araştırması yapıldığının hatırlatılması üzerine de Şahin, Bakanlığa yapılan yazılı başvurunun değerlendirilmesi neticesinde konunun incelemeye alındığını söyledi. Şahin, 27 Aralık 2011 tarihinde konuyla ilgili araştırma ve ön inceleme onayı verildiğini ifade ederek, adli sürecin Bakanlığın başlattığı inceleme sonucunda, müfettişlerin Cumhuriyet Savcılığına sunduğu raporun üzerinden başlatıldığını bildirdi. Şahin, son bir yıl içinde 434 AK Parti’li, 312 CHP’li, 143 MHP’li, 56 BDP’li ve diğer partilerden veya bağımsız 59 belediyeyle ilgili inceleme onayı verdiklerini açıkladı. Şahin, bir soru üzerine, özel harekat polislerinin Türkiye’nin terörle mücadelesinde görev almak üzere yetiştirildiğini, toplam 7 bin 500 özel harekat polisinin üçte ikisinin terör olaylarının ağırlıklı yaşandığı bölgede görev yaptığını kaydetti. Her yıl 15-16 bin civarında yeni polis memurunun kadroya katıldığını ancak 6 bin civarında polisin kadrodan ayrıldığını ifade eden Şahin, ”Sınır Muhafaza Teşkilatı”nın kurulmasına yönelik yasa taslağının hazırlandığını bildirdi. Şahin, Emniyet Teşkilatı’nın yakıt sıkıntısı çektiği yönündeki haberlerin hem doğru hem yanlış olduğunu belirterek, yakıt olmadığından dolayı hizmete çıkamayan araç bulunmadığını, ancak yakıt alımı ihale sürecinde bürokratik gecikmeler yaşandığı için ihalenin öngörüldüğü zamanda yapılamadığını, bu nedenle bazı sıkıntıların gündeme geldiğini dile getirdi.

Kılıçdaroğlu gerçekten dümeni kırdı mı?

CHP Kurultayı yapılırken gazete manşetlerinde ve açık destek veren “malum medya’nın” televizyon haber başlıklarında şu cümle gözüme çarptı; “Başkan dümeni sola kırdı”! Sevgili dostlar, bir vatandaş olarak CHP’nin “içeriği güçlü yapıcı” muhalefet yapmasını, eleştirmesini, alternatif ortaya koymasını inanın çok istiyorum. Kaliteli muhalefet her zaman daha kaliteli yönetimlere yol açar. İçi dolu eleştiri, hakkında sorgulananı üst noktalara taşır... Bu tespitler sonrası gelelim; yön değiştirme, sola sert dümen kırma detayına... Bu noktada Kılıçdaroğlu ve “sola kıran ekibine” bazı sorular sormak istiyorum; 1- “Kırdık” dediğiniz gün Kemal Derviş’i yani “küresel finansal sistemin adamı” olup 2001 krizinde “Türkiye’yi para karşılığı teslim almaya” gönderilen arkadaşı neden partiye ve siyasete davet ettiniz? Bu mu sizin “sol” anlayışınız! “Küresel-Finansal tetikçilere” teslim mi olmak! 2- Bugüne kadar “Türkiye’deki yerleşik yapıyı” karşınıza almak pahasına vatandaşı korumak adına ne söylediniz, ne yaptınız? TÜSİAD; TOBB; FAİZ LOBİSİ; BANKALAR veya diğer güçlü yerleşikler hakkında “tek cümleniz, tek eyleminiz” var mı? 3- Başbakan defalarca “faiz lobisine ve bu finansal örgütlenmeye yönelik açıklama yaptı, eyleme geçti, geçirdi”! Bakanlar aynı yönde adımlar attılar, en son Zafer Çağlayan “tefecilik yapan bankalar var” dedi, “SOL şeritte hız yapacağız diyen” sizlerden böyle tek bir açıklama geldi mi? Faiz ile ilgili tek bir “çizik atmışlığınız” var mı! Yoksa sizin de “yönetimine karıştığınız” yüksek faizden nemalanan bankanız mı var? 4- Başbakan Erdoğan “IMF’den başlayarak, rating kuruluşları ve içerideki yerli bankalar” dahil olmak üzere “YERLEŞİK YAPI ve uzantılarına” yönelik her adımı attı, geri çekilmedi, gerektiğinde “hedef olmayı” göze aldı! Sizin bugüne kadar “IMF, rating kuruluşları veya Türkiye’yi krize sokmaya çalışanlara” karşı bir tek sözünüz var mı! Bıraktım “söz söylemeyi” siz hala “küresel sistemin adamı Derviş’i çağırmaya” uğraşıyorsunuz, bu mu sol anlayışınız! 5- TÜSİAD sınırı aştığında Erdoğan’dan en sert tepkileri aldı. Sizlerin “TÜSİAD hakkında” hatalarını yüzlerine vuran tek bir “harfiniz” var mı! YOKSA “halka değil bize kaldı” deyip, haksız yere yönetime karıştığınız bankanızdan mı korkunuz var! 6- Türkiye’deki “yerleşik medya düzeni” ile aranız hiç bozuldu mu! Sizi destekleyen “medya baronlarının” vatandaş aleyhine attıkları adımlara hiç “DUR” dediniz mi! Bırakın DUR demeyi, hiçbir medya patronunu eleştirdiniz mi! 7- “Sert, çok sert sola kırdık” diyorsunuz, “iş kazaları olup, onlarca insan öldüğünde-yandığında-toprak altında kaldığında” ağzınızdan tek kelime çıktı mı? Patronlara laf söylemeye korkan “sert sol”! Yerim böyle sol anlayışı! Sevgili “sert solcu” Kılıçdaroğlu ve “saz arkadaşları” sizlere tavsiyem bırakın bu “sol ayaklarını” ve gerçeği görün. Sizler “solcu-solda-sola kırmış” falan değilsiniz, SİZ düpedüz “yerleşik düzen ve sistem ile” iyi geçinmeyi hedef-amaç edinen “SİSTEMİN ADAMLARISINIZ”! Dönün geçmişe bakın; Türkiye’deki “yerleşik düzen’i rahatsız edecek”, halkı bu adamların zulmünden koruyacak tek bir cümleniz-kelimeniz-harfiniz yok! TUSİAD ile kol kola, “faiz lobisi” ile kanka, işçisini sömüren-ihmal edip ölmesine yol açan ile eski dost, halkı hiçe sayan medya baronları ile can ciğer kuzu sarması... BU MU SOL, bu mu sola kıran CHP! Sonuç: Bu ülkede “sol” maalesef “yerleşik düzen’in beslemesi”! Hatta “küresel finansal yapının” edindiği evlat! Sol falan yok, sol kılığına girmiş “adamlar “var! Bu noktada “sola kırdık” diyenlere de bir soru; SOL NEDİR, ne anlıyorsunuz, bir anlatıverin... Not: Sayın Kılıçdaroğlu ve ekibine soruyorum; bu ülke 1980-2004 arasında 5 bin gerçek-tüzel kişiye 1.5 trilyon dolarını “faiz-hırsızlık-yanlış yatırım” gibi başlıklar altında kaptırdı! Bu parayı alanların büyük bölümü şimdi sizin destekçileriniz, bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz!

Tokat, İskenderun ve Foça saldırılarında yabancı servisler

Kontrespiyonaj, bir ülkedeki yabancı gizli servis ajanlarının, o ülkenin gizli servisi tarafından dinlenme ve izlenme faaliyetleri içerir. İstihbarat servisleri yapancı ülkelerde çeşitli tiplerde birçok ajan ve muhbir kullanır. Bunları izleyen ve pasifize eden faaliyetleri istihbarat servislerinin kontrespiyonaj özel bölümü yürütür. Kontrespiyonaj uzmanı bir değerli büyüğüm, bir cümleyi sık sık kullanır : "Dünyada ne oluyorsa muhakkak İsrail'in istihbarat servisi Mossad bilir, duyar, fakat özellikle Ortadoğu'da ne oluyorsa muhakkak içinde Mossad ajanları ve devşirdiği adamlar vardır" İzmir Foça'daki Türkiye'nin en önemli amfibi deniz üssü yolunda PKK'nın yaptığı saldırı olunca üstadımın bu sözleri aklıma geldi. Foça gibi hem denizciler hem de özel harekat jandarma için stratejik bir noktaya saldırmayı, PKK beyninin yapamayacağını düşündüm. "İşin içinde acaba yabancı servisler var mı? Veya hangi ölçüde bulunuyor?" düşüncesine kilitlendim. 2010'da İskenderun deniz üssüne yapılan PKK saldırısı sonunda, bu şüphe güvenlik ve istihbarat uzmanlarında da belirmiş, günler sonra gerçekten bu işi Mossad ajanlarının desteği ile PKK'nın özel bir ekibinin yaptığı ortaya çıkmıştı. Bu bağlamda, son yılların istihbarat bilgileri alma ve arka planları aydınlatmada çok başarılı çalışmalar gerçekleştiren Yeni Şafak gazetesi Ankara temsilcisi Abdülkadir Selvi'nin İskenderun-Foça notları dikkatinizi çekmiştir. Selvi yazısında, "istihbarat kaynaklarına dayanarak, PKK'nın İskenderun'daki Türk deniz kuvvetlerine saldırısını, PKK içinde İsrail bağlantılı tim şefi Kenan Yıldızbakan'ın yaptığını" vurguluyordu. Ben de değerli gazeteci-yazar kardeşim Abdülkadir Selvi'yi aradım İskenderun-Foça deniz üsleri saldırısında Mossad şüphesini konuşurken, Abdülkadir Selvi, "İşin püf noktası burada. Ben de Foça gibi stratejik bir yere saldırı olunca İskenderun , Mossad ve yabancı servisler aklıma geldi. Araştırdım. İskenderun Mossad'ın, Foça'da bir yabancı servis işi" dedi. Benim yorumum, "İskenderun ve Foça gibi Tokat -Reşadiye saldırısı da yabancı servis işi" şeklinde oldu. Selvi'de, "Ben de aynı yolda bilgiler aldım" notunu ekledi. Bu noktada bir bilgiyi bu çerçeve içinde değerlendirmekte yarar var. Hürriyet Gazetesi Ankara temsilcisi Metehan Demir'in 5 Ağustos'ta twitter hesabından paylaştığı şu mesajı hatırlatalım: Şemdinli'de ve bölgede PKK saldırıları bu kez çok farklı..işin içinden profesyonel bazı yabancı ülke askerleri de çıkarsa şaşırmayın "Tokat-İskenderun ve Foça saldırılarında,yabancı servisler" çerçevesine oturtulacak bir önemli bilgi daha var. Geçen ay KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu "İsrail'in Kıbrıs Rum Kesimi'ndeki PKK kamplarında 3 bin PKK militanına askeri eğitim verdiği, eğitimden geçen 15 bin PKK 'lının da Kandile gönderildiğine ilişkin istihbaratlar geliyor" demişti. MİT eski daire başkanı Prof. Dr. Mahir Kaynak da son zamanlarda artan PKK saldırıları arkasında yabancı servislerin bulunduğunu açıklamıştı. Hatırlayalım Tokat, İskenderun ve Foça'da gerçekleşen saldırılar zaman ayarlı, stratejik saldırılar. Bu işi ''PKK militanları stratejik beyinlere sahip yabancı servis desteği olmadan gerçekleştiremez'' düşüncesi ağırlık kazanmış durumda. Tokat saldırısı: 2009'da PKK'nın derin operasyonlarını yürüten TAK, 7 askerimiz şehit etmişti. Yabancı servislerle yakın bağlantısı olan Duran Kalkan, "Çırpınan, ölüm döşeğinde olan Tokat gibi bir yerde eylem yapabilir mi? Katılım dursaydı, can çekişiyor olsaydı gerilla nasıl Tokat'a kadar giderdi?" diyerek, işin yabancı servislerce iyi şekilde planladığını itiraf etmek zorunda kalmıştı. İskenderun saldırısı: 2010 yılında, İskenderun'daki deniz üssüne roketatarla yapılan saldırı da 7 askerimiz şehit düşmüştü. Mavi Marmara saldırısı ile eşzamanlı olması nedeniyle İskenderun saldırısı, gözlerin İsrail'e çevrilmesine neden olmuştu. İskenderun'daki saldırıyı Kenan Yıldızbakan'a bağlı PKK timi gerçekleştirdiği tespit edilmişti. Yıldızbakan'ın, İsrail'de bir sevgilisi bulunduğu, İsrail'de oturma iznine sahip olması ise Mossad'ın PKK içinde etkili olabileceği ihtimalinin yabana atılmamasını gerektiriyor. SONUÇ: İzmir Foça, Deniz Üs Komutanlığı dışında, Jandarma Komando er eğitim alayına da ev sahipliği yapar. Özel yetiştirilmiş askerlerden oluşan komando birlikleri, özellikle sınır ötesi harekatlarda kullanılır. PKK adına Deniz Üs Komutanlığı'na gerçekleştirilen saldırı, hedefi Foça olması sebebiyle 'sınır ötesi' mesajlar barındırıyor.