Thursday, January 28, 2010

EKONOMI

Milli Görüşçü Lider Dedi Ki;


24 Ocak 2010 / 11:19

Saadet Lideri Numar Kurtulmuş'tan çarpıcı tespitler geldi: Şimdi ciplere başörtülüler, sakallılar biniyor...

SAADET Partisi (SP) Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, kamunun, bir takım kişileri zengin etme yeri olarak görüldüğünü belirterek "Bu geçtiğimiz hükümet zamanında da böyleydi bu hükümet zamanında da böyle. Aradaki fark, ciplere şimdi başörtülüler, sakallılar biniyor önceden başkaları biniyordu" dedi.



Numan Kurtulmuş, partisinin İstanbul’da düzenlediği Farklı Çözüm: Ekonomi konulu konferansta konuşarak Türkiye’nin uzun süredir bir çok konuyu tartıştığını ancak bir türlü bir numaralı konu, ekonomiye gelinmediğini söyledi. Ekonomi profesörü olan Numan Kurtulmuş, “Ekonomi dersi gibi geçen konfersansta, bütün kamuoyu araştırmaları gösteriyor ki milletimizin bir numaralı sorunu ekonomik alandaki sıkıntılarıdır. Niçin iktidar ve muhalefet partileri bir türlü ekonomik programlarına gelip bu konudaki fikirlerini söyleyemiyor? Çünkü esasında söyleyecek çok fazla şeyleri yoktur. İktidar partisi nasıl gelsin millete desin ki ey millet siz bize bu kadar oy verdiniz. Biz kimsesizlerin kimi olarak iktidara geldik ama 7 yıl içerisinde rantiyeye ve üst gelir gruplarına çalıştık diyerek nasıl yüzlerine baksın? Ya da parlamentodaki muhalefet partileri özünde IMF’ci gelip de nasıl desinler ki ey millet biz geldiğimiz zaman sizin sıkıntılarını çözeceğiz diye. Pandora kutusunun açılmamış olmasının sebebi iktidar partisinde olduğu gibi muhalefet partilerinin de bu konuda söyleyecek hiçbir sözünün bulunmamasıdır” dedi.



ÖZELLEŞTİRME İKTİDARI RÜŞVET ARACI



Özelleştirme Türkiye’de bir ideoloji olarak algılandığını söyleyen Numan Kurtulmuş, “Özellikle iktidarda bulunan AKP hükümeti, özelleştirmeyi, kendisiyle uluslararası sistemin güçleri arasını, iyi tutmak için bir araç olarak kullanmıştır. Sayın Başbakan'ın bir televizyon programında söylediği şu söz kulaklarımdadır: Spiker soruyor. Bu sırada en çok neyi yapamadığınız için üzülüyorsunuz? Sayın Başbakan yanıt veriyor: Galataport’u Ofer’e veremediğim için üzülüyorum, diyor. Şimdi Galataportla ilgili benzer birşey söyledi. 'Bir mezbeleliği vereceğiz adamlara niye karşı çıkıyorlar anlamıyorum' dedi. Mezbelelik dediğiniz yer dünyanın en değerli alanıdır. Dünyanın birinci yolcu taşıma limanı olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla özelleştirme hem küresel sistemin beylerinin Türkiye’yi kontrol mekanizması olarak kullanılmış hem de ne yazık ki iktidar tarafından uluslararası sistemin güçlerine bir rüşvet aracı olarak algılanmıştır" diye konuştu.



KAMU BİRİKİM ARACI



SP dışında tüm partilerin IMF programları dışında program uygulayamayacağını söyleyen Numan Kurtulmuş, "Kamunun birikim aracı olarak görülmesi, aslında Türkiye’nin bir buçuk asırlık sorunudur. Tanzimattan bu yana Türkiye’de ekonomik elitler, siyasi elitler vasıtasıyla sürekli zenginleştirilmektedir. Devlet bütçe açığını, içeride aldığı iç borçla, cari acığını da dış borçla sürekli geliştirmiş ve Türkiye ekonomisi dışa bağımlı hale getirilmiştir. Kamunun birikim aracı olarak kullanılması, yani Türkçesi, kamu bir takım adamları nasıl zengin ediyor. Türkiye’deki siyasal sistem bunun üzerine oturuyor. Bu geçtiğimiz hükümet zamanında da böyleydi bu hükümet zamanında da böyle. Aradaki fark, ciplere şimdi başörtülüler, sakallılar biniyor önceden başkaları biniyordu" dedi.



İssiziliğin Türkiye’de hiçbir zaman bu kadar yüksek olmadığını söyleyen Numan Kurtulmuş, "Yüksek öğrenim görmüş işsizliği yüzde 30’dur. Sayın Başbakan 'Her üniversite mezununa iş bulacağız diye bir şart yok ya' diyor. İyi de Sayın Başbakan, rantiyenin her türlüsüne kaynak aktaracaksınız diye bir şart var mı?" dedi.



ÜST KURULLAR DARBEYLE AYNI



Bütçe açığınıdı nedeninin demokrasi açığı olduğunu ifade eden SP Genel Başkanı şunları söyledi:



“Siz ekonomik konular üzerine karar alma yetkisini milletten alıp bir takım üst kurullara devrederseniz orada millet iradesi yoktur. Sİlahlı bir şekilde Türkiye üzerinde ihtilal yapıp, darbe yapıp millet iradesini yok etmek, üst kurullar marifetiyle ekonomik kararlar üzerinde millet iradesini yok etme arasında mahiyet itibarıyla hiçbir fark yoktur.



Başbakan 'Cari açıktan korkmayın cari açık yapabiliyorsnaız ne mutlu millet size güvenebiliyor demektir' diyor. Hadi bakalım sayın Başbakan, bu rantiyenin, şu kadar haksız faizini ödemeyeceğini söyle, eline kalemi alıp senin notlarını, BB, AB’ye çıkaran o beyfendiler, acaba notunu kaça indirir? Adam öyle hastalanmış ki doktor ne yersen ye demiş. Cari açıktan korkmuyorum demek, e ne yerseniz yiyin fayda etmez. Bir ekonomiyi, cari açık, bütçe açığından, açık işsizlikten başka birşey de batırmaz.”



Türkiye’de açıkların zirve yapmasının ertesi yıl hükümetlerin değiştiğini söyleyen Numan Kurtulmuş, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) de bavulunu toplaması gerektiğini ifade etti.

Saturday, January 9, 2010

islam

Miting alanında Bülent Arınç, eski Türk filmlerinin kötü adamı Ahmet Tarık Tekçe, Tayyip Erdoğan Erol Taş, Abdullah Gül ise Önder Somer muamelesi görüyordu.Epeydir gündemde olmayan bir isim, Kemal Unakıtan da miting meydanında Turgut Özatay etkisi yapıyordu.








islam dininin gunumuzde de devam eden bir cok gerginlik, cati$ma ve sava$a surekli neden olmasinin temel nedeni son "kutsal" din olmasidir. cunku kur'an-i kerim'in indirildigi ve temel $eklini aldigi zaman zarfi icersinde (600-800) ilkel de olsa bir tur devlet te$kilati iyice oturmaya ba$lami$ti. bu yuzden de islam, kendisinden onceki dinlere (musevilik, hristiyanlik) gore cok daha kapsamli bir devlet ogretisi getirmi$, zaman gectikce gunluk ya$amla da etkile$imini bir o kadar fazlala$tirmi$ti.



i$te bu temel ozellik yuzunden yuzyillar gectikce islami ulkelerde illa da "laiklik*" diye bir kavram aranirken, ozellikle ulkemiz devlet yapisinda buna "olmazsa olmaz" gozuyle bakilirken, hristiyanlik'ta buna kar$i hic de boyle tavir yoktur. cunku hristiyanlik ogretisinin devlet i$lerine kari$ma raddesiyle islamiyet'inki kar$ila$tirilmayacak derecededir. hristiyanligin kalbi avrupa boyle bir tehlikeyle kar$ila$tiginda reform hareketleri'ni bir koymu$, kimse ne olduguna inanamami$tir. islamiyet'te ayni $eyi yapmanin ne kadar zor oldugu a$ikardir.



o yuzden "ulan bunu bizim ulkede yapsak nasil olay cikar", "bak herifler her filmde kilise gosteriyo bi$ey oluyo mu" gibi laflar etmeden once bir durup du$unmek gerekir. pek tabii ki batililarin belirli bir olgunluga eri$mi$ olmalari bu tur $eyleri yapmalarinda daha kolaylik saglamaktadir ancak iki dinin dinamiklerinin cok farkli oldugunu da hic bir zaman unutmamak lazim gelir.



# dünya medyasinin 90lardan sonra düzenli bir sekilde üzerinde arapca yazi yazan yesil bayrak ve kalasnikoflu beli dinamit lokumlu yüzü gözü sarili teröristleri yanyana koyarak, bir süre sonra sadece üzerinde arapca yazi yazan yesil bayrak görüldügünde insanlarin salya salgilamasina şartlandırıldığı din. 90lardan önce de aynı salyayı komünizme ve doğu bloku ülkelerine akıtmıştık



#

#3663073 !?

# zebur'un ardından gelen tevrat ve onun arkasından gönderilen incil gibi diğerlerini büyük ölçüde tekrar etmeyen bir kitabın sunduğu yaşama biçimi.

davud'un ümmetinin düştüğü yanlışları musa'nın ufak değişikliklerle yoluna koyması ve musa'nın açığını ufak değişikliklerle isa'nın yoluna koymasının ardından ortaya çıkmış bir dindir.

kendisinden önceki dinler çok rahat yayılırken, islam, kendisinden öncekilerin deforme olmuş haline kökten müdahale eden muhalif bir din olmuştur.

"what is the matrix?" nidalarıyla ortama dalmış ve "hiçbiriniz yoksunuz! ne bu musevilik ne bu hıristiyanlık, ne bu putperestlik!" diyerek toptan reddetmiştir.

kutsal sayılan şarabı haram kılmaya kadar vardırmıştır işi. hal böyle olunca yayılması da çok kolay olmamıştır.

tuvalette hangi elinizi kullanacağınızdan, karınızla hangi pozisyonda ilişkiye gireceğinize kadar hayatın her alanına, insana dair herşeye müdahale eden ve bu nedenle insanlara zor gelen bir din olmuştur.

herşeyde pazarlığa alışmış olan insanlar için zordur elbette.

allah'la pazarlık yapılamayacağı gerçeği kabullenilemez bir türlü.

beğensenizde beğenmeseniz de din bu!

6666 ayeti olan ve bir tanesinin bile istismar edilmesine yanaşmayan, kendi içinde tutarlı bir inanç sistemi.

eski ahitten bozup yeni ahit haline gelmeyen onları dahi düzenleyen bir sistem.

insanın içinde varolan kısasa kısas esasına dayanan bir mantık bütünü.

durduk yerde insanların kafasını koparan, kollarını kesen, taşlayarak öldüren barbar bir inanış olduğu iddia edilse de bu cezaları hak etmek için çok büyük çabalar harcanmasını zorunlu kılan, ancak günümüzde uygulanmayan sistem.

arabistan'a, iran'a bakıp islamı yorumlayanların kendisinden bihaber oldukları ahlak bütünü.

iğrenç, öcü diyerek işin içinden sıyrılabileceklerini düşünenlere meydan okuyabilen bir din.

"kuranı kerimi beğenmeyenler daha güzelini yazsın, ona inanalım! ama yazamayacaklar!" sözleriyle ayar verebilen bir yaratıcının sunduğu bir çeşit yaşamı kullanma klavuzu.

"klavuzu karga olanın burnu boktan kurtulmaz" diyenlere "senin dinin sana, benim dinim bana" şeklinde cevabını zamanında vermiş olan inanış biçimi.

kul yapısı da olsa, ilahi de olsa saygı duymayı gerektiren ve diğerlerine de saygı duyulmasını tembihleyen saygıdeğer inanış.

adını hatırlayamadığım bir internet sitesinde sorulan* kutsal değerlere hakaret prim yapar mı? diye sorup islamı aşağılamaya çalışan yazılar yazmanın, hürriyet gazetesinin satanizm yazılarından ne farkı kalır, diyerekten huzurlarınızdan ayrılıyorum. (çağrı soundtracki fade on)

(oztokyolu,

# 'ofli hoca şeriatta ayıp yoktur'

# 'ofli hoca şeriatta ayıp yoktur'


ses çikartmayun, lafimi dinleyun, bunlar burada söylenecek konişik olmasa, hoca efendu söylemez, lafuni hoca efendu kirk tartar, bir söyler, ne sanaysiniz hoca efendiyi. ey müminler, şu boztepe'den trabzon'a bakaysin, diyorsin ki içinden, insanlar işinde gücünde, ne rahat, işte böyle değil sayun cemaat, memleket alttan alta kaynak, kaynay... kadunin biri bizim hanima danişmiş. bu işler böyledur, bizim hanum da uygun uygun bana söyler, şeriatun gereğuni söyleriz, hanum da yine kaduna söyler. bu kadun yazin, mayis başinda köye çikarmiş kadun başina. anlaşilan o ki, kocasi da kavatin biriymiş, kadun kismi tek başina köy yolina yollanir mi? işte bu utanmaz kadunun finduklukta marabalariyla başundan bir iş geçmiştur, iş ki ne iş, alamet bunlar, iyi dinle müslüman, anla hangi devurda yaşayruk. bu marabadan olmuş mi bir uşak, kocasi da sanayki bu uşak benum uşak... ee kadun, sesuni çikartma otur aşaği, daha ne belani araysin. şimduk, bu kadunin üç ayluk bebeği, her gece kadunin rüyasına giriymiş, kadunin gırtlağuna yapişip, boğaymiş, ne diymiş uşak, "anne! anne! beni babama götür, beni babama götür, yoksa seni boğarım..." üç ayluk uşak deyu bu laflaru eyi dinle. her gece böyleymuş, kadunin yalancisiyum. bizum hanıma demuş ki bu rezul kadın, hoca efendu iyi bilur, çocuğu maraba babasina götüreyim mi? hoca efendu kitaba bir baksun, çocuğu maraba babasina götürmesem daha büyük günaha mi gireyrum? bak kadunin rezuline. şimdi bu kadun benden cevap bekliy. bu iffetsiz şeytan kadunun suçi yoktir cemaat, kocası kavat bunin, kadun başina köy yolina yollanir mi kadun kismi... hanuma iyi tembih ettim. gelursa bu kadin, desun ki ona, hoca efendi kitabin her bir yanina bakti. çocuğu maraba babasina götürmesi cehennemluk günahtur, otirsun aşağu, kessun sesuni. niçun dersenuz cemaat, daha anlamadunuz mi, üç ayluk melake uşak baba mi bilur, kadunin gönlü finduklukta kaldi cemaat, finduklukta kaldi. alacak bizden fetvayi, koşacak findukluğa. ey cemaat nedur bu memleketun hali?

(bkz: arka kapak)

çakırcalı mehmet efe

# hey gidinin efesi/dokuz dağın efesi... çakıcı mehmet efe de denir. sıradan bir egeli köy çocuğu iken efsane olmuş kurban-kahraman... babasının katilini öldürmekle işe başlamış, halk tarafından sevilmeyen birkaç mültezim bozuntusunu da halledince ödemiş havzasında birden umar duruma gelmiş. ağalar, beyler ondan korktukça halk onu daha çok sevmiş... eee, tabii o da hükmetmeyi çok sevmiş... zenginlerden aldıklarıyla çeşmeler, köprüler, camiler yaptırmış halk için... her köyde her koyakta belli noktalara "ola ki çakırcalı efemin işine yarar" diye , torba torba azıklar konur " buradan geçerse alıp yesin efem" "soysuza muhtaç olmasın, yorulmuş atını bıraksın da dinlenmiş ata binip gitsin, osmanlı zaptiyesine yakalanmasın" diye atlar bekletilirmiş.




ödemiş kavakları

dökülür yaprakları

bize de derler çakıcı (çakırca)

yıkarız konakları



çakırca damdan bakıyor

mavzere de fişek çakıyor

çakırca'nın fişegi

çok canları yakıyor



efem 16 yıl egede hüküm sürmüş... onu kullanmak isteyenler olmuş, aklı yettiğince başına buyruk davranmış. ingiltere'den, kraliyet ailesinden bile onu ziyarete gelenler olmuş ege dağlarına. kraliyet ailesine dahil bir botanikçi misisi yediği de söylenir. bir rivayete göre kadın çok istekliymiş de efe razı gelmemiş. (katerina - baltacı mevzusu kadar olmasa da halk için güzel fantazi). sonunda su testisi su yolunda kırılmış. efem bir çatışma sırasında iki ataş arasında kalıp vurulmuş, al kanı şerbet gibi aka aka kan kaybından ölmüş dağbaşlarında... kurtuluş savaşına yetişememiş, yetişse yunan'ı kendi efradıyla denize dökerdi denilir. gerçi karizmalar çatışması sonucu çerkez ethem'in koyduğundan daha büyük bir posta koyma olasılığına da yakın durur efemiz... halkımızın ara ara öne ittiği kurban-kahramanlardan biri o... çakıcı efe... çakırcalı mehmet efe...

(dyonisos, 16.02.2005 22:23)

#6894701 !?





# köylüler mezarına yaklaşırken, mezar uzaktan görününce, "yol ver çakırcalı, yaban değiliz!" derler hala.

(khuzdul of krsanthi, 09.04.2003 16:27)

#2638733 !?

# (bkz: cakircali efe)

(rebirth, 24.06.2003 09:27)

#3009457 !?

# anarşizm incelenmeye kalkılırsa yurdum sınırlarında bulunan, mutlaka uğranılması gereken durak. osmanlı ile pek çok kez masaya oturan ve üç kez bütün şartlarını kabul ettirip bulunduğu muhite bir tane bile devleti osmaniye memuru sokturmayan efe. düşmanlarına karşı acımasızlığı -çakırcalı diye nam salmaya kalkanları canlı canlı yakması, halka karşı merhameti; zenginden alıp fakire verme, evleneceklere çeyiz düzme, ile bilinen bu karizmatik kişilik ile ilgili onlarca kitap ve film bulunmaktadır. adına çekilen filmlerin bazılarının adları ve yılları şu şekildedir;



1. çakırcalı mehmet efe 1950

2. çakırcalı nasıl vuruldu 1950

3. çakırcalı mehmet efe'nin definesi 1952

4. kamalı zeybek çakırcalı'ya karşı 1967

5. çakırcalı mehmet efe 1969

6. çakırcalı mehmet efe 1987





kendisini öldüren zamanın yüzbaşısı rüştü kobaşın bu olaydan sonra hem osmanlı da hem de cumhuriyet döneminde önemli yerlere gelmesi bu kısacık efenin, devletin başına nasıl bir bela olduğunu anlatır. kayaköy deki evinin günümüzdeki harabe durumu bazı meraklıları üzse de efelerin asıl mekanının dağlar olduğunu bilenler buna pek aldırmamalıdır.

"insan ruhunun derinliklerinde kopan en büyük fırtınalar, adeletsizliklere karşı doymak bilmeyen isyan özlemidir." der bu efeyi saygıyla anarım.

Seni seviyorum

Seni Seviyorum"


Afrika dili: Ek het jou liefe

Almanca: Ich liebe Dich

Arnavutça: Te dashuroj

Arapça: Ana Behibak (erkege)

Arapça: Ana Behibek (bayana)

Bengal dili: Ami tomAy bhAlobAshi

Bulgarca: Obicham te

Çekçe: miluji te

Çince: Wo ie ni

Endonezyaca: Saya cinta kamu

Danimarkaca: Jeg elsker dig

Farsça: Tora dost daram

Fince: Mina" rakastan sinua

Flemenkçe: Ik houd van jou

Fransizca: Je T'aime

Habesistanca: Afekrishalehou

Hintçe: My tumko pyar karta hu

Ibranice: Ani ohev otach

Iranca: Mahn doostaht doh-rahm

Irlanda dili: taim i' ngra leat

Ingilizce: I love you

Ispanyolca: Te Amo

Isveççe: Jag a"lskar dig

Italyanca: ti amo

Japonca: Kimi o ai shiteru

Kanada Fransizcasi: Sh'teme

Lübnanca: Bahibak

Korece: Tangsinul sarang ha yo

Macarca: Szeretlek te'ged

Norveççe: Eg elskar deg (Nynorsk)

Özbekçe: Man seni sevaman

Portekizce: Eu te amo

Rumence: Te iubesc

Rusça: Ya vas lyublyu

Slovakça: Lubim ta

Sudanca: Nan nyanyar do

Taylanca: Ch'an Rak Khun

Türkçe: Seni seviyorum

Yugoslavca: Ya te volim

Yunanca: S' ayapoh

CINSEL SOZLUK

Son günlerin moda sözcüğü ‘‘metroseksüel'' her ne kadar yanlış anlaşılsa ve kullanılsa da büyük ilgi çekiyor. Bazıları ‘‘Metroseksüel misiniz'' sorusuna ‘‘Hayır abi, ben otobüse biniyorum'' diye cevap verse de sözcük, cinsel terimleri, yeniden büyüteç altına aldı.




İşte ‘‘metroseksüel''le birlikte en çok konuşulan ve merak edilen sözcükler...



Türkiye'de son zamanların moda sözcüğü ‘‘metroseksüel''. Sözcük, İngilizcede 10 yıldır var. ‘‘Estetik duygusu gelişmiş, görünüşüne hatırı sayılır miktarda para ve zaman ayıran şehirli erkek'' anlamında kullanılıyor. Sözcük bizde yeni olduğu için anlam karmaşası ortaya çıkabiliyor. Örneğin ‘‘cinsel tercih'' belirten bir sıfat olarak algılanabiliyor. ‘‘Metroseksüel misiniz?'' sorusuna, bu nedenle şakayla karışık ‘‘Hayır, ben Ercincanlıyım'' ya da ‘‘Estağfurullah'' ve ‘‘Allah göstermesin'' gibi yanıtlar verilebiliyor.



Metroseksüellik bir cinsel tercih göstermiyor. Yani metroseksüel bir erkek, eşcinsel ya da biseksüel olabileceği gibi, göğüs kıllarını ağdayla aldıran (ya da aldırmayan) bir heteroseksüel de olabiliyor. Ancak metroseksüel olabilmek için biraz para gerekiyor. Çünkü metroseksüeller, en iyi mağazalardan alışveriş ediyorlar, en iyi kulüplere, en iyi cimnastik salonlarına gidip en pahalı berberlerde saçlarını kestiriyorlar. İşte bir bölümü bilinen bir bölümü de belki zamanla ‘‘metroseksüel'' gibi bizde de kullanılacak İngilizce bazı sözcükler ve anlamları:



RETROSEKSÜEL:



Estetik duygusu gelişmemiş, bakımına mümkün olduğunca az para ve zaman harcayan, örneğin saç jölesi kullanmayan, gustosu olmayan erkek. Bir anlamda ‘‘metroseksüel''in karşıtı.



HETEROFLEKSIBIL:



Heteroseksüel, karşı cinse ilgi duyan, ama aynı cinsle ilişkiye de açık, eşcinsel kafa yapısına sahip erkek.



POMOSEKSÜEL:



‘‘Post modern seksüel''in kısaltılmışı. Heteroseksüel, homoseksüel gibi, insanların cinsel tercihlerini tanımlayan etiketleri kullanmayan, bunlardan uzak duran kişi.



POST-GAY:



Eşcinsel ama bu kimliğin ötesine geçebilen, yaşamını, dünyasını eşcinselllikle sınırlandırmayan kişi.



TESTOSTERONİK:



Erkeklik hormunu ‘‘testosteron''dan üretilen bu sıfat ‘‘erkeksi tarafı ağır basan'' anlamında kullanılıyor. Örnek cümle: ‘‘Yüzünde testosteronik bir ifade var.''



TRİSEKSÜEL:



‘‘Üçüncü cins'' olarak da tanımlanan eşcinseller de dahil her cinsten insanla ve hatta hayvanlar ve cansız objelerle de cinsel ilişki kuran kişi.



HİMBO:



Yakışıklı ama aklı biraz kıt erkek.



BİMBO:



Güzel ama aklı biraz kıt kadın; ‘‘aptal sarışın''.



HASBİAN:



Eskiden lezbiyen, ancak şimdi tercihi erkeklerden yana olan kadın.



HETEROSEKSÜEL:



Seksüel olarak karşı cinsi arzulayan.



HOMOSEKSÜEL:



Seksüel olarak aynı cinsi arzulayan.



BİSEKSÜEL:



Seksüel olarak hem kendi cinsini, hem karşı cinsi arzulayan.



TRANSSEKSÜEL:



Hormonal tedavi görüp ameliyat da olarak karşı cinse geçmiş kişi. Sözcük, kendisini karşı cinsten gören ve karşı cinse geçmek isteyen, ancak harhangi bir cerrahi ya da hormonal tedavi görmemiş kişi anlamına da geliyor.



TRAVESTİ:



Fransızca ‘‘tebdil gezmek'' yani tanınmamak için kılık değiştirerek gezmek anlamına gelen bu sözcük, Türkçede kadın kılığına girip para karşılığı seks yapan erkek anlamında.

ANA BABA HAKKI

İmam-ı Nesefi hazretleri bildiriyor ki:


Ana-babanın evladı üzerinde seksen kadar hakkı vardır. Kırkı sağlığında, kırkı vefatından sonradır. Sağlığında olan kırk haktan onu bedenle, onu dil ile, onu kalble, onu da para iledir.



Bedenle olan hakları:



1- Hizmet ederek rızalarını almak. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Ana-babasına hizmet edenin ömrü bereketli ve uzun olur.) [İslam Ahlakı]



(Ana-babasını dine uygun hizmetleriyle razı eden, Allahü teâlâyı razı etmiş olur, onları gazaplandıran, Allahü teâlâyı gazaplandırmış olur.) [İbni Neccar]



(Ana-babası, yanında ihtiyarladığı halde, [rızalarını alamayıp] Cenneti kazanamayanın burnu sürtsün.) [Tirmizi]




Hasan-ı Basri hazretleri, Kâbe’yi tavaf ederken sırtında yük olan bir zat görüp der ki:

- Niçin yükle tavaf ediyorsun?

- Bu yük değil, babamdır. Bunu Şam’dan yedi defa getirip tavaf ettim. Çünkü, bana dinimi, imanımı öğretti. Beni İslam ahlakı ile yetiştirdi.

- Kıyamete kadar böyle arkanda taşısan, bir defa kalbini kırmakla bu yaptığın hizmet boşa gider. Bir defa da gönlünü yapsan, bu kadar hizmete karşılık olur.



Ana-babaya hizmette kusur etmemelidir. Hazret-i İbni Abbas, "Ana-babana karşı, kusurlu, güçsüz, aşağı bir kölenin, sert, kaba efendisine karşı bulunduğu hâl üzere ol!" buyurdu.

Anneye hürmet ve hizmet, babadan önce gelir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Anneye yapılan iyiliğin ecri iki mislidir.) [İ. Gazali]



(Önce annene, sonra babana, kız kardeşine, erkek kardeşine ve sırası ile diğer yakınlarına iyilik et!) [Nesai]



(Veysel Karani’nin kavuştuğu bütün ihsan ve dereceler, anasına yaptığı iyilik sebebiyledir.) [R.Nasıhin]



(Ya Resulallah, annem müşriktir. Ona iyilik etmem caiz midir?) diye sorana, (Evet,
annene iyilik ve ihsanda bulun!) buyuruldu. (Ebu Davud)




Her Peygamber, kendi annesinden de üstündür. Buna rağmen, Peygamberler de annelerine hürmet ve hizmet etmişlerdir.



Kâfir olan ana-babaya hizmet etmek, nafakalarını vermek, ziyaretlerine gitmek gerekir. Küfre sebep olan şeyleri yaptıracaklarından korkulursa, ziyaretlerine gidilmez. (Bezzâziyye)



Hazret-i Musa, Cennetteki komşusunun kim olduğunu Hak teâlâdan sorup öğrendikten sonra yanına gider. Bu bir kasaptır. Kasap, bir parça et pişirir. Asılı zenbili aşağı alır, çok zayıf bir kadına et ve su verir. Üstünü başını temizleyip, zenbile koyar. Kasap, (Bu annemdir. Yaşlanıp bu hale girdi; sabah-akşam böyle bakarım) der. Kasabın annesinin, (Ya Rabbi oğlumu Cennette Musa aleyhisselama komşu eyle) dediğini Hazret-i Musa da işitir. Kasaba, (Müjde, Allahü teâlâ, seni Musa aleyhisselama komşu etti) buyurur. (Şir’a)



2- İyilik etmek. Ana-babaya iyilik ve ihsan, evlada farzdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Ana-babasına iyilik eden evlat, Peygamberlerle beraber Cennete girer.) [İ. Rafii]

(Ana-babasına iyilik edenin ömrü uzun, rızkı bereketli olur.) [İ. Ahmed]

(En faziletli amel, vaktinde kılınan namazdan sonra ana-babaya iyiliktir.) [Müslim]



(Ana-babaya ihsan, bedbahtlığı saadete çevirir, ömrü uzatır ve insanı kötü ölümden korur.) [Ebu Nuaym]



(Ana-babanıza ihsan ederseniz, çocuklarınız da size ihsan eder.) [Taberani]

(Sen de malın da babana aittir.) [İbni Mace]



3- Asi olmamak, karşı gelmemek. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Ana-babaya karşı gelmek büyük günahtır.) [Buhari]

(Ana-babasına asi olan Cennete giremez.) [Nesai]

(Ana-babasına karşı gelenin ömrü bereketsiz ve kısa olur.) [İslam Ahlakı]



İmanı olanlardan Cehennemden en sonra çıkacak olanlar, Allahü teâlânın yolunda olan ana-babasının İslamiyet’e uygun olan emirlerine asi olanlardır.



Ana-babanın ve hiç kimsenin, dine uymayan emri yapılmaz. Fakat, ana-babaya, yine tatlı söylemek, onları incitmemek gerekir.



Ana-baba kâfir ise, onları kiliseden, meyhaneden, sırtta taşıyarak bile, geri getirmek gerekir. Fakat, oralara götürmek gerekmez.



Ana-baba zalim de olsa, onlara karşı gelmek, onlarla sert konuşmak caiz değildir.

(Anam-babam çok şefkatsiz, onlara nasıl itaat edeyim) diyen bir kimseye, Resulullah efendimiz buyurdu ki:

(Anan seni 9 ay karnında gezdirdi. 2 yıl emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi ve kucağında gezdirdi. Baban da seni büyütünceye kadar birçok zahmete katlandı. İdare ve maişetini temin etti. Sana dinini, imanını öğretti. Seni islam terbiyesi ile büyüttü. Şimdi nasıl olur da, şefkatsiz olurlar? Bundan daha büyük ve kıymetli şefkat olur mu?) [Ey Oğul İlmihali]



(Ya Resulallah, yaşlı anama elimle yedirip içiririm. Abdestini aldırır, sırtımda taşırım. Hakkını ödemiş olur muyum?) diye soran kişiye buyurdu ki:

(Hayır, yüzde birini bile ödemiş olamazsın. O sana, yaşaman için hizmet ediyordu, sen ise, ölümünü bekleyerek hizmet ediyorsun. Ancak Allahü teâlâ, bu az iyiliğine karşılık çok sevap ihsan eder.) [R. Nasıhin]



Bir zat, (Ya Resulallah, ana-baba, evladına zulmetse de rızalarını almayan Cehenneme girer mi?) diye sorunca, cevaben 3 defa (Evet zulmetseler de rızalarını almayan Cehenneme girer) buyurdu. (Beyheki)



Şu halde ana-baba zalim olup, evlada zulmetseler de, günah işlemeyi emretseler de, yine onları üzmemeye, küstürmemeye çalışmalıdır! Günah olan emirleri yapılmaz ama, yine de onları üzücü söz söylemek caiz olmaz.



Ana-baba kötü bile olsa, yine onlarla iyi geçinmelidir! Ziyaretlerini terk etmek büyük günahtır. Hiç olmazsa, selam göndererek, tatlı mektup yazarak, telefon ederek, bu günahtan kurtulmalıdır!

Kur'an-ı kerimde 3 şey, 3 şeyle beraber bildirildi. Biri yapılmazsa, ikincisi kabul olmaz. Peygambere itaat edilmezse, Allah’a itaat edilmiş olmaz. Ana-babaya şükredilmedikçe, Allahü teâlâya şükredilmiş olmaz. Malın zekatı verilmedikçe, namazlar kabul olmaz. (Tefsir-i Mugni)



4- İtaat etmek, karşı gelmemek, günah olmayan emirlerini yapmak.

Hazret-i Musa, Allahü teâlâdan 9 defa nasihat istedi. Hepsinde de, ana-babaya itaat etmesi emrolundu. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Ana-babaya itaat, Allah’a itaattir, onlara asi olmak, Allah’a asi olmaktır.) [Taberani]

Babasına asi gelen, çocuğundan mürüvvet göremez, muradına kavuşamaz, ailesi ile geçinemez, evinin tadı bozulur. (Şir’a)



5- Sert bakmamak, şefkatle, sevgi ile bakmak. Ana-babasına şefkat ve sevgi ile bir defa baksa, kabul edilmiş bir hac sevabına kavuşur.

Peygamber efendimiz (Ana-babanın yüzüne merhametle bakana, hac ve umre sevabı yazılır) buyurunca, (Günde bin defa bakarsa da böyle midir?) denildi. Cevaben buyurdu ki:

(Günde yüzbin defa baksa da...) [R. Nasıhin]

Yine buyurdu ki:

(Ana-babanın yüzüne sevgi ile bakmak ibadettir.) [Ebu Nuaym]



6- Üzmemek, incitmemek, rızalarını kazanmak. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Rabbin rızası, ana-babanın rızasında, gazabı da, ana-babanın gazabındadır.) [Buhari]

(Ana-babasının rızasını alan mümine Cennetten iki kapı, üzene de Cehennemden iki kapı açılır.) [Beyheki]



(Ana-babasını razı eden mümin, ne yaparsa yapsın Cehenneme girmez, inciten de Cennete girmez.) [Şir’a]



(Hak teâlâ, bazı günahların cezasını kıyamete kadar geciktirir. Ana-babaya isyan bundan müstesnadır.) [Hakim]



Ana-babayı üzmek, onlara eziyet etmek büyük günahtır. Ana-babanın veya hiç kimsenin günah olan emirleri yapılmaz. Ana-babanın yemeklerinde haram karışığı olduğu şüpheli olsa, ana-baba bu yemekten yemesi için evladını zorlasa, evladın o yemekten yemesi gerekir. Çünkü şüpheli şeylerden kaçınmak vera, ana-babanın rızasını almak ise vaciptir. Fakat gayrı meşru emirleri dinlenmez. Mesela onlar, (İçki iç, namaz kılma, yoksa senden razı olmayız) deseler de, haram olan şeyler yapılmaz. Çünkü (Halıka isyan olan işte, kula itaat edilmez) emri vardır. Hak teâlâ buyuruyor ki:

(Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye ettik. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme.) [Ankebut 8]



Ana-babası günah işleyen çocuk, bunlara bir defa nasihat eder. Kabul etmezlerse, susar. Onlara dua eder.



7- İzinsiz sefere gitmemek.

Hacca giderken, muhtaç olmayan ana-babadan izin almak sünnettir.

Ana-baba muhtaç ise, izinsiz gitmek haramdır. Ana-babası muhtaç olmayan, onlardan izinsiz farz olan hacca gidebilir. Fakat nafile olan hacca izinsiz gidemez. (Redd-ül Muhtar)



Cihad için izin isteyen birine Peygamber efendimiz, ana-babasının sağ olduğunu öğrenince, (Burada kal, onlara hizmet et, onlara hizmet cihaddır.) (Buhari)



Cihada gitmek için gelen başka birisine de buyurdu ki:

(Annenin yanından ayrılma! Cennet onun ayağı altındadır.) [Nesai]



Biri de, hicret etmek için gelip, (Ya Resulallah, ana-babamı ağlatarak geldim) dedi. Peygamber efendimiz bu duruma üzülerek buyurdu ki:

(Hemen git, onları ağlattığın gibi güldür!) [Ebu Davud]

Ana-babayı ziyaret etmemek büyük günahtır. Hiç olmazsa, selam göndererek, tatlı mektup yazarak bu günahlardan kurtulmalıdır.



8- Saygıda, hürmette kusur etmemek. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Büyüğünü saymayan bizden değildir.) [Tirmizi]

Onları görünce ayağa kalkmak, yanlarına gitmek, onlar oturuncaya kadar ayakta durmak, izinsiz oturmamak gerekir. Otururken edepli oturmalı, ayağını uzatarak oturmamalı, bacak bacak üstüne atmamalıdır. Onlar bana bir şey demiyor diye bunları ihmal etmemelidir.



9- Onlarla yolda giderken, arkalarından gitmek. Zaruretsiz önlerinde yürümemek.



10- Çağırınca, hemen kalkıp yanlarına gitmek, buyurun demek. Ana-baba çağırınca, farz namazı bozmak caiz olur ise de, ihtiyaç yoksa, bozmamalıdır. Sünnetler bozulur. Hak teâlâ buyurdu ki:

(Ya Musa, benim indimde çok ağır ve büyük bir günah vardır ki, o da, ana-baba evladını çağırınca, emrine uymamasıdır.) [İslam Ahlakı]



Dil ile olan hakları:

1- Yumuşak söylemek, tevazu etmek. Öf bile dememek. Hak teâlâ buyuruyor ki:

(Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik.) [Ahkaf 15]



(Rabbin, yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine öf bile deme; ağır söz söyleme, onlarla yumuşak ve tatlı konuş, onlara acı, tevazu kanadını gerip "Rabbim, küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et" diye dua et.) [İsra 23, 24]



Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:

(Âlim bir evladın ana-babası kâfir olsa, kuyudan su çekmeleri için ona muhtaç olsalar, o da birkaç kova çektikten sonra öf dese, bu sebeple bütün amellerinin sevabı yok olur.)



2- Konuşurken sesini, onların sesinden yüksek çıkarmamak.



3- Yanlarında çok konuşmamak, edebi aşmamak. Ana-baba bildiği şeyleri de anlatsa, yine aynı şeyler mi dememek. Hiç duymamış gibi can kulağı ile dinlemek.



4- Kaba, dokunaklı ve argo söz söylememek. Mesela iki kardeşi olan biri, öteki kardeşini kastedip (Oğlun şunu yaptı. Ben yapsam kıyameti koparırdınız) veya (Anne torunu tepene çıkartıyor, çok şımartıyorsun. Söz dinletemiyoruz) gibi sözlerle ana-babayı üzmemelidir. Çocuklarını ana-babanın yanında dövmemeli, azarlamamalıdır. Böyle şeyler ana-babayı üzer.



5- Hanımını onlardan üstün tutmamak. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:

(Hanımını anasından üstün tutana lanet olsun! Onun farz ve diğer ibadetleri kabul olmaz.) [Şir’a]



6- İsimleri ile çağırmamak, sözlerini kesmemek, sözlerinin arasına girmemek. Bilgiçlik taslamamak. Ana-baba yanlış da söylese, öyle değil diyerek itiraz etmemek.



7- Ana-babanın arasını açacak söz ve hareketlerden uzak durmak. Ana-baba ile oğul veya kızın arasını açacak işlerden uzak durmak. Gelinleri, ana-baba ile oğullarının arasını açacak sözlerden uzak tutmalıdır. Peygamber efendimiz, (Ana ile oğulun arasını açana lanet olsun) buyurmuştur. (Gunye)



8- Konuşurken, yap, yapma gibi ifadeler kullanmamak. Yapar mısın gibi ricada bulunmalıdır.



9- Hayır dualarını almak. Ana-baba duasını ganimet bilmek. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Üç kişinin duası kabul olur. Ana-baba, mazlum ve misafirin duası.) [Tirmizi]

(Ana-babanın duası, ilahi hicaba ulaşır, duaları kabul olur.) [İbni Mace]



10- Beddualarını almamak. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Ana-babanın çocuğuna ve mazlumun zalime olan bedduaları, reddolmaz.) [Tirmizi]



(Kendinize, evladınıza ve malınıza beddua etmeyin! Duaların kabul olduğu bir saate rastlar da bedduanız kabul olur.) [Müslim]



Ana-baba çağırdığı zaman herhangi bir işle uğraşırsan, hemen onu terk edip, derhal ana-babanın emrine koş! Anan-baban sana kızıp bağırırsa, onlara sen bir şey söyleme! Ananın-babanın duasını almak istersen, sana emrettikleri işleri çabuk ve güzel yapmaya çalış! Bu işini beğenmeyip sana gücenmelerinden ve beddua etmelerinden kork! Sana darılır iseler, onlara karşı sert söyleme! Hemen ellerini öperek gazaplarını teskin et! Ananın-babanın kalblerine geleni gözet! Çünkü senin saadet ve felaketin, onların kalblerinden doğan sözdedir. Anan-baban hasta ise, ihtiyar ise, onlara yardım et! Saadetini onlardan alacağın hayır duada bil! Eğer onları incitip, beddualarını alırsan, dünya ve ahiretin harap olur. Atılan ok tekrar geri yaya gelmez. Onlar hayatta iken, kıymetini bil!



Kalb ile olan hakları:

1- Acımak, merhamet etmek. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Merhamet etmeyene, merhamet edilmez, acımayana acınmaz.) [Müslim]



2- Sevmek. Her fırsatta ana-babanın ellerini öpmeli, sevdiğini hissettirmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Annesinin ayağını öpen, Cennetin eşiğini öpmüş olur.) [Şir’a]



3- Sevinçlerine sevinmek. Bir şeye sevinince, (Ne iyi olmuş, hayırlı olsun) gibi sözlerle memnuniyetini bildirmelidir.



4- Üzüntülerine üzülmek, dertleri ile hemdert olmak. Bir şeye üzülmüşlerse, (Geçmiş olsun) diyerek ilgilendiğini, üzüldüğünü bildirmeye çalışmalıdır.



5- Çok söylemelerinden incinmemek. İncinse bile, kesinlikle incindiğini hissettirmemek.



6- Sitem ve cefalarına kızmamak. Sözlerini hiç duymamış gibi hareket etmek.



7- Onlardan razı olmak. Ne yapıp yapmalı, onların rızalarını almaya çalışmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlânın rızası ana-babanın rızasındadır.) [R. Nasihin]



8- İncitmekten çok korkmak. İsra suresinin 23. âyet-i kerimesinde ana-babaya iyi davranmak, onlara yumuşak ve tatlı söylemek emredilmektedir. Gaflete düşüp ana-babanın kalbini kırarsan, derhal rızalarını almaya çalış, yalvar ve ne yaparsan yap, onların gönlünü al!



9- Nazlanmamak. Aksine onların nazına katlanmalıdır. Çünkü ana-baba küçükken bizim çok nazımızı çektiler. Nazlanma sırasının onlarda olduğunu unutmamalıdır.



10- Sıkıntı görse de, ölseler de kurtulsak diye düşünmemek, çok yaşamalarını arzu etmek. Onlar, bizden çok sıkıntı gördükleri halde, yaşamamızı istemişlerdi. İcabında kendileri aç durup bizi doyurmuşlardı.



Mal, para ile olan hakları:

1- Kendinden önce, onlara elbise almak. Kendi yiyeceğinden iyisini onlara vermek.



2- Uzakta iseler ziyaretlerine gitmek. Ana-baba ve mahrem akrabaları ziyaret etmek vaciptir. Hiç olmazsa, selam göndererek, tatlı mektup yazarak bu günahlardan kurtulmalıdır. Ziyarette sıra, ana, baba, evlat, dede, nine, kardeş, amca, hala, dayı ve teyzedir.



3- Beraber yemek.



4- Arzularını sormak, öğrenip yerine getirmek.



5- Evlerini temizlemek, boyamak, tamir etmek.



6- Para vermek. İhtiyaçları olup da söyleyemezler belki.



7- Malı, parayı onlara serbest etmek. Ne zaman isterseniz, malım, param size feda olsun demeli, bir kızgınlıkları varsa, bu yolla onları teskin etmelidir. Ana-babaya harcanan paradan sual olunmaz. Muhtaç olan ana-babaya yardım farzdır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolculara infak edin!) [Bekara 215]



Kime infak edeceğini soran kimseye Resulullah efendimiz, (Kendine, ana-babana, sonra hanımına ve çocuklarına, hizmetçine bundan sonrasını da artık sen bilirsin) buyurdu. (Nesai)



Babası hasta olup, bakacak kimse bulunamazsa, kocasından izinsiz gidip hizmet eder. Zimmi baba da böyledir. Çocuk, zengin olan babasına bakmaya mecbur değildir. (Bezzâziyye)



Zengin çocuğun, fakir olan ana-babasına nafaka vermesi farzdır. Fakir kimsenin, fakir babasına nafaka vermesi farz değildir. Fakir olan ana-babasını kendi evine alıp, birlikte otururlar. (Fetava-i Hayriyye)



Ana-babadan birine iyilik edince öteki incinirse, babaya hürmet ve itaat etmeli, anaya hizmet, yardım ve ihsan etmelidir.



8- Ara sıra güzel yemek yapıp, davet etmek. Gönülleri ister de, belki söyleyemezler.



9- Dostlarını, dost bilip davet ederek gönüllerini almak. Düşmanlarından da uzak durmaya çalışmak.



10- Hastalandıkları zaman, tedavileri ile meşgul olmak, ilaç almak. Bir bakıcı, bir hizmetçi tutmak yerine, bizzat kendisi hizmet etmeye çalışmalıdır.



Vefatlarından sonraki 40 hak:

1- Definlerinde erken davranmak.



2- Sünnet üzere yıkamak. Bu işi bilen iyi kimselere yıkatmalıdır.



3- Sünnet üzere kefenlemek.



4- Caiz olmayan kefen yapmamak.



5- Sünnet olan sayıya dikkat etmek. Erkeklere 3 parçadan fazla yapmamak.



6- Kefende israf etmemek.



7- Helal parasından kefen almak.



8- Cenaze namazını biliyorsa kendisi kıldırmak. Bid'at ehli kimselere kıldırmamak.



9- Onlara hep dua etmek. Bir hadis-i şerif meali: (Ana-babasına dua etmeyenin rızkı kesilir.) [Şir’a]



10- Toprağa kendisi koymak.



11- Mezarı kazan ve çalışanları memnun etmek.



12- İyi ve salih kimselerin arasına defnetmek.



13- Kötülerin arasına gömmemek. Çünkü kötü komşudan onlara sıkıntı gelir.



14- Kabrin üzerini balık sırtı gibi yapmak.



15- Kerpiç kullanmak.



16- Pişmiş tuğla kullanmamak. Çivi, tuğla gibi fırınlanmış şeyleri kabrin içinde kullanmak mekruhtur. Kabrin üstünü, dışardan tuğla ve mermerle örtmek caizdir.



17- Toprağı başında sadaka vermek.



18- Kabir başında dua etmek. [Sadakayı ve duayı geciktirmemek. 40. ve 52. gece gibi bid'at olan işlerden uzak durmak.]



19- Borçlarını ödemek.



20- Telkini kendi vermek.



21- İskatını hemen yapmak. Ölünün namaz ve oruç borcu için, başkası onun yerine namaz kılamaz ve oruç tutamaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Başkası yerine oruç tutulmaz ve namaz kılınmaz. Fakat onun orucu ve namazı için fakir doyurulur.) [Nesai]



22- Mezar taşına caiz olmayan ifadeler yazdırmamak. Mesela Fatiha veya Besmele veya âyet yazmak caiz değildir. Latin harfleriyle de caiz olanı yazmamalıdır. Başkaları uzun yıllardan beri yazıyorsa da, caiz değildir.



23- Vasiyetlerini yerine getirmek. Dine uygun değilse yerine getirilmez.



24- Namazlardan sonra dua edip, sevaplarını onların ruhlarına göndermek. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Ana-babasına asi olan, vefatlarından sonra, onlar için dua etse, Allahü teâlâ, onu, ana-babasına itaat edenlerden yazar.) [İbni Ebiddünya]



25- Sevabı onlara olmak üzere oruç tutmak.



26- Sevabı onlara olmak üzere hac etmek. Âlimlerin çoğuna göre ana-baba için hac caizdir.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Ölmüş ana-babası adına hac edene, hem kendi, hem de ana-babası için hac yapmış sevabı verilir. Ana-babasının ruhuna müjde verilir.) [Dare Kutni]



27- Sevabı onlara olmak üzere sadaka vermek. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Sadaka verirken, sevabını müslüman ana-babanızın ruhuna niye hediye etmezsiniz? Hediye ederseniz, verdiğiniz sadakanın sevabı, onların ruhuna gideceği gibi, sevabından hiçbir şey eksilmeden size de yazılır.) [Taberani]



28- Kabirlerini ziyaret edip Kur'an-ı kerim okumalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Ana-babasının veya birinin kabrini ihlasla ve mağfiret umarak ziyaret eden, kabul olmuş bir hac sevabı alır ve bunu âdet edinenin kabrini de melekler ziyaret eder.) [Hakim]



29- Kabirlerini Cuma günleri ziyaret etmek. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Ana-babanın kabrini, Cuma günleri ziyaret edenin günahları affolur, haklarını ödemiş olur.) [Tirmizi]



30- Ziyarette dua ve Kur'an-ı kerim okumakla meşgul olmak, uygunsuz söz söylememek.



31- Sağlıklarında incinmiş iseler, çocuk salih olunca razı olurlar. Onların öğrettikleri iyi şeylerle amel ettiği müddetçe, sevabı onlara da ulaşır.



32- Onlardan kötü bir yol edinmiş ise, her yaptığından onlara da günah ve azap gider. Bunun için, onlardan veya onların vasıtası ile öğrendiği kötü şeyleri terk etmeli, kendi kötü amelleri ile, onlara kabirde azap ettirmemelidir.



33- Ana-babaya sövmemek. Hadis-i şerifte, (Ana-babaya sövmek büyük günahtır) buyuruldu. (Buhari) Yani birinin ana-babasına söversen, o da senin ana-babana sövebilir.



34- Yakınlarına iyi davranmak. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Ölmüş ana-baba için dua ve istiğfar etmek, borçlarını ödemek, dostlarına ikram etmek, onların yakınlarını ziyaret etmek, iyi davranmak suretiyle onlara ikramda bulunun.) [Hakim]



35- Dostlarını ziyaret etmek. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Babası öldükten sonra, onun dostlarını ziyaret eden, en iyi iyiliği yapmış olur.) [Müslim]



36- Dostları ile görüşmek. Hadis-i şerifte (İyiliklerin en mükemmeli, baba dostunu görüp gözetmektir) buyuruldu. (Müslim)



37- Fıtır bayramında, sevabı onlara olmak üzere sadaka-i fıtır vermek.



38- Kurban bayramında sevabı onlara olmak üzere kurban kesmek.



39- Ana-babanın sevdiği yemeği yapıp, fakirlere verip ruhlarını şâd etmek.



40- Kötülüklerini söylememek. Hadis-i şerifte (Ölülerinizi hayırla anın, iyiliklerini söyleyin, kötülüklerini açıklamayın) buyuruldu. (Tirmizi)

Unutulmaya yüz tutmuş sünnetler

Unutulmaya yüz tutmuş sünnetler



Bir hadisi şerifte "Ahir zamanda unutulan sünnetimi ortaya çıkarana (uygulayana) yüz şehit sevabı verilecektir." (Kütüb-i Sitte) Bu müjde hepimize yeter. Efendimizin (S.a.v.) her yaptığı, söylediği bizim içindir. Bu nedenle O’nu örnek almaktan başka çaremiz yok. Kurtuluş, Rabbimize ve Efendimize tabi olmaktadır…

- Müsafeha etmek (iki müminin karşılaştıkları zaman toka yaparak salavat okumaları)

- Sakalın dudaktan itibaren bir tutam olması

- Kıymetsiz yerlere girerken sol ayakla girilip, sağ ayakla çıkılması (tuvalet)

- Mübah olan yerlere sağ ayakla girilip sağ ayakla çıkılması

- Namazları başı açık kılmamak

- Abdestte ayakları üç defa yıkamak

- Pantolonu katlayıp koymak

- Pantolonu oturarak giymek

- Yolculukta arkadaşlarından birini reis seçmek

- Ölen kimsenin kılmadığı namazlar için iskatın yapılması için vasiyet etmesi

- İstişare etmek

- Sakal ve bıyık bırakmak

- Çevreyi temizlemek

- Çıplak ayakla namaz kılmamak

- Abdest aldıktan sonra kıbleye dönüp su içmek

- Suyu üç yudumda ve oturarak içmek

- Kabe’ye dönerek başında besmele sonunda hamd ederek başı kapalı olarak içmek

- Bıyıkları kaşlar kadar uzatmak

- Kabristandan geçerken selam vermek ve on bir İhlas okumak

- Ölüye definden sonra telkin vermek

- İslam nikahı kıymak

- Tırnak kesmeye şahadet parmağından başlamak

- Tırnağını Cuma günü kesmek

- Yatarken sağ tarafına yatmak

- Abdestli yatmak

- Yemeğe tuz ile başlamak

- Sofrada sirke bulundurmak

- Ayakkabıyı giymeden önce ters çevirmek

- Uşur vermek (Farz)

- Ezanın yüksekte okunması

- Sabah ve ikindi namazından sonra istiğfar okumak

- Yemeğe konan sineği kovalamayıp üzerine bastırmak (bir kanadında zehir diğer kanadında panzehir)

- Her gün ölümü düşünmek

- Gözlere sürme çekmek yatarken

- Salavat okumak (Ömründe bir defa okumak farz, İsmi duyunca vacip, her seferinde ismi duyulunca müstehap)

- Her gün tövbe etmek

- Kabirleri ziyaret etmek

- Güneş doğduktan sonra bir miktar uyumak

- Yolda başı öne eğik yürümek

- Biri seslendiğinde seslenene doğru bütün vücudu ile dönmek

- Abdest aldığında ve mescide girdiğinde namaz kılmak

- Misvak kullanmak

- Cuma günü gusül abdesti almak

- Güzel koku sürünmek

- Oturarak küçük abdest bozmak (Ayakta bozmak tahrimen mekruhtur)

- Abdest bozarken kıbleye dönmemek. Yemek yerken düşen lokmayı alıp yemek

- Yemekten sonra baş parmağını yalamak

- Yemekte sağ ayağı dikip sol ayak üzerinde oturmak (Askerde avcı oturuşu)

- Yemekte güzel şeylerden bahsetmek (Yemekte konuşulmaz lafının aslı yoktur)

- Buğday ekmeğine arpa unu karıştırmak

- Günde iki öğün yemek

- Cevizi peynirle yemek (Şifadır). Üzümle ekmek yemek

- Başka bir şehre gittiğinde ilk önce soğan yemek

- Ölüm halinde su içirmek

- Cenaze namazı için tesbih çekmeyi terk etmemek

- Cenaze namazından sonra ayakta dua yapmamak

- Kabir üzerine su dökmek. Kabri balık sırtı yapmak

- Cenaze evine yemek göndermek

- Kabristana selam vermek (Essalamü aleyküm ya ehlel kubur)

- Aksıranın Elhamdülillah deyince duyanın Yerhamükellah demesi

- Namazda kıyamda iken rükuya eğilirken sol ayağı sağ ayağın yanına getirmek

- Namazda sol ayak üzerine oturmak sağ ayağı dikmek

- Gömleğin düğmelerini aşağıdan yukarı doğru iliklemek, Çözerken yukarıdan aşağı doğru çözmek

- Camide namaz bittikten sonra çıkarken el sıkışıp 3 kez sallayarak tokalaşmak (İmam-ı Gazali -Hüccetül İslam -Sabah Namazının Kılınış Babı)

- Namazda Rükuya giderken erkeğin sırtının dümdüz olması, kadınınki düze yakın ama tam düz olmaması (İmam-ı Gazali -Hüccetül İslam -Namazın Sünnetleri)

- Camiye girerken birileri varsa selam vermek yoksa Esselamu Aleyna ve Ala iba dilla hissalihiyn demek.

- Ezan okunurken durmak. Gidebiliyorsa camiye koşmak.

- Duş aldıktan sonra çıkarken ayaklarını yıkamak.

- İmanını sık sık tazelemek. Bunun nasıl olduğunu sahabe-i kiram Efendimiz (S.a.v)'e sorduklarında "La İlahe İllallah diyerek" buyurmuşlardır. (İmam Gazali -Mukafeşetük Kulb)

- Allah Resulü Efendimiz her gece yatmadan evvel iki elini açarak birleştirir, ihlas, felak va nas surelerini okuyarak ellerinin içine üfler sonra başından ve yüzünden başlayarak üç defa elinin eriştiği kadarıyla bütün vücudunu sıvazlar ondan sonra yatardı. Hz Aişe Validemiz Efendimizin bunu her gece üç defa yaptığını rivayet etmektedir.

- İnşallah gün yüzüne çıkartalım....

NE GUZEL UYDURMUSLAR BASORTUSU

Dönelim Doç. Dr. Şahin Filiz’e… 27 Ocak 2008 Pazar günü, hâlâ internetten okuyabilmek için ücret gereken bu acayip halkçı(!) gazetenin (hissedarlarını bir araştırın, bakın bir holding çıkacak mı) 12. sayfasında Leylâ Tavşanoğlu’na şunları söylüyor bu gördüğüm ilk sâhici teolog (tamamen özetliyorum):




“Türban 1970’te farz kılınmıştır. Çünkü Türkiye’de ithâl dinsel teklâkkiler, 1970’ten itibâren Ortadoğu’daki İslâmcı ve Arapçı milliyetçi hareketlerin kitaplarının tercüme edilmesiyle Türkiye’ye girmiştir. Bâzı semboller dinle özdeşleşerek geldi… Filistinliler Şiiler’in kadınlarını rahatsız ediyorlar gerekçesiyle Şii Lider Musa Sadr bir başörtüsü modeli yarattı. Bu bir üniforma biçimiydi, daha sonra Türkiye’ye türban olarak geldi… 1970’lerden itibâren Seyit Kutuplar’ın, Hasan en Benna’ların, Ali Şeriati’lerin başını çekmiş olduğu Müslüman Kardeşler Hareketi Marksist diyalektikle birlikte İslâm devrimciliğini öne çıkardı ve tabii ki kafalar karmakarışık oldu.” MKD notu: Masonluktan mülhem ama onun ana fikri olan lâikliği reddeden bu İslâm Faşisti cemiyet çok güçlüdür.



Uzatmayayım… Kadının başını örtmesi ve dövülmesinin câiz olduğu zırvalıklarının tamamen hile-i şerriye kabilinden, özellikle yapılmış tefsir oynamalarından kaynaklandığını anlatıyor. Umarım bu genç hocanın eserlerini kıraat etmek keyfini yaşarız.



Umarım, iki açıdan umarım:1) 2000 senesinde doçent olan bu bilim adamı Harvard’da post-doktora çalışması yapmış ve hâlâ profesörlük kadrosu alamamış. Alması gerek, her anlamda! 2) Bakarsınız bir Ergenekon suçlusu veya tevhitçi kurşunu kurbanı olur; olmadan hâlvet olabilsek…





***



Timur Selçuk, Hz. Muhammed’e ve Atatürk’e bağlılığını asla kaybetmediğini, namaz da kıldığını söyleyerek ilâve etmiş: “Atatürkçülük bir aydınlanma projesidir, Kur’ân da öyle” + –sıkı durun– “Allah’ın adı en çok sol görüşlü insanlara yakışır. Ben onları ahlâklı insanlar olarak görüyorum”.





Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un Kaygı ve Yaşam üzerine söyledikleri etkileyicidir. Biri “eğer gerçekten sâhip olduğunuz biricik şey içinde bulunduğumuz AN ise ve sâhip olmadığımız bir şeyi yitirmemiz de mümkün olmadığına göre, birisinin elimizden alabileceği tek şey yaşadığımız ANDIR”,

yâni elimizdeki en büyük servetin YAŞADIĞIMIZ AN olduğunu söylüyor. Kur’ân’da Lokman S. de Lokman’ın oğluna yaptığı nasihat bu çerçeve içindedir. Ben öyle anlıyorum. İslâm yaşam felsefesinin temel taşlarından biri. Gaybı Allah bildiğine göre, yarını veya sonraki bir ânı bilmediğimize göre, yaşadığımız ânı çok güzel koşullarda yaşamamız, değerlendirmemiz gerekiyor. Hz. İsa’nında bu yönde tavsiyeleri kuşların yaşamlarını örnek göstererek olmuştur.

Aurelius’un 2. söylemi “eğer bir dış etken sizi üzerse, duyduğunuz acı o şeyin kendisinden değil, sizin ona verdiğiniz değerden geliyordur, onu da her an ortadan kaldırma gücünüz vardır”.

Meleklerin bile hayâ ettiği halîfe:

Hz. Osman, Müslüman olmadan önce ticâretle uğraşırdı. Zengin bir tüccârdı. Cemiyette, sevilen, sayılan bir kimseydi. İ’tibârı yüksek idi. Hz. Ebû Bekir’in de arkadaşı, yakın dostu idi. Önemli işlerinde ona danışır, onun fikrini alırdı. Câhiliye devrinin pisliklerine bulaşmadı. Peygamber kızı olsa gerek
Müslüman olmasını şöyle anlatır:

Benim firâset sahibi olan bir teyzem vardı. Hastalandığında ziyâretine gitmiştim. Bana dedi ki:

- Yâ Osman! Sen öyle biri ile evleneceksin ki, ne o senden önce bir erkek görmüş olacak, ne de sen ondan önce bir kadın görmüş olacaksın. Bu kız çok güzel olup, sâliha biridir. Ayrıca bu kız, Peygamber kızı olsa gerek.

Ben teyzemin bu sözüne çok hayret ettim. Çünkü, peygamber olarak bildiğim kimse yoktu. Hiç ortada böyle bir şey yok iken, teyzem bunları nereden çıkartmıştı. Şunu da biliyordum ki, teyzem pek çok lâf etmezdi. Benim hayretler içinde kendisine baktığımı görünce konuşmasına şöyle devam etti:

- Merak etme, O kimseye cenâb-ı Haktan vahiy gelmeye başladı. Sen O’nu bulmakta güçlük çekmiyeceksin!

- Ey teyzem, hep sır olan şeyler söylüyorsun. Beni meraklandırıyorsun. Sözlerini biraz açarak beni meraktan kurtar.

- Muhammed bin Abdullah’a peygamberliği bildirildi. Artık halkı hak dîne da’vete başladı. Çok zaman geçmez ki, sen O’nun dînine girer kurtulursun. O’nun dîni, bütün âlemi aydınlatacaktır.

Bu mes’ele benim zihnimi çok meşgûl etmeye başladı. Her önemli mes’elede fikrini aldığım, Hz. Ebû Bekir’e koştum. Teyzemin söylediklerini kendisine aynen bildirdim. Bana dedi ki:

- Teyzen doğru söylemiş. Yâ Osman, sen akıllı adamsın. Hiç görmiyen, işitmiyen, fayda veya zarar veremiyen şeye nasıl tapınılır? O nasıl ilâh olarak kabûl edilir?

- Yâ Ebâ Bekir, doğru söylüyorsun. Ben de bu mantıksızlığın farkındayım. Fakat çâre bulamamıştım.

- Merak etme, artık bize hak yolu gösteren zât geldi. Ben kendisinin peygamber olduğuna inandım, îmân ettim. Gel seni de huzûruna götüreyim, sen de îmân et!

Cennete da'vet eder

Beraberce Resûlullahın huzûruna vardık. Bana buyurdu ki:

- Yâ Osman, Hak teâlâ seni Cennete misâfirliğe da’vet eder. Sen de bu da’veti kabûl et! Ben bütün insanlara hidâyet rehberi olarak gönderildim.

Resûlullahın, güleryüzle gâyet samîmî bir şekilde yaptığı bu da’vet üzerine, hemen büyük bir şevkle kelime-i şehâdet getirip, Müslüman oldum.

Daha sonra Resûlullaha, Şam’a gittiğimde gördüğüm rü’yâyı anlattım. Rü’yâmda, “Ey insanlar, uyanın! Ahmed Mekke’de zuhûr etti” diye nidâ işitmiştim. Sonra da Mekke’ye gelince de, teyzem bana Resûlullah efendimizden haber vermişti.

Hz. Osman, çok cömert idi. İyilik yapmayı, muhtaç kimselerin ihtiyaçlarını görmeyi çok severdi. Güzel hâllerinden dolayı, Resûlullah efendimiz kendisini çok severdi.

Peygamber efendimiz, Eshâbının ileri gelenlerinden çoğunun bulunduğu bir toplantıda, sohbet buyururken:

- Herkes dostunun yanına varsın, buyurdu.

Sen benim sevdiğimsin

Herkes sevdiği arkadaşının yanına gitti. Peygamber efendimiz de, Hz. Osman’ı yanına alıp buyurdu ki:

- Sen, dünyada ve âhırette benim sevdiğimsin.

Hz. Âişe anlatır:

Resûlullah efendimiz, bir gün istirahat ediyordu. Bu sırada Hz. Ebû Bekir içeri girmek için izin istedi.

İzin verilip içeri girdi. Resûlullah hiç hâlini değiştirmedi. Sonra, Hz. Ömer izin alıp içeri girdi. Yine hâlini değiştirmedi. Uzanmış vaziyette iken onlarla sohbet ettiler.

Daha sonra, Hz. Osman kapıya gelip içeri girmek için izin istedi. Peygamber efendimiz oturdular. Hz. Osman’ı bu şekilde kabûl ettiler.

Hepsi gittikten sonra sordum:

- Babam Ebû Bekir ve Hz. Ömer içeri girdiklerinde hiç hâlinizi bozmadınız. Fakat Hz. Osman içeri girince, oturdunuz. Bunun sebebi nedir?

- Meleklerin hayâ ettikleri bir kimseden ben nasıl hayâ etmem.

İbni Mes’ûd hazretleri anlatır:

Bir gün gazâda, Resûlullah ile beraberdim. Yiyecek bitti, asker sıkıntı içerisindeydi. Resûl-i ekrem bu hâle vâkıf olunca buyurdu ki:

- Allahü teâlâ size, güneş batmadan rızık gönderecektir.

Hz. Osman bu sözü işitince, “Resûl-i ekremin her sözü muhakkak doğru çıkar” diye düşünüp, yiyecek bulmaya çalıştı. Bu rızkın gelmesine sebep olmak ve Resûlullahı memnûn etmek istiyordu.

Bunlar nedir?

Bir yerde dört deve yükü yiyecek buldu. Bunu yüksek fiyatla satın alıp, Resûlullahın huzûruna getirdi. Peygamber efendimiz Hz. Osman’a sordu:

- Yâ Osman! Bunlar, nedir?

- Osman’dan Allahü teâlânın Resûlüne hediyedir.

Seyyid-i Kâinatın buyurdukları, gecikmeden yerine gelince, mü’minler sevindiler, münâfıklar mahzûn oldular. Server-i âlem hazretleri mübârek ellerini açıp, şöyle duâ ettiler:

- Yâ Rabbî! Osman’a çok ecir ver.

Hz. Osman muhtaç olanlara bol bol yemek yedirirdi. Fakat kendisi evde sirke ve zeytinyağı yerdi. Yola giderken, devesinin arkasına kölesini de alırdı. Peygamber efendimiz şöyle duâ buyurmuştur:

- Yâ Rabbî! Osman’ın geçmiş ve gelecek gizli, âşikâr bütün günâhlarını affet.

Müslümanlar, Medîne’ye hicret ettikleri zaman, su sıkıntısı vardı. Rûme kuyusundan başka içilecek su yoktu. Bu kuyu da bir Yahûdîye âit idi.

Yahûdî, Müslümanları zor durumda bırakmak için, kuyudan her zaman su vermiyordu.
Verdiği günlerde de çok yüksek fiyatla sattığı için herkes alamıyor, fakir Müslümanlar çok sıkıntı çekiyorlardı.

Cenneti müjdeliyordu

Peygamber efendimiz, bu durumu gördükçe üzülüyordu. Kuyuyu satın alıp, Müslümanlara sebil edecek kimsenin, Cennette karşılığını kat kat alacağını müjdeliyor, açıkça Cenneti va’dediyorlardı. Bu müjdeyi işiten Hz. Osman, hemen Yahûdînin yanına varıp, pazarlığa başladı.

Yahûdî, Müslümanların mecbûren bu kuyuyu satın alacaklarını bildiği için, ödenmesi mümkün olmayan bir fiyat istedi. Bu duruma Hz. Osman çok üzüldü. Fakat ne yapıp yapıp bu kuyuyu satın alarak Resûlullahı memnun etmek istiyordu. Yahûdîye dedi ki:

- Senin dediğin fiyatla bu kuyuyu ben satın alamam. Sana bir teklîfim var. Gel seninle beraber ortaklaşa bu kuyuyu işletelim. Böylece kuyu elinden çıkmamış olur. Kuyunun yarı hissesini bana sat. Birgün sen, birgün ben kuyuyu işletelim.

Yahûdî, işin neticesinin nereye varacağını anlayamadı. Teklîf çok hoşuna gitti. On iki bin dirheme kuyunun yarı hissesini verdi. Kuyunun başında bir gün Yahûdî, diğer gün Hz. Osman durup, su veriyorlardı. Yahûdî yine yüksek fiyatla suyu satıyor, Hz. Osman ise bedava olarak veriyordu. Müslümanlar, sıra Hz. Osman’a geldiği vakit, o günün ihtiyaçlarını aldıkları gibi, ertesi günün ihtiyaçlarını da doldurup gidiyorlardı.

Dolayısıyla ertesi gün Yahûdîye gelen olmuyordu.Yahûdî oyuna geldiğini anladı. Fakat iş işten geçmiş oldu. Sonra gelip, kuyunun diğer yarısını da aynı fiyatla Hz. Osman’a satmak istedi. Fakat Hz. Osman kabûl etmedi. Bir müddet sonra tekrar gelip, daha aşağı bir fiyat teklîf etti. Hz. Osman yine kabûl etmedi. Biliyordu ki, Yahûdî mecbûren bu kuyuyu satacaktı. Çünkü başka çâresi yoktu. Daha sonra Yahûdinin ısrârına dayanamıyarak, ucuz bir fiyatla diğer yarısını da satın aldı. Böylece kuyunun tamamı Müslümanların ihtiyaçları için sebil edildi. Peygamber efendimiz, bu habere çok sevinip Hz. Osman’a hayır duâ ettiler.

Her adımına bir köle

Hz. Osman, her fırsatta, Peygamber efendimizi memnûn etmek, O’nun mübârek duâsına mazhâr olmak için fırsat kollardı.

Bir gün Hz. Osman, Resûlullah efendimizi evine da’vet etti. Resûlullah buyurdu ki:

- Yalnız beni mi da’vet ediyorsun?

- Eshâb-ı kirâm da da’vetlidir.

Peygamber efendimiz, Bilâl-i Habeşî hazretlerini, bütün Eshâbına haber vermesi için yolladı. Kendisi de Hz. Ali ile, Hz. Osman’ın evine doğru yürümeye başladı.

Hz. Osman geriden, Peygamber efendimizin adımlarını sayıyordu. Resûlullah bunu fark edip, sebebini sorduğunda, şu cevâbı verdi:

- Yâ Resûlallah! Her adımınıza bir köle azâd edeceğim.

Da’vetten sonra da, saydığı adım kadar köle azâd etti.

Hz. Ömer’den sonra üstünlük sırası, Hz. Osman-ı Zinnûreyn’e gelir. Bunun hilâfeti de ümmetin icmâ’ı ile sâbittir.

Müslüman olduktan sonra, Peygamberimizin kızı Rukayye ile evlendi. Peygamberimizin kızları Rukayye ve Ümmü Gülsüm daha önce Ebû Leheb’in oğulları Utbe ve Uteybe ile nişanlanmışlardı. Peygamberimiz, insanları Müslüman olmaya da’vete başlayınca, Ebû Leheb düşmanlık etmeye başladı. Oğulları da düşmanlık edip, Resûlullahın kızlarını almaktan vazgeçtiler. Böylece Resûlullahı sıkıntıya düşürmek istediler.

Osman'a verirdim

Bunun üzerine vahiy gelerek Rukayye Hz. Osman’a nikâh edildi. Rukayye, Bedir savaşından sonra vefât edince, Peygamberimizin diğer kızı Ümmü Gülsüm de Hz. Osman’a nikâh edildi. Bu bakımdan ona, Peygamberimizin iki kızıyla evlenme ni’metine kavuşmuş olduğu için, iki nûr sahibi ma’nâsına “Zinnûreyn” denilmiştir.

Resûlullah efendimiz, ona, birbiri ardınca, iki kızını vermiştir. İkinci kızı vefât edince;

- Bir kızım daha olsaydı, onu da Osman’a verirdim, buyurmuştur.

İkinci kızını verdiğinde, Hz. Osman’ı gâyet medhetmişti. Düğünden sonra kızı dedi ki:

- Ey benim gözümün nûru babam! Hz. Osman’ı gâyet medheylediniz. Buyurduğunuz kadar değil.

Bunun üzerine Resûlullah efendimiz kızına buyurdu ki:

- Ey benim kızım! Osman’dan gökteki melekler hayâ ederler. Ey canım kızım, Osman’a çok saygı göster. Çünkü, Eshâbım arasında, ahlâkı bana en çok benzeyen odur.

Başka bir zaman da:

- Ben Allahü teâlânın huzûrunda, Osman’ın düşmanlarının hasmıyım, onlara karşıyım, buyurdu.

Bir başka zaman da:

- Bütün peygamberler, hayatlarında bir kimse ile iftihâr etmiştir. Ben de Osman bin Affân ile iftihar ederim, buyurdu.

Resûlullah, Hz. Osman’a buğzeden bir kimsenin cenâze namazını kılmamıştır.

Hakkında âyet nâzil oldu

İslâmiyet yayılmaya başlayınca, her taraftan Müslümanlar çoğalıp Medîne’ye geliyordu. Peygamberimizin mescidi dar gelmeye başlamıştı. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

- Bizim mescidimizi bir zrâ genişleten Cennete gider.

Hz. Osman dedi ki:

- Yâ Resûlallah, malım mülküm sana fedâ olsun! Mescidi genişletme işini üzerime alıyorum.

Mescidi 40 zrâ ya’nî 20 metre genişletti ve bütün masraflarını karşıladı. Bunun üzerine, “Allahın mescidlerini ancak, Allaha, âhiret gününe inanan, namaz kılan, zekât veren ve yalnız Allahtan korkan kimseler ta’mîr eder. İşte hidâyet üzere bulunanlardan oldukları umulanlar bunlardır” meâlindeki Tevbe sûresi 18. âyeti nâzil oldu.

Hz. Osman, Peygamber efendimizin vahiy kâtiplerinden idi. Güzel yazar, güzel konuşurdu. Hitâbeti kuvvetli idi. Kur’ân-ı kerîmi çok okurdu. Ezberi çok ileri derecede idi. Namazda, bir rek’atte bütün Kur’ân-ı kerîmi okuyan dört kişiden biri de Hz. Osman’dır. Çok okuduğu için elinde iki mushaf eskimiştir.

12 sene hilâfet makâmında kalan Hz. Osman, çok cesûr idi. Hiçbir felâket karşısında sarsılmamıştı. Bunun için halîfeliği çok başarılı geçmiştir. Bilhassa halîfeliğinin ilk yılları, İslâm târihinin altın yılları olmuştur. Devrinde birçok yerler fethedilmiştir. Horasan, Hindistan, Mâverâünnehir, Kafkasya, Kıbrıs adası ve Kuzey Afrika’nın birçok yerleri, O’nun devrinde İslâm topraklarına katılmıştır.

Resûlullah efendimiz haber verdi

Hz. Osman, herkese lâyık olduğu vazîfeyi verirdi. Onun ta’yîn ettiği vâliler, askerlikte ve memleketleri fethetmekte, en seçme kimselerdi. İslâm memleketleri batıda İspanya’ya, doğuda, Kâbil ve Belh’e kadar genişledi.

Birgün Resûlullah efendimiz, Eshâb-ı kirâma, meydana gelecek fitneleri zikrediyordu. O sırada kendini örtmüş bir kişi geçiyordu. Server-i âlem buyurdu ki:

- O fitne günü bu şahıs, hidâyet üzere olacaktır.

Kalkıp o şahsa baktılar. Osman bin Affân idi.

O şahsı Resûl-i ekreme göstererek dediler ki:

- Yâ Resûlallah. Bu mudur?

Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

- Evet.

Yine aynı husûsta Hz. Âişe-i Sıddîka’dan rivâyet edilen hadîs-i şerîfte buyurulmuştur ki:

(Yâ Osman! Allahü teâlâ sana hilâfet denen bir gömlek giydirecek. Eğer münâfıklar onu soymak isterlerse, bana kavuşuncaya kadar sakın onu çıkarma!)

Bu hadîs-i şerîf sebebiyle Hz. Osman, muhâsara edildiği zaman halîfelikten çekilmemiştir.

Halîfeliği sırasında adâlet ile davranmaya çok dikkat ederdi. Birgün bir gencin kulağını çekti. Gencin kulağı acıyıp şöyle dedi:

- Efendim, herkesin birbirinden hakkını alacağı kıyâmet gününü düşününüz.

Benim kulağımı çek

Bu söz Hz. Osman’a çok te’sîr etti. Buyurdu ki:

- Ey genç, sen de benim kulağımı çek, ödeşelim.

Genç, Hz. Osman’ın kulağını çekti. Hz. Osman;

- Biraz daha çek, buyurunca, genç dedi ki:

- Siz Kıyâmet gününü düşünerek korktunuz. Ben de o günkü hesaptan korkuyorum.

Hz. Osman buyurdu ki:

- On şey çok zâyi olmuştur: Suâl sorulmayan âlim, amel edilmeyen ilim, kabûl edilmeyen doğru görüş, kullanılmayan silâh, içinde namaz kılınmayan mescid, okunmayan mushaf, Allah yolunda dağıtılmayan mal, binilmeyen vâsıta, dünyayı isteyenin içindeki zühd ilmi, içinde âhiret yolculuğu için azık edinilmeyen uzun ömür.

Hz. Osman zamanında İslâm dünyası çok genişledi. Bütün Arabistan, Afrika’nın büyük bir kısmı, Irak, Hindistan, Çin, Buhara, Türkistan, İran İslâmın idâresi altına girdi. İslâm sancağı İstanbul surları önüne kadar götürüldü.

Fethedilen yerlerdeki halk seve seve Müslüman oluyordu. Böylece Müslümanların sayısı milyonları buldu. Müslümanların bu kadar çoğalması, her milletten insanın bulunması sebebiyle, karışıklıklar da baş göstermeye başladı. Münâfıklar, Müslümanların arasına fitne tohumları ekmeye başladılar.

İbni Sebe yapıyordu

Yahûdîler ve diğer İslâm düşmanları, Müslümanları birbirine düşürmek için el birliği ederek gece gündüz çalışıyordu. Bunların elebaşılığını da Yemenli bir Yahûdî olan, Abdullah bin Sebe yapıyordu.

Mısır’da fitneci kimseleri başına topladı. Kurduğu bir teşkilâtla, câhil ve başıboş Mısır kıptîlerini dünyalık şeylerle kandırarak, çapulcu alayı meydana getirdi.

Onüç bin kişilik bu çapulcu takımı, Medîne’ye kadar yürüyüp Halîfeyi indirmek istediler. Hz. Osman’ın evini kuşattılar. Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Talhâ, Hz. Osman’ın kapısında nöbet tutuyorlardı.

Hz. Osman, evini saran âsîlere seslenip dedi ki:

- Elebaşlarınızdan iki kişi benim yanıma gelsin!

İstediği iki kişi gelince onlara sordu:

- Resûl-i ekrem efendimiz, Medîne’ye teşrîf ettiği vakit, Müslümanlar susuzluktan kırılıyordu. Peygamber efendimiz, Rûme kuyusunu satın alıp, Müslümanlara bedava su veren kimseye Cenneti va’detti. Bu va’d üzerine kuyuyu satın alıp, Müslümanlara vakfeden ben değil miyim?

- Evet sen idin?

- Darda kalan, İslâm ordusunun tamamını donatan, ben değil miyim?

- Evet sendin?

- Mescid dar geldiği vakit, Resûl-i ekrem efendimiz, “Cennette daha hayırlısını almak üzere, falancanın arsasını kim alıp mescide ilâve eder” buyurduğu vakit onu satın alıp, mescide katan ben değil miyim?

- Evet sensin.

- Resûl-i ekrem, Ebû Bekir ve Ömer ve ben, Sebir dağında otururken, dağ sallanmaya başladığında, “Ey Sebir dağı dur! Zîrâ senin üzerinde bir Peygamber, bir sıddîk ve iki şehîdden başka kimse yoktur!” buyurmadı mı?

- Vallahi doğru söylüyorsun. Aynen öyle oldu.

Fitneden koru

Hz. Osman, “Allahü ekber” diye tekbîr aldı. Sonra:

- Şâhid olun ki, ben şehîdim, buyurdu.

Bu sırada, âsîler duvarı atlayarak içeri girdiler. Hz. Osman Kur’ân-ı kerîm okurken, saldırıp şehîd ettiler. Son nefesini verirken şöyle duâ etti:

- Yâ Rabbî, Ümmet-i Muhammedi, tefrikadan, fitneden koru!

Bunu üç defa tekrarladı.

Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Abdullah bin Selâm hazretleri anlatır:

“Muhâsara esnâsında, Hz. Osman’ın yanına gittim. Bana şunu anlattı:

Bu gece rü’yâmda, şu pencereden Resûl-i ekrem efendimizi gördüm. Aramızda şu konuşma geçti:

- Osman seni muhâsara ettiler öyle mi?

- Evet yâ Resûlallah!

- Seni susuz bıraktılar öyle mi?

- Evet yâ Resûlallah!

İftârı bizimle yap

Bunun üzerine Resûlullah efendimiz bana bir bardak su verdi. Ve ben bu suyu içtim. Göğsümde soğukluğunu hâlâ duyuyorum. Bana buyurdu ki:

- İstersen seni onlara galip getirelim veya istersen iftârı bizim yanımızda yap!

- Yâ Resûlallah, ben sizin yanınızda iftâr etmeyi tercîh ederim.”

Abdullah bin Selâm hazretleri, Hz. Osman’ın yanından çıktıktan sonra isyâncılara dedi ki:

- Tarihte öldürülen her peygamber için yetmiş bin asker öldürülmüştür. Öldürülen her halîfe için de onbeş bin kişi öldürülmüştür. Gelin bu işten vazgeçin! Yoksa âhirette bunun cezâsını çok şiddetli olarak çekeceksiniz! Ayrıca Hz. Osman’ın üzerinizde çok hakkı vardır.

Fakat âsîler sözünü dinlemediler, ayrıca kendisine hakâret ettiler.

Hz. Osman, bir çocuğu doğduğu zaman, onu yedinci günü kucağına alırdı.

Kendisine bunun sebebi sorulduğunda şu cevabı verdi.

- Kalbime onun sevgisinin düşmesini istiyorum. Eğer ölürse göstereceğim sabır ve metânetten dolayı alacağım sevâb daha büyük olur.

Bire yediyüz verene verdik

Bir defasında Medîne’de kıtlık vardı. O sırada Hz. Osman’ın Şam’dan yüz deve yükü buğday kervanı gelmişti. Eshâb-ı kirâm satın almak için yanına gittiler. Hz. Osman dedi ki:

- Sizden daha iyi alıcım var ve sizden daha fazla veren var, ona vereceğim.

Eshâb-ı kirâm durumu Hz. Ebû Bekir’e bildirip dediler ki:

- Kıtlık zamanında böyle yapması uygun olur mu?

Hz. Ebû Bekir buyurdu ki:

- Hz. Osman Resûlullahın dâmâdı olmakla şeref kazanmıştır ve Cennette onun arkadaşıdır. Siz onun sözünü yanlış anladınız, beraber gidelim.

Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman’ın yanına gidip durumu anlatarak buyurdu ki:

- Yâ Osman, Eshâb-ı kirâm senin bir sözüne üzülmüşler.

Hz. Osman şu cevabı verdi:

- Evet ey Resûlullahın halîfesi, onlardan iyi alıcı olan, bire yediyüz veriyor. Onlar bire yedi veriyor. Biz bu buğdayı bire yediyüz verip alana verdik.

Bundan sonra yüz deve yükü buğdayı Medîne’de bulunan fakîrlere, Eshâb-ı kirâma bedava dağıttı. Yüz deveyi de kesip fakîrlere yedirdi. Hz. Ebû Bekir bu işe çok sevinip, Hz. Osman’ın alnından öptü.

Şuurlu Müslüman

Şuurlu Müslüman ifsada hizmet etmez! Erbakan, görev süresi dolan Ahmet Necdet Sezer’i eleştirdi.


m.gazete



Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Müslümanlığın önce şuur dini olduğunu belirterek, “Maharet sadece şeklen namaz kılmak, oruç tutmak ve sakal bırakmak değildir. Müslümanlık önce şuurla anlamaktır. Ben hayırlı amel işleyip ifsadı önleyeceğim demektir. Aklımızı başımıza alacağız. Şuurlu olacağız ve kendimizi cehennemden koruyacağız” ifadelerini kullandı.



Erbakan, görev süresi dolan Ahmet Necdet Sezer’i eleştirdi. Sezer’in millet tarafından tasvip edilmediğini belirten Erbakan, “Bu zamana kadar yaptığı beyanatları hep milletimize ters düşmüştür. Millet temsilcisinin dini inançlarına bağlılığı bakımından halk ıstırap çekmiştir. Ancak yapılacak birşey de yoktur. Cumhurbaşkanıdır. Millet yapılanları hep içine atmıştır” dedi.



NEVZAT ÖZPELİTOĞLU /



54. Hükümet Başbakanı ve Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan Altınoluk’ta yaptığı geleneksel Cuma sohbetinde ülke meselelerine değinirken 4 önemli nokta üzerinde durulması gerektiğini anlatarak şöyle konuştu: “Birincisi, bir seçim geçirdik ve bu seçimlerde ne oldu? İkincisi, seçimlerden sonra bir ay geçti bu bir ay zarfında ne oldu? Üçüncüsü, bu geçen zaman bizim lehimize mi işledi yoksa aleyhimize mi işledi? Dördüncüsü ise, inançlı insanlar olarak ne yapmamız lazımdır? Önce bir defa unutmayalım ki seçimler bir hava meselesidir. Bir rüzgâr eser, insanlar o rüzgârın tesiri altında kalırlar ve hele bir de sağlam ölçüleri, şuurları tam yerinde değilse bu takdirde yapılan propagandalara kolaylıkla kapılırlar, estirilen rüzgâra tabi olurlar. Her seçimde olduğu gibi bu seçimde de böyle oldu. Önemli olan bu rüzgârın hayır yolunda esmesidir.”



“Halk başörtüsü düşmanlığı istemediği için AKP’ye oy verdi”

Erbakan seçimlerde estirilen rüzgâra değinerek şöyle konuştu: “Önce bir defa şu giden Cumhurbaşkanı hiçbir zaman millet tarafından tasvip edilmemiştir. Bütün beyanatları hep milletimize ters düşmüştür. Millet temsilcisinin dini inançlarına bağlılığı bakımından halk ızdırap çekmiştir. Ancak yapılacak bir şey de yoktur, Cumhurbaşkanıdır. Millet bunun yaptıklarını konuştuklarını hep içine atmıştır. Ve bir imkân olsa da bunun acısını alsam diye içinde biriktirmiştir. Bundan başka bir YÖK var ülkemizde. İmam Hatiplerin kat sayılarıyla oynuyor. Başörtülü evlatlarımızı imtihanlara sokmuyor, din derslerinin içini boşaltıyor, sürekli olarak milletimizin Millî ve manevi değerlerine dil uzatıyor. Milletimiz bundan da hoşnut olmuyor. Bunun yaptıklarını da içinde biriktiriyor. Biriktiriyor fakat elinde yapacak bir şeyi de olmadığı için bir imkân bulsam da bunun acısını alsam diye susuyor. Bunlara ilaveten bir de CHP var. Bu CHP, bu AKP için adeta bir kaynak olmuştur. AKP’nin bir nevi tehdit ettiği insanlar bu defa kurtuluş için AKP’ye sarılmışlardır. Yani ekilen tohumlar seçim zamanı biçilmiştir.”



Bir dördüncü önemli nokta ise Cumhuriyet Mitingi adı altında yapılan mitinglerdir. Bu mitingleri köy kahvesinde izleyen bizim Kasketli Ahmet’i bir düşünün. Kasketli Ahmet 3 milyonluk mitingleri görünce hemen aklına 3 yıl evvel Filipinler’de, Endenozya’da olan tsunamiler geldi. Çünkü bu felâketi unutmadı hâlâ hatırında. Mitingleri ve atılan sloganları da duyunca ‘yahu bunlar din düşmanlığı yapıyorlar. Şayet Halk partisi iktidara gelirse korkunç bir din düşmanlığı yapar, öyleyse aman bunlara fırsat vermeyeyim. Tsunaminin önüne dalga kıran koyayım. Aman bu CHP gelmesin. Çünkü ben din düşmanlığı istemiyorum, ben başörtüsü düşmanlığı istemiyorum’ dedi ve ayrıca bu zatın hanımı başörtülü, bu adam bundan dolayı Cumhurbaşkanı olamaz yaygaraları da ortaya atılınca millet patlama noktasına geldi ve başörtüsüne uzanan ellere karşı nefret duydu” ifadelerini kullandı.



“Kelime-i şahadet yetmez”

Erbakan, “Bakın biraz evvel camide hoca efendi ne güzel söyledi. Bir insan ömrü boyunca bir defa kelime-i şahadet getirirse sonunda cennete gitmeye hak kazanır. Ne diyorum dikkat edin. Sonunda cennete gitmeye hak kazanır. Peki, ara yerde günah işlediyse? O zaman cehenneme gider, Kelime-i şahadet getirdiği halde. Kelime-i şahadet insanı sonunda cennete götürür ama cehennemden tamamen korumaz. Günah işleyip Cenab-ı Hakk’ın affına mazhar olmazsa gidişat cehennemdir! Müslümanların inancı dün böyleydi, bugün de böyle. Bunu ben söylemiyorum dinimiz söylüyor. Allah cümlemizi böyle bir akıbetten muhafaza buyursun” şeklinde konuştu.

Millî Görüş Lideri Erbakan, “Öyleyse aklımızı başımıza almak zorundayız. Kelime-i Şahadet getirmekte bir yerde yetmiyor. Şuurlu Müslüman olacağız, kendimizi cehennemden koruyacağız. Nasıl koruyacağız? Cenab-ı Hak bize nasıl korunacağımızı göstermiş. Rabbimizin gönderdiği kitap oku diye başlıyor. Okuyup neyi öğreneceğiz? Hayır nedir, şer nedir. Salih amel nedir, ifsat nedir bunları öğreneceğiz. İyi insan olmak için hayra hizmet edeceğiz, şerri önleyeceğiz. Müslümanlık demek bu demektir” ifadelerini kullandı. “Maharet şeklen namaz kılmak değil, oruç tutmak değil, sakal bırakmak değil” diyen Erbakan, “Müslümanlık önce şuurla anlamaktır. Ben hayırlı amel işleyip ifsadı önleyeceğim demektir” ifadelerini kullandı.



Kötülükler, iktidarla önlenir

Erbakan sözlerini şu şekilde tamamladı: “Kötülükler iktidar ile önlenir. Şuurlu yönetimle önlenir. Peki buraya kadar saydığımız kötülükleri yapan bir iktidar iyi niyetle desteklenirse ne olur? İfsada hizmet etmiş olunur. Şuurlu Müslüman şartlar ne olursa olsun ifsada hizmet etmez. Şuurlu Müslüman akılla hareket eder. Benim bu yaptıklarım hayra mı hizmet ediyor, yoksa şerre mi bunu bilir. Müslüman şekle bakarak aldanmayacak, akıllı adam olacak. Bu da ancak şuurla olur.”



“AKP dikenlerin gübresidir!”

Erbakan sözlerinin bir bölümünde sakallı Hüsnü diye tanımladığı AKP ye oy veren cemaate sorarak, nereden kaçıyorsun ey sakallı Hüsnü? Bak bu din düşmanları geliyor. Bunlar şayet CHP olarak iktidara gelirse diye kaçıyorsun öyle mi? Bu din düşmanlığı dediğin bu dikenler nasıl oldu da bu kadar çoğaldı? Sen işin hâlâ farkında değilsin ey sakallı Hüsnü!



Bu sarıldığın AKP bu dikenlerin gübresidir. Bu dikenleri o besliyor. Neden? Çünkü Referansım İslam değildir diye ortaya çıktı. Millî Görüş gömleğini çıkarttım dedi. Avrupa Birliği’ne her halûkârda gireceğim diyor. Zina suç olmaz diye kanun çıkarıyor. Başörtüsü meselemiz değildir diyor. Esnaf kredisi yerine domuz kredisi çıkarttı. 4–5 yıldan beri bunları yapa yapa bütün bu din düşmanlarını o besledi. Sen şimdi gitmişsin ve bu din düşmanlarından kaçarken ilaca sarılman lazım gelirken, gübreye CHP dikeninin gübresine sarılıyorsun. Yahu o dikenleri bu gübre büyütüyor. Sen çok ters bir iş yaptın sakallı Hüsnü! Bir şey yapıyorum zannettin, din düşmanından kaçıyorum zannettin amma ne yaptığının farkında bile değilsin. Şimdi böyle bir seçim gerçeğini yaşadığımız için bu sebeple Şuur diyorum.”



Tsunamiye karşı dalgakıran!

Bütün bunlar biriktikten sonra seçim yapıldı. Bu seçimler esnasında zaten medya işbirlikçilerin elindeydi ve onların yanında yer aldı. Siyonizme hizmet edenlerin yanında yer aldı. Ve milletimizi var güçleriyle istedikleri istikamete sürüklemeyi başardılar. Milletimiz de bu tsunamilerden kaçmak için bir sığınak aradı. Millet nereye gidecek? Elbette Saadet Partisi’ne. Ancak Saadet Partisi geçen seçimlerde Yüzde 3 oy almış acaba barajı geçer mi? Acaba tek başına iktidar olabilir mi? Kafasında hep bu sual var. Oyum boşa gider mi dedi ve ne bulduysa dalga kıran yapmak için önüne yığdı. Moloz, çer-çöp, cam kırığı, şişe hepsini topladı bir araya ki buna AKP deniliyor. Böylece bu gelen tsunamiye karşı dalgakıran yapmaya çalıştı.

Çağımızın Bir (Başka) Kahramanı: Topal Osman (19.02.2006)

Falih Rıfkı Atay Çankaya kitabında “Savaş bitip de İngilizler ve müttefikleri, İttihatçı ve hele Ermeni öldürüşçülüğünün hesaplarını sormak yoluna gidince, ne kadar gocunan varsa silahlanıp bir çeteye katılmıştır” der. Hakikaten de, Milli Mücadele’nin önemli isimlerinden Yenibahçeli Şükrü Bey, Deli Halit Paşa, Küçük Kazım, Hilmi, Nail Beyler, veya daha sonra Cumhuriyet hükümetlerinde bakanlık yapan Şükrü Kaya, Abdülhalik Renda, Pirinççizade Arif Fevzi, Ali Cenani Bey, Tevfik Şükrü Aras gibi yüksek sınıftan beylerin de Ermeni Tehciri’nde rolleri vardır. Celal Bayar ise Ben de Yazdım adlı 8 ciltlik kitabında Milli Mücadelenin diğer önemli isimleri olan, İsmail Canbolat, Pertev ve Cafer Tayyar beyler, Yüzbaşı Arap Nuri, Yüzbaşı Hüsamettin, Ahmet Rıfat, Yüzbaşı Tahir, Kara Kemal gibi şahsiyetlerin 1914’de Ege’de yürütülen Rum tehcirindeki rollerini kendi açısından pek güzel anlatır. Bunların dışında, İpsiz Recep, Dayı Mesut, Kara Aslan, Kel Oğlan gibi birçoğu isimleriyle müsemma çetecilerin, Giritli Şevki, Giritli Caferaki, Çerkez Ethem ve Reşit kardeşler, Serezli Parti Pehlivan gibi kabadayıların da Ermeni ve Rumlara yönelik pek çok katliama karıştıkları bilinir. Milli Mücadele’nin Ege’deki mutemet adamı Demirci Mehmet Efe’nin yörede işlemedik suç bırakmadığı için dağa çıkan bir eşkıya olduğunu, Milli Mücadelede yer almak suretiyle bu suçlarından arındığını biliyoruz. Efe’nin Rum ahaliyi tehcir etmek konusunda ters düştüğü Türklere kızıp Denizli’yi ateşe vermesini ise olayları soruşturmak üzere Ankara’dan gönderilen Asliye Hukuk Hakimi Sındırgılı Süreyya Bey gayet güzel anlatır. Bu kişilerin her birinin hikayesi çok ilginçtir ama Topal Osman’ın temsili nitelikteki öyküsü hepsinden daha zihin açıcıdır.


ASKER KAÇAĞINDAN KAHRAMANA

Topal Osman’ın tarih sahnesine ilk çıkışı 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Giresun’dan topladığı 100 kişilik çeteyle Trabzon hapishanesinin kapısını açtırıp 150 mahkumu çetesine ilave etmesiyledir. Kendi ifadesine göre 1. Balkan Harbinde yaralanarak topal kalmıştır. Topal Osman’ın gönüllüleri (!) Teşkilat-ı Mahsusa’ya bağlı olarak Artvin yöresindeki Ermeni tehcirinde görev (!) yaparlar. Nisan 1916’da Borçka’da Ruslara karşı savaşan Türk ordusuna katılan Topal Osman, orduda olduğunu unutup kabadayılığa devam etmekle kalmayıp, sıcak çarpışmaları görünce kaçma emareleri gösterince, komutanı kendisini affetmez ve 50 değnekle cezalandır. Değnekler, kahramanımızın alelacele çürük raporu alıp memleketine geri dönmesine yeter de artar bile. (Arif Cemil, 1. Dünya Savaşında Teşkilat-ı Mahsusa)





Asker kaçağı Topal Osman bir süre sonra Giresun-Samsun havalisinde ortaya çıkar. Bölge uzun süredir bağımsız Pontus Devleti’ni kurmayı hedefleyen Rum çeteleri ile uğraşmaktadır. İttihatçıların gizli örgütü Teşkilat-ı Mahsusa’nın son başkanı Hüsamettin Ertürk’e göre Mustafa Kemal’in Samsun'a gelir gelmez Havza'da Osman Ağa ile görüşmüştür. (İki Devrin Perde Arkası) Halbuki bu sırada Topal Osman İstanbul Divan-ı Harbi tarafından Ermeni katliamlarına katılmaktan aranmaktadır. Anlaşılan bu alandaki maharetlerinden Rumlara karşı yararlanmak ihtiyacı doğmuştur ki, 8 Temmuz 1919'da Osman Ağa hakkındaki tutuklama kararı Padişah Vahdettin tarafından kaldırılır. Topal Osman, Muhafazai Hukuk-u Milliye Cemiyeti Giresun Şube başkanı olur ardından Erzurum Kongresi’nde Mustafa Kemal’e muhalefet edenleri sindirme görevini başarı ile yapar. H.İ. Dinamo’ya göre Mustafa Kemal “Pontus belasından kurtulmayı Topal Osman’ın tecrübeli ellerine” bırakmıştır. Topal Osman da “Siz hiç merak etmeyin Paşam. Bu Pontus Rumlarına öyle bir tütsü vereceğim ki, hepsi mağaralarda eşek arısı gibi boğulacak” der. (Kutsal İsyan, 2. Cilt)

Falih Rıfkı’ya göre Topal Osman basılan her Türk evine karşı 3 Rum evini basmak, mezarını kendine kazdırıp diri diri adam gömmek, vapur kazanlarında kömür yerine canlı adam yakmak gibi zulüm ve işkenceleri ile bölgeyi Rumlardan tamamen temizler. Görevinde ne kadar başarılı olduğunu Genelkurmay raporlarından anlarız. O tarihte çetecilik olayına karışan Rum sayısı 11.118 iken Rum çeteciler tarafından öldürülen Türk köylü sayısı 1817’dir. 1914 Osmanlı Salnamesi’ne göre Trabzon, Sivas ve Kastamonu vilayetlerinde yaşayan 450 bin Rum’dan 86 bini 1. Dünya Savaşı sırasında Rusya’ya göç etmiş, 322 bini 1923 nüfus mübadelesiyle Yunanistan’a gitmişti. Aradaki fark olan 65-70 bin Rum’un 1916-1923 arasında şu veya bu şekilde hayatını kaybettiği tahmin edilir. (Aktaran Stefanos Yerasimos, Pontus Meselesi, Toplum ve Bilim, 1988-89 Güz sayısı.)

TEHCİR ZENGİNİ

Ocak Ağustos 1920’de 3. Fırka komutanı Rüştü Bey BMM’ye Osman Ağa’nın eşkiyalığından, taşkınlığından şikayet eder. Mustafa Kemal’den Topal Osman’a çekilen tel şöyledir:

“Hizmet vatanseverliğini takdir, fakat işlerinizde daima hükümeti güçlendirecek biçimde hareket etmeniz.” 1921’de Lazistan mebusu Osman Bey Mustafa Kemal’e bir telgraf gönderir “Bu cahil adamın şimdiye kadar Giresun’da yapmadığı rezalet kalmadı. Rumlardan ve ahaliden aldığı yüz binlerce liranın hesabını kimse soramıyor. Şimdi eşkıyalığını Trabzon liman içinde yapmaya başlıyor ki… bu halin devamı pek çok çirkin olaya sebebiyet verecektir.”

Giresun Sancağı Reji Müdürü Rükneddin Bey daha da cesurdur. Uzun mektubunda şöyle der:

“Osman Ağa tümden cahil biri olup, geçmişte bir hiç olduğundan bahsetmeye gerek yoktur. 1. Balkan Harbinde bir ayağının sakat kalması sonucu gördüğü iltifat ve yardımlardan başlayarak kahvecilik, balıkçılık yaparken, göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir zamanda milyonerliğe çıkan bu zatın kurduğu zenginliğin…. zorla ele geçirme olduğunu gözler önüne arz ederim. Memleketi terk ederek başka bir ülkeye kaçan Rumların mülk ve bahçelerini kendine, akraba ve soyuna sopuna ve dalkavukları arasında böldüğü gibi, bunların İslam halktan alacaklarına karşılık kasalarında sakladıkları senetleri (...) çaresiz köylülere geri vereceği yerde (...) senetleri zorla ödetmek veya karşılığında bir bölüm Müslümanların bağ ve bahçelerini zaptetmiş ve tapularını elde etmiştir (...) Batı cephesinde görünüşte vatan hizmeti ile uğraşırken bile memleketi hâlâ pençesinde tutmak için her araca başvurmakta ve acımasız işler yaptırmaktadır.”

Aynı tarihlerde hazırlanan resmi bir rapora göre Topal Osman, Samsun havalisinde 900 kişiyi bir mağaraya koyup öldürmüştür. Bu raporlara Mustafa Kemal’in cevabı

“Osman Ağa hakkında şikayet edilen hallerden bittabi pek müteessir oldum (...) Bu biçim hareketlerin onaylayıcısı ve destekleyicisi olmadığımı bu vesile ile hatırlatmak isterim (...) Ancak şikayetnamenizin son fıkralarında ‘kendi kendimizi müdafaa ederiz’ tarzındaki lüzumsuz ve yersiz görmekteyim efendim”

şeklindedir. Aslında işlediği suçlar hakkında adeta bir referans mektubu işlevi görmüş gibidir çünkü, bir ay sonra Topal Osman BMM tarafından Mustafa Kemal’in Muhafız Alayı Komutanı olarak Ankara’ya davet edilir ancak Osman Ağa yolda da boş durmaz ve Çorum-Alaca civarında evlere tecavüz eder, bazı hayvan ve malları gasp eder. Olayları rapor eden içişleri ve savunma bakanlığı telgrafları üzerine Mustafa Kemal’in Topal Osman’a yazdığı kısa telde “Yol boyunca müfrezeniz erlerinden bazıları uygunsuz hallere baş vurduklarından bahisle şikayet edilmektedir. Buna kesinlikle ihtimal vermiyorum…” sözcükleri anlayana çok şey söyler. (Cemal Şener, Topal Osman Olayı’nın ekindeki Cumhurbaşkanlığı arşiv belgeleri) 28 Ocağı (1921) 29 Ocağa bağlayan gecede, Kazım Karabekir’in son derece mahir manevrası sonucu, Rusya’dan ülkeye dönüş yapmaya kalkan, TKP üyesi Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının hançerlenerek Karadeniz’in karanlık sulara atılmasının sorumlusu balıkçı kahyası Yahya ve adamları da Topal Osman’ın yoldaşlarıdır. Kayıkçı Yahya daha sonra Mustafa Kemal’in emri ile öldürülmüştür. Bu olay da aydınlatılmayı beklemektedir.

Mustafa Kemal’in artık en yakın adamı olan Topal Osman’ın oluşturduğu 47. Alay, Mart 1921’de patlak veren Koçgiri Kürt isyanını bastırırken öyle zalimane yöntemlere başvurur ki, Meclis’te büyük tartışmalar yaşanır. Topal Osman sadece isyancı Kürtleri değil, Suşehri, Koyulhisar, Reşadiye, Niksar ve Erbaa’daki Ermeni ve Rumları da öte dünyaya havale etmiştir. (Ahmet Emin Yalman’ın Topal Osman’la Mülakatı, Vakit, 19.2.1922) Birliği ile oradan Sakarya Meydan savaşına katılmak üzere yola çıktığında son bir hamle yapar ve Merzifon’un Rum ve Ermeni ahalisini katleder. Kahramanımız, ideolojik önderi, Tirebolulu Binbaşı Hüseyin Avni Bey komutasında Sakarya’da savaştıktan sonra sağ salim geri döner. (Bugün çok yaygın olan ve Topal Osman’ın cepheye 6000 kişilik Giresun gönüllü ile gittiği, bunların 5500’ünün şehit olduğu efsanesine gelince: Falih Rıfkı ve Alptekin Müderrisoğlu gibi ciddi kaynaklara göre Sakarya Meydan Savaşı’nın tüm şehit sayısı 3282’dir. Yani Topal Osman hayranlarının verdikleri rakamlar tamamen uydurmadır.)

ALİ ŞÜKRÜ OLAYI

Topal Osman’ı daha da popüler yapacak olay ise ufuktadır. Bilindiği gibi Birinci Mecliste Mustafa Kemal ve arkadaşlarının oluşturduğu 1. Grup ile Mustafa Kemal’e çeşitli nedenlerle muhalefet edenlerden oluşan 2. Grup sürekli çatışma içindedir. 2. Grubun liderlerinden biri de Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey’dir. Dini konulardaki hassasiyetleri ile dikkati çeken Ali Şükrü Bey, Mustafa Kemal’in Hakimiyeti Milliye gazetesine karşılık Tan gazetesini çıkarmakla yetinmez bir de Hilafet yanlısı broşür bastırır. Lozan görüşmeleri sırasında İsmet İnönü’nün hariciyeci olmamasını eleştiren Ali Şükrü, bu dönemde meclis çalışmalarını engelleyerek Mustafa Kemal’in tepesini iyice attırmıştır. Hatta Mustafa Kemal’le birbirlerinin üzerine yürümüşlerdir. Bu günlerde Ali Şükrü Bey birden ortadan kaybolur. Kayboluşunun üçüncü günü kardeşi bakanlar kuruluna başvurur, bir çobanın ihbarıyla boğulduğu anlaşılan ölüsü Ankara civarındaki Mühye köyü civarında bulunur. Kurulan bir komisyon bazı somut delillerden (örneğin Ali Şükrü Bey’in sıkılmış yumruğunun arasında bulunan hasır parçasının Topal Osman’ın evindeki sandalyeden kopmuş olduğu tespit edilmiştir) hareket ederek Topal Osman’ın suçlu olduğuna karar verir. Anlaşıldığı kadarıyla, Topal Osman, Ali Şükrü Bey’in Mustafa Kemal’i sürekli üzmesine tahammül edememiş, (yani durumdan vazife çıkarmış) ve Ali Şükrü Bey’i, Mustafa Kemal tarafından kendisine bağışlanan Papazın Bağı denen yerdeki evine davet ederek öldürmüştür.

Olayın ortaya çıkması üzerine Topal Osman’ın nasıl teslim alınması gerektiğine dair harekat planını bizzat Mustafa Kemal hazırlar ardından eşi Latife Hanımla birlikte Çankaya Köşkü’nden ayrılıp, İstasyon civarındaki eve çekilir. Alınan tedbir yerindedir, çünkü Topal Osman Ağa teslim olmayı kabul etmediği gibi Çankaya Köşkü’ne gidip öfke ile her yeri kırıp döker. (Rauf Orbay, Yakın Tarihimiz, C.4) Fakat 1 Nisan’ı (1923) 2 Nisan'a bağlayan gece sabaha kadar süren çatışmada yaralı olarak ele geçirilecek, hastaneye götürülürken yolda ölecektir. Nedense başı kesilerek alelacele gömülmüştür. Ancak Meclis daha önce Ali Şükrü Bey’in katillerinin yakalanarak Ulus Meydanı’nda idam edilmesi kararını oybirliği ile aldığı için, başsız ceset mezardan çıkarılır, Ulus Meydanı’nda ayağından darağacına asılır. Olayın arkasında kim vardır sorusu o günlerde herkesi meşgul etmiştir. Mustafa Kemal’in neden İstasyon’daki eve geçtiği, Topal Osman’ın neden Çankaya Köşkü’nü talan ettiği, yaralı halde yakalandığı halde neden kafasının hemen kesilip gömüldüğü gibi konular şüphe çekmiştir. İlginçtir, hemen her konuda bir şeyler söyleyen Mustafa Kemal, bu konuda suskunluğunu korumuştur. Ali Fuat Cebesoy Mustafa Kemal’in Topal Osman’ın ‘tepelenmesi’ sırasında sessiz kalışını biraz imalı biçimde anlatır. (Siyasi Hatıralar) O dönemde TBMM zabıt katibi olan Mahir İz Yılların İzi adlı anı kitabında hem Ali Şükrü Bey’in yıpratıcı muhalefetinden hem de artık hizmetine lüzum kalmayan Topal Osman çetesinden kurtulmak için bir taşla iki kuş vurulduğunu söyler. Türkiye Cumhuriyeti adlı kitabında Mahmut Goloğlu’da benzer bir kanıda olup, Mustafa Kemal’e ömrü boyunca sadık kalmış olan Falih Rıfkı Çankaya kitabında, “Topal Osman da en sonunda nizamlı ordunun kıta Kumanlarından İsmail Hakkı Tekçe tarafından ve Mustafa Kemal’in emriyle Çankaya sırtlarında vurulmuştur” der. Rıza Nur gibi yeminli Mustafa Kemal düşmanının bu konudaki daha ağır ithamlarını tekrarlamaya gerek yok.

EFSANENİN DİRİLİŞİ

Peki bu olayla Topal Osman efsanesinin sonu gelmiş midir? Burası biraz karışıktır. 1925’de bizzat Mustafa Kemal’in emri ile naaşı Giresun Kalesi’nde ilk gömüldüğü yerden alınıp, yine kale içindeki anıt mezara nakledilir. 1981’de Giresun mülki yöneticileri kendisini kahraman ilan etmek için Türk Tarih Kurumu’ndan görüş alırlar ama gelen cevap olumsuzdur. 1983’de Kenan Evren şehri ziyareti sırasında Topal Osman’dan övgüyle söz eder. 1987’de yerel yöneticiler 2 Nisan’larda Topal Osman’ı anmaya başlarlar. Yıllar sonra Susurluk Skandalı’nın baş kahramanlarından emekli tuğgeneral Veli Küçük, güya Giresun'da jandarma bölge komutanlığı yaptığı sırada, Topal Osman Ağa'nın hayatından pek etkilendiğini için adına bir heykel yaptırmaya karar verir. İstanbul'da yaptırdığı heykel, 2001 yılında dikilmesi için Giresun'a gönderilir ama dönemin belediye başkanı, bugünkü CHP Milletvekili Mehmet Işık'ın talimatıyla, depoya kaldırılır. 2002’de heykel konusunda mülki idare, İçişleri ve Genelkurmay arasında bir dizi yazışma yapıldığı haberleri basına sızar. Aynı yıl, Giresun kalesindeki anıtın eski Türkçe yazılı kitabesi üzerindeki metinde Topal Osman’ın “Pontusçuların imhasındaki hizmetlerini” öven cümleleri “milli güvenlik siyaseti” açısından sakıncalı bulunur ve yerine “milli güvenlik siyasetine uygun” Latin harfli yeni plaket konulur. Giresun’un milliyetçileri bu gel-gitlere bir türlü anlam veremezler ve celallenirler. O sırada bir başka kahraman Mehmet Ali Ağca aramıza karışır. Abdullah Çatlı’nın hayalati gözlerimizin önünden geçer. Bize de ülkemizde kahraman kime nedir sorusu üzerine düşünmek, kahraman yaratma geleneğimizin köklülüğüne şapka çıkarmak kalır.

Kısaltılmış hali 23 Ocak 2006 tarihli Radikal İki’de yayımlanmıştır.

SPOR YAZARLARI

Bu herkesin sinir katsayısının en yüksek olduğu kaosun içinde, gırgır yapacağımıza, güleceğimize, güldüreceğimize, eğlenip eğlendireceğimize, niye bu kadar gerginiz, niye bu kadar stresliyiz?


Alt tarafı futbol yorumluyoruz.

Üstelik göz önündeyiz.

Göz göre göre.

Futbol konuşurken, en zeki, en çabuk adamların bile IQ'sunun 50'nin altına düştüğü bu futbol ortamında, hadi "diğerlerinin kendilerine göre bir sebepleri var" diyelim.

Ama...

Yorumcu niye asabi olur, yorumcu niye bağırır niye çağırır, niye gülmez?

Futbol medyasında, üç büyüğün uzantıları var, federasyonun uzantıları var, başkanların, yöneticilerin adamları var.

Her hafta kaşıyorlar da kaşıyorlar.

Hep kendilerine, patronlarına yontuyorlar da yontuyorlar.

Her hafta, her teknik direktöre, her sisteme, her taktiğe, dibine kadar giydirenlere, kendi yorumlarına en ufak bir yorum yapıldığında, ortalığı ayağa kaldırıyorlar.

Nasıl bir hava o öyle?

Nasıl bir tavır o öyle?

Kulaklar dikiliyor, suratlar düşüyor.

Ekşiyorlar.

Nooluyoruz yaa?

Bir kere daha yazalım...

Eğer profesyonel değilseniz, eğer işiniz bu değilse, sağlıklı bir insanın hayatında futbol, aileyle yenen bir akşam yemeği kadar olur.

Ablalarla, teyzelerle, amcalarla içilen bir beş çayı kadar.

Ya da sevgiliyle seyredilen bir film kadar yer alır, insanın hayatında.

Futbol bir yaşam olamaz, yaşamın içinde olur.

Bir insanın hayatı futbol olamaz, futbol insanın hayatının içinde olur.

Eğer böyle olmazsa da...

İşte böyle olur.

Ve...

Futbolu, bu tip insanlar yönetmeli, seyretmeli, yorumlamalı.

Yaşamında aileyle yenen bir akşam yemeklerine, ablalarla, teyzelerle, amcalarla içilen beş çaylarına, sevgiliyle seyredilen filmlere zaman ayırabilen insanlar.

Ve...

Tabii bence.



35'ten sonra istediğin kadar zıplar, yataktan yatağa planjon yaparsın.

Erman Toroğlu, Lig TV yorumcusu - Sivas-Beşiktaş maçının kahramanı İbrahim Akın'a, gece hayatına fazla kapılmaması gerektiğini öğüdünde bulunurken



Haberiniz varmı?



1950 Dünya Kupası Finalleri'ne katılan Yugoslavya'nın kaptanı Rajko Mitic, Brezilya'ya karşı oynayacakları maç öncesi soyunma odasından çıkarken kafasını demir krişe çarparak başından yaralanmıştı. Yaranın dikilmesi gerektiği için Yugoslavlar sahaya 10 kişi çıkmak zorunda kalmış; Mitic başı sargılı olarak oyuna katıldığında ise Brezilya çoktan 2-0 öne geçmişti.





Durmuş Abi!



Adnan Polat saat kaç!..

(Turgay Şeren - Akşam)

Sen öyle diyorsan gider!



Zaten fiziği iyi olan adam kimyada iyidir hocam. Beyni işler, okşizen gider...

(Erman Toroğlu - Maraton, Lig TV)





Başka bir arzunuz!



Şimdi benden özür dile Mösyö!

(Kazım Kanat - Sabah)





Yoldaymış!



Dünyada dengeli takım diye bir şey var. Türkiye'ye daha gelmedi.

(Trabzonspor Teknik Direktörü Ziya Doğan)





Gerets'in ki Gerets'e!



Sezar'ın hakkı Sezar'a, Zico'nun hakkı Zico'ya.

(Haşmet Babaoğlu - 90 Dakika, NTV)





Yemin etme!



Benim bir torunum var, ismi Orkun. Kaleci Orkun'dan dolayı. Bana evlatlar bir torun daha verirlerse ismini Kaka koymazsam Kur'an çarpsın. (Vedat Okyar - Vatan)

(Kazım Kanat - Sabah

Küs onlara!



Beşiktaşlı oyunculara teessüf ediyorum, Tigana'ya teessüf ediyorum. Şu Fenerbahçe'yi yenemediler, şu Fenerbahçe'ye gol atamadılar.

(Sinan Engin - 3. Devre, Kanal D)





Para kazanmak kolay mı?



Burası 48 derece sıcak. Saunada gibiyim. Yanmış gibiyim.

(Ahmet Çakar - Santra, ATV)





Eee... Yani?



Maçı Başkan'la birlikte izledim.

(Alaattin Metin - Akşam)





Estağfurullah!



Üstelik Kezmanın özrüde kabahatinden büyük.Ve hatta biraz dangalakça...

(Ahmet Çakar - Santra, ATV





HABERİNİZ VARMI ?



İngiltere'nin bir taşra şehri olan Kent'in C Genç Takımı Courage Colts, 1976 yılında bir maçta FC Midas'a karşı 1-0 öndeydi. Bu skor, galibiyet için birçok takıma yetmiştir; ancak Colts için öyle olmadı. Golden sonra Colts takımının basireti bağlandı, FC Midas da bu fırsattan fazlasıyla yararlandı. Maç 1-59 bitti.

AS Alkış Pazarlama!



İllaki hoca değişikliği yapacaklarsa, illaki Yılmaz Vural derim. Bir kere; yabancı hocalara göre sudan ucuz... Sayfalar dolusu talepleri yok... Hiç bir şart öne sürmüyor... Kovarken tazminat ödemiyorsun... Del Bosque gibi, FIFA'dan 8 milyon Euro'luk faturayı dayatmaz. Burnundan kıl aldırmayanların yanında, sempatisi de bedava! Yedek kulübesi önünde takla attığı dönemleri çok geride bıraktı. Spor adamlığı kimliği ciddiyet ve önem kazandı. Antalyaspor'a değer yükledi. Adı bilinmeyen futbolcuları, vitrine çıkardı. Kamuoyu yoklaması yapın; 3 büyüklerden hiçbirinin taraftarı, onun adına muhalefet şerhi koymaz. Gazeteciler de bayram yapar. Çünkü onda malzeme bol.

(Ali Sami Alkış - Star)

Taksit yapmamışlar!



İmamotu'yu falan alacağına 10 milyon dolar, yani fazla da bir şey değil... 10 milyon dolar verip Galatasaray gibi bir takıma doğru dürüst 2 tane adam almış olsaydı, bugün Galatasaray'ın durumu bambaşka seviyede olurdu.

(Ömer Çavuşoğlu - Futbolmania, CNNTürk)





Kaç stat gördün?



İlk defa Fenerbahçe Stadı'nda maç seyrettim. Müzeyi falan her yeri gezdim. Dünyada hiçbir yerde böyle stat yok. Ben böyle güzel stat görmedim.

(Sinan Engin - 3. Devre, Kanal D)

Düzelecek Abi!



Gerets, Galatasaray eğer böyle oynayacaksa yandık...

(Turgay Şeren - Akşam)



Tamam! Anladık!

Ahmet Çakar: Göster kardeşim beni, göster. Bana 40 bin kişi, 25 yıl boyunca küfür etti. Benim o zaman böyle dolaşmam lazım (Eller havada, muhtemelen meşhur işaretimizi yapmakta). Lütfen RTÜK'ten de, tüm Türkiye'den de özür diliyorum.

Ersin Düzen: Ekrana çıkmadı hocam, göstermedik.

AÇ: Çıkmadı mı? O zaman şöyle anlatayım: Orta parmağım havada, öbür parmaklarım yumuk sahada çayda çıra yapan çocuklar gibi dolaşmam lazım...

(Santra - ATV)



Çok bilmiş Ulueren!

Sizin hakem olmanız , FIFA kokartı takmanız hakemliği benden iyi bildiğiniz anlamına gelmez Sayın Papila.

(Serhat Ulueren - Telegol, Star)



Sen gelirsen de kendilerini!

Tigana gidiyor diye Beşiktaşlılar deve kessin!

(Sinan Engin - 3. Devre, Kanal D)



Yok mu artıran!

Geçmişe bakarsak Fenerbahçe'nin 70 şampiyonluğu var.

(Can Bartu - Futbol Pazarı, Kanal Türk)



Evet, kötü espri!

Allah aşkına 65 yıllık yaşamını Galatasaray'a adayan Başkan Özhan Canaydın olayların farkında değil mi? Kötü bir espri ama "vefa" sadece Karagümrük'teki bozacının ismi mi?

(Bahri Havadır - Akşam)



Biz de seni seviyoruz!

Bu arada "kupa tiryakisi" Beşiktaş'ın İzmir zaferini de kutluyorum. Başkanları hariç, Beşiktaş ve Beşiktaşlılar'ı da severim.

(Hulki İlgün - Fanatik)



Sence hangisi?

Devrim, Bağdat Caddesi'nde trafiği kapatan taraftar mı, araçlar mı?

(Serhat Ulueren - Telegol, Star)



Şampiyonluk Abi!

Gerets'ten ne bekliyordunuz!

(Turgay Şeren - Akşam)



Bir daha yapmaz, kızma!

Bobo; İbrahim Toraman'ın al da at diye önüne uzattığı topu, sakız gibi ayaklarına yapıştırıyor... Tigana oyundan almasaydı, sahaya dalarak kolundan çekip, ben çıkartacaktım.

(Ali Sami Alkış - Star)



Hoppala!

Bu görüntülere ne diyeceğimi bilmiyorum... Atatürk de seyrediyor bu görüntüleri, öyle hissediyorum ben.

(Sabri Ugan - Telegol, Star)





Yersen!

Maç sonrası Runje ile konuştuk."Görmüyor musun" şeklinde bir amaçla bu hareketi yapmadığını söyledi. Runje hırslı bir oyuncu, ben de onun kadar hırslıyım. Maç içinde olur böyle şeyler.

(Tayfur Havutçu)







Çakar'dan öğütler:

Ersin Düzen: Genç olarak, bu ülkeye yaptığımız meslekte, futbola vermiş olduğumuz gönlümüzde ne yapmamız gerekiyor hocam?

Ahmet Çakar: Sizler, 30 yaş kuşağı ve altı, bu beylerin yaptığı yanlışları, bu beylerin yaptığı hayal alemi yaşamını, bizim yaptığımız oportünist yaşamı yapmayın! Güzel mutlu bir Türkiye için. 45 yaş üstü, bu ülkenin bu hale gelmesinde baş sorumludur. Futbolun, sosyal yapının, ekonomik yapının... Ne bunlar gibi 55 yaşındakilerin yaptığı aymazlığı yapın, ne bizim gibi orta kuşağın yaptığı oportünizmi yapın... Yapmayın kardeşim! Bu ülkeni geleceği sizlersiniz.

(Santra - ATV)







Statta satılıyor!

Bu sular Ali Sami Yen'e nasıl girdi?

(Engin Verel - 3. Devre, Kanal D)







Diyosun!

Her fırsatta Fenerbahçe başkanı ve yöneticilerine saldıran, yalnız futboldan değil hak ve hukuktan da anlamayan bazı kıskanç yazarlar; istedikleri kadar çırpınıp sayfalarca yazılar yazsınlar, kendi kötülükleri içinde boğulacak ve sporseverlerin nefretini kazanacaklardır.

(Necati Bilgiç - Pas Fotomaç)







Söyle hadi söyle!

Ahmet Çakar: Kimin düşeceğini bilmiyorum; ama kimin düşmeyeceğini biliyorum.

Ersin Düzen: Kim düşmeyecek?

AÇ: Söylemem!

(Santra - ATV)







Oooo, dolu!

Galatasaray'da Arda, Sabri, Hasan Şaş dışında para edecek, satılabilecek futbolcu var mı? Söyleyin bana!

(Serhat Ulueren - Telegol, Star)







Ya uyanıkken?

Yılmaz Vural, uykusunda 5 tane Gerets eder.

(Aziz Üstel - Futbolmania, CNNTürk)



Futbolu 1 milyon dolar param, iki evim, bir arabam olsun diye oynamıyorum. 'Bu ülkeden bir kaleci Orkun geçti' dedirtmek istiyorum.

(Kayseri Erciyes kalecisi Orkun Usak)







Haberiniz var mı?



Kuzey Galler'de bir ada takımı olan Amlwch, yalnızca ünlü harflerini değil, bir defasında bütün topları kaybetmiş bir takımın adıdır. Kasım 1999'da Maesgeirchen'le yapılan maçta mevcut dört top da İrlanda Gölü'ne kaçtığı için, maçın ertelenmesi gerekmişti.





Aaa, hayatta inanmayız!

Kazım Kanat: Hocam, sen siyaseti düşünmüyor musun? Vallahi düşün ya!

Ahmet Çakar: Beni ne yapsınlar ya!

KK: Hocam, Deniz Baykal'ı tek bloke edecek adam sen olursun! Vallahi billahi!

AÇ: Ben süt dökmüş kedi gibiyim Abi. Enseme vurursun lokmamı alırsın.

(Santra - ATV)





Çıkmıyor işte çıkmıyor!

O müthiş Cumhuriyet Mitingi'ni yapan İzmir, Süper Lig'e takım çıkaramaz mı?

(Şansal Büyüka-Maraton, Lig TV)





Yok satmış!

Mecidiyeköy'deki Migros'ta su falan kalmamıştır.

(Can Bartu - Futbol Pazarı, KanalTurk)





Bekleyen derviş muradına ermiş!

Özhan Canaydın: Stuttgart'taki ASF Firması Seyrantepe'deki stat konsepti ile ilgili bazı çizimler gönderdi. 9 Mayıs'taki Divan Kurulu toplantısına daha detaylı planlar ve hazırlanacak maketi de getireceğiz. Fakat, ASF Firması'nın gönderdiği çizimler toplantıya geç gelebilir.

Galatasaraylı üye: Bekleriz, 5 senedir bekliyoruz.





Yap da görelim!

Antrenörlük fazla abartılacak bir şey değil İlker Abi.

(Sinan Engin - 3. Devre, Kanal D)





En süper Abi!!!

Tümer'i transfer ederek takımıma iyi bir ağabey kazandırmak istiyorum.

(Seoul Kulübü Teknik Direktörü Şenol Güneş)





Tamam o zaman!

Ahmet Çakar: Voleybol kaç set üzerinden oynanır?

Kazım Kanat: Ben oynamadım, karım oynadı.

(Santra - ATV)





Amiiiinnnn!

Vay anam vay... Sen şu Fenerbahçe'nin büyüklüğüne bak. Pardon, bu arada unutmadan söyleyeyim, 100. yıl nedeniyle Fenerbahçe'nin şampiyon yönetiminin yaptığı çeşitli etkinlikler de cabası. Bu ne zenginlik, bu ne kadar büyüklüktür yarabbi. Darısı öteki büyüklerin başına.

(Hulki İlgün - Fanatik)





İzledik Abi!

Uğur'u iyi izlediniz mi?

(Turgay Şeren - Akşam)







Sarılılar Abi!

Hangi takım Brezilya!..

(Turgay Şeren - Akşam)





Teşbihin hası!

Bakmayın boy problemini gündeme getirmesine, hocanın, İbrahim Toraman'ı tutmadığı ortada ama Milli Takım kapris yeri değil. Ayrıca Gökhan ve Toraman ikiz gibi. Birbirlerini iyi anlayıp, iyi kontrol ediyorlar. Servet-Gökhan Zan ise görücü usülüyle evlenmiş ve sonradan bin pişman olmuş çiftler gibi.

(Turgay Demir - Pas Fotomaç)





Arkasından konuşma! Yüzüne söyle!

Toraman konusunu bir daha düşünmeli Fatih hoca. Hatada ısrar etmemeli. Yoksa Tigana, Gerets ya da Zico'dan ne farkı kalır ki!

(Turgay Demir - Pas Fotomaç)





Memur karıştırıcı buyurmuş ki!

Zico, bana göre tam bir memur antrenör...

(Sinan Engin - 3. Devre, Kanal D)





Peki!

Kazım Kanat: Sen gidip hakem hocalığı yap.

Ahmet Çakar: Ben hakem hocasıyım zaten. Ben hocaların hocasıyım.

KK: Öyle mi?

AÇ: Tabii. Hakem hocası diye çıkanların hocası benim.

(Santra - ATV)





Hoca'dan ücretsiz ders:

Defans oyuncusu önce rakibini bozacak, sonra topu alacak ve en yakın orta saha oyuncusuna verecek.

(Erman Toroğlu - Hürriyet)





Elinden de öpüyorlar mı?

Rui Costa devamlı arıyor. Nuno Gomez ve Di Livio da öyle... Biri birini görüyor selam yolluyor. Geçenlerde Gattuso selam yollamış.

(Milli Takım Teknik Direktörü Fatih Terim)





Ne güzel!

Mahmut Hanefi'yi Fenerbahçe'ye gelmeden önce tanımıyordum. Fenerbahçe'ye transfer olunca Mahmut yanıma geldi. "Abi bana hakkını helal eder misin?" dedi. "15 günde ne hakkım olacak?" dedim. "Abi seni tanımadan önce sana karaktersiz, suratsız diye küfrettim. Günahını almışım. Ama sana bir şey söyleyeyim, ben az küfrettim. Fakat bu Selçuklar, Volkanlar var ya, çok daha fazla küfretti" dedi. Gülüştük.

(Tümer Metin)

Hoş geldin!



Kesilmiş bir kol gibi

omuz başımızdaydı

boşluğun...

Hoş geldin!

Ayrılık uzun sürdü.

Özledik.

Gözledik...

Hoş geldin!

Biz

bıraktığın gibiyiz.

Ustalaştık biraz daha

taşı kırmakta,

dostu düşmandan

ayırmakta...

Hoş geldin!

Yerin hazır.

Hoş geldin!

Dinleyip diyecek çok.

Fakat uzun söze

vaktimiz yok.

Yürüyelim..."

Nazım Hikmet





Başarıya ulaşamayanların yüzde doksanı yenilgiye uğramamıştır. Sadece pes etmişlerdir

PAUL J. MEYER





Yüzyılın gafları-3

FPRIVATE "TYPE=PICT;ALT="



Hepimizin tanıdığı, sevdiği ya da sevmediği spor yazar ve yorumcularımızın söylediği ilginç, komik, unutulmayan sözlerden bir bölümünü daha önce yayınlamıştım... Sizin katkılarınızla üçüncüsü karşınızda...

Eee...Ööö... Düt!!! Maç başladı... (Bülent Karpat) Bir ver-kaç, verdi!.. Kaçamadı... (Galatasaray-Denizli maçı, Öztürk Pekin) Hayırlı vilayetler... (Ziya Şengül, İstanbul Valisi ile konuşurken) Tafferel degajı yaptı şöööle uzunca bir vuruş. Bu bana eski maçları hatırlattı, böyle topu havalara dikmek bayağı önemliydi... Tabi o zamanlar böyle çim sahalar yoktu, sahalar çamur deryasına dönerdi... Bu arada Saffet ve gol. (Galatasaray - İstanbulspor maçı, Orhan Ayhan) Oğuz artık mümkünü olmayan, irreversible, çok zor bir yola girmiştir... (Ahmet Çakar) Bu akşam oynanacak olan Beşiktaş - Galatasaray derbisinin sonucu henüz belli değil... (Zeynep Kasımlıoğlu) Ahmet Çakar: Yahu Fatih bırak şu takımı istifa et, ben yapayım, Ziya Abi'm yapsın, Turgay Abi'm yapsın... Turgay Şeren: Aaaaa Ahmet bilmiyorum ki yapabilir miyim? Ayağım da sakat ama, yaparım herhalde, sen ne diyosun Ziya, yapar mıyım? (Telegol) Kaka bu şakası yok. (Ertem Şener) Fenerli futbolcular gol yemeyerek inanırlarsa turu geçeriz bu akşam. (Fenerbahçe - AZ Alkmaar maçı, İlker Yasin) Ayuso adının anımsattığı şeyi anımsatan davranışlar yapıyor... (Murat Kosova)



Anlatılmaz yaşanır!

Çok güzel bir hakem yaşadık... (Metin Tükenmez, Lyon-Denizli maçını yorumluyor) Pazar Keyfi'nin ardından Lig Mazarı'yla ekrana gelecez... (Şansal Büyüka) Bu maçın önemi de önemli... (Ercan Taner) Eğer Ali Aydın, 'ben o ikinci sarı kartı Victoria'ya değil de yandan geçen Koray'a gösterdim' deseydi, bütün Türkiye ona enteresan yerleriyle gülerdi. (Ahmet Çakar - Telegol) Boks maçında genç kadın hangi raundda olunduğunu gösteren tabelayı taşır, Orhan Ayhan susmaz: Evet, sayın seyirciler, Amerika'da normalde bu kızları güzellerden seçiyorlar, ama bu biraz çarpık bacaklı.... Lukunku mu, kukunku mu o da nerden çıktı?.. (Turgay Şeren) Dejavu oldum zannettim. (Murat Kosova) Engin Verel: Yarınki Letonya maçında Hakan Şükür ilk 11'de sahaya çıkacak... Osman Tanburacı: Çocuktan al haberi! Engin Verel: Sayın Tanburacı, ben 48 yaşındayım. Laflarınıza dikkat edin! (3.Devre) Coly, top diye Hasan'a vurdu. Ama Hasan'ın kafası da top gibi baksana. Vurabilir insan. (Ömer Üründül) Evet sayın seyirciler, bizim futbolcularımız Roma'da polis dövüyorlar... Yapmayın çocuklar... Lima Türkiye'nin Gaziantep'in çok ekmeğini yedi, yakışmıyor ona... (Roma-Galatasaray maçından sonra çıkan olaylar sırasında Güntekin Onay) Özhan Canaydın: Bir yayın kuruluşu da iki tane tüyü yeni bitmiş köpek yavrusunun görüntülerini ''Olimpiyat Stadı'nı kurtlar bastı'' diye göstermişti. Serhat Ulueren: O görüntüleri biz yayınlamıştık. (Star TV)



En büyük Aybaba!

Ben olsam ortada Koray'la İbrahim Toraman'ı oynatırım. Sağda Ali Tandoğan'ı, solda da İbrahim Üzülmez'i oynatırım. Ama ben teknik direktör olsam, Beşiktaş'ı şampiyon yaparım. (Adnan Aybaba - Telegol, Star) Necati kafayı sıyırtabilse gol olacak! (Cüneyt Tanman) Lucescu bizim gibi yukarıdan maça kuşbaşı olarak bakamıyor. (Deniz Gökçe) Ziya Şengül: Galiba ben Türkçe anlamıyorum, özürlüyüm bu konuda. Turgay Şeren: Eeee, o zaman İngilizce anlat. Ziya Şengül: İtalyanca çalışıyorum. (Telegol, Star TV) Kelimenin bittiği yerde Kaka başlıyor. (Ertem Şener) Bülent Karpat: Uğur, sağdan orta geldi vurdun gol oldu, gol nasıl oldu? Uğur Tütüneker: Aynen öyle oldu abi! Yapma be Nielsen yapma! Sen hakemsen, ben de Boğaz Köprüsü'nü yapan mühendisim!!! (Galatasaray - Juventus maçı, Ümit Aktan) Alpay arka ayağını burktu. (Türkiye - Brezilya maçını anlatan spiker) Fenerbahçe'nin teknik direktörü bence İtalyan olacak: Scolari! (Herkesi İtalyan sanan Burcu Esmersoy) Vaaaaaaaaaaaaaaaaaaavvv (Drogba'nın attığı golün güzelliğini golün tekrarında anlayabilen Ömer Üründül)



Messi de Plüton!

Ronaldinho çöldeki bir vaha ise Rooney kutup yıldızı. (Manchester United - Milan maçı, Ertem Şener) Eveet Adanademirspor sahaya yaklaşık 11 kişi çıktı. (Adana'nın özel kanallarının birindeki spiker) Bülent Karpat: Eveeet Rıza, bugün çok güzel oynadın, sağ taraftan Ulvi'nin ortasına ayağının içiyle dokunup gol yaptın, nasıl oldu gol? Rıza Çalımbay: Eee hımmmm... Bülent Karpat: Evet teşekkürler Rıza, top sende sevgili Ümit Aktan... Vee penaltı sayın dinleyiciler. Kim atıyor göremiyorum, ama sanırım Ünal. Yo yok! Hami geldi topun başına, aaa Ünal mı? Bi saniye, haa bu arada gol oldu. Evet Hami atmış. (Orhan Ayhan) Valla çok küfür yiyeceğiz ha! (Newcastle - Fenerbahçe maçının devre arasında Melih Gümüşbıçak) Ahmet Çakar: Galatasaray - Bursa maçındaki skorun baş sorumlusu kimdir ? A- Aslan Kuddusi B- Aslan Mustafa C- Hiçbiri, ben yanlış konuşuyorum o zaman Gürcan Bilgiç: D- Hepsi. (Santra - ATV) Oğuz Tongsir: Şimdi Galatasaray'da Volkan diye bir futbolcu var. Orta sahada topu aldığı zaman yana, sağa, sola değil, direk "dikine" oynayabilen bir futbolcu... Ali Sami Alkış (mırıldanarak): Başına "s" koysan da olur, öyle oynuyor çünkü..



Gaflar hiç biter mi? Ooo, daha çok var... .







İyi film olur!

Galatasaray takımı zaten kendi içinde bir film. İktidar mücadelesi, aileyi felakete sürükleyen baba... Taraftarın aşkı, birkaç futbolcunun teri ve yine taraftarın gözyaşı... Şimdi eldeki malzemeyi kontrol edelim: İhanet, başkaldırı, başarı, iktidar savaşı, aşk... Maç değil Şekspir külliyatından seçme başyapıt mübarek!

(Kanat Atkaya - Hürriyet)





Doğru demiş Abi!

Fatih'in söylediğine göre, futbolda her zaman yenilgi olur.

(Turgay Şeren - Akşam)





Evet!

Ziya Şengül: Sen hep bizim dediğimizin tersini söylüyorsun.

Adnan Aybaba: Abi sen penaltı dedin, ben de penaltı deyince futbolu biliyor mu olacağım?

(Telegol - Star)





Çünkü para yok!

Neden Capello değil de Kalli!

(Bahri Havadır - Akşam)





Diyosun!

Beşiktaş ruhuna sahip, kaybederken bile terinin son damlasına kadar mücadele eden takımımız, bana göre gönlümün şampiyonudur.

(Yıldırım Demirören - Beşiktaş dergisi)





Feldkamp geldi ya!

Öyle Riquelme, buraya gelme, oraya gitme! Galatasaray hiçbir transfer yapamaz.

(Osman Tamburacı - Futbol Pazarı, Kanal Türk)





Aferin sana!

Mehmet Yıldız, çok güçlü beygir gibi. Alınmasın da... Bana da ayı diyorlardı, sorun değil. Ben ayılığımla iftihar ederim.

(Gökmen Özdenak - Telegol, Star)





Allah korusun!

Sürç-i lisan ettiysek affola. Hakkınızı helal edin. Kameraman arkadaşlar, siz de hakkınızı helal edin. Her şey olabilir.

(Ahmet Çakar - Santra, ATV)





Eee?

İstediği kadar AB "Ben, Türkiye'yi almayacağım, ortak yapmayacağım" desin. Biz belki resmi olarak değiliz ama

AB'nin kafasında Democles'in kılıcı gibi duruyoruz. Yani, bu maçtaki seyirci şunu

gösteriyor; "Sen beni almayabilirsin ama eğer almazsan hesabını iyi yap."

(Erman Toroğlu - Hürriyet)





SEVDİK BİR KERE





SEVDİK BİR KERE



JUPP DERWALL

On dört senelik çile bittiğinde o sene, 'sevmeyenler ölsün' diyenlerin aksine rakiplerinin bile saygısını kazanmıştı... Biz tanıdığımızda ak saçlıydı... Yıllar geçti ak saçlıydı... Kimin umrundaki arşivlerdeki gençlik hatıraları... Futbolumuzun ak saçlı, babacan ve öğreteniydi... Öğrettikleri, kimi zaman öğrendiklerine ihanet etse de o hep hakettiği yerdeydi... O şampiyondu... Buraların değil tüm Avrupa'nın... Almanya'nın federal günlerinde en tepedeydi... Ve kapı dışarı edilmeyi de yaşadı... Dışarısı bizdik. Soluğu soluduğumuz havaydı...

O kazandığında, kaybeden renklerin tutkunuydum; ama benim gibi düşünen binlercesi vardı biliyorum... O hepimizin Derwall'iydi... Rakibi, eğitmeni...

Hep unutsak da bazen sertçe darbelerle hatırlarız: Her canlı bir gün ölümü tadacaktır... Ama ölüm sevmeleri ve hüznü engelleyemez ki... Aynı sayfaya hem genç, hem de görmüş geçirmiş bir ömrün ağıtını sığdırmak, bunu hatırlatmaktan başka nedir ki? Ölen için sorun değildir ölüm, peki biz kalanlar? Ya sevdiysek bir kere ve asla geri gelmeyeceklerse...





Klişeler ne demek ister?



Klişeler biter mi? Futbolcu kardeşlerimizin ve teknik direktörlerimizin çok sevdiği bir cümledir "Şanssız goller yedik", sanki şanslı gol yeniyormuş gibi. Sonra "Önemli bir galibiyet aldık" derler bir de, öbür hafta alma ihtimalleri yüksek galibiyetin önemsiz olduğunu mu anlatmak isterler acaba? Spor camiasının üyeleri ne demek istiyor da, bu cümleleri kuruyor? Bir şeyler daha buldum;

Hakem hakkında yorum yapmak istemiyorum: Yaparsam ağzımı bozarım, başım belaya girer. Allah'ından bulsun!

Türkiye'nin en büyük kulübüne geldim: Bana bu kadar parayı hiçbir kulüp veremezdi.

Önemli olan 3 puandı, onu da aldık: Berbat oynadığımızın farkındayım.

Yedek kalmam hocanın takdiridir, saygı duyarım: Şimdilik içime atıyorum. Sezon sonu bilirim ben neler diyeceğimi.

Rakibimizi de mücadelesinden ötürü kutluyorum: Maçı aldık, keyfim yerinde, herkese mavi boncuk dağıtıyorum.

Elimize geçen fırsatları değerlendirebilseydik, bu maç çok farklı olurdu: Forvet oyuncularımız kazma olduğu için yeniliyoruz. Bana kalsa hepsini gönderirim.

Hocam şans verirse formayı giymeye hazırım: Çalışıyorum, uğraşıyorum, adama yaranamıyorum. Daha ne yapayım arkadaş?

Gol yollarında çok şanssızdık: Forvetlerimizin kazma olduğu görüşünde hâlâ ısrarcıyım.

Attığım golü sayın başkanımıza hediye ediyorum: Galibiyet priminde bana bir ayrıcalık da yapar artık.

Mağlubiyeti hak ettiğimizi düşünmüyorum: Maçın 3-0 hükmen bize verilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Benim gol atmam önemli değil: Hocanın gol atması önemli, o zaman haber değeri olur.

Bir anlık dikkatsizlik bize maalesef çok pahalıya mal oldu: Bizim defansla kaleci maçta uyumaya devam ederse biz daha çok yeniliriz.





Şöhret kayar gider. Paranın kanatları vardır, uçar. Kalıcı tek şey, karakterdir!.

Angel Myers Martino (Olimpiyat Altın Madalyalı Yüzücü)





Haberiniz var mı?



Brezilya; 2001 yazında yerel basın tarafından "dünyanın en aptal futbol takımı" ilan edildi. Nedeniyse, "Copa America"nın çeyrek finalinde, Honduras'a karşı 2-0 mağlup olunmasıydı. Bir Muz Cumhuriyeti karşısında yaşanan hezimet, orada futbol sahası için yeterince yer olup olmadığını dahi tam olarak kestiremeyen Brezilyalıların iliklerine kadar işlemişti.









Palavra, palavra, palavra!

Ben sonuna kadar hocamızın arkasındayım. Ona güveniyorum. Eğer itirazı olan veya inanmayan yönetici arkadaşımız varsa hemen istifa edip gitsin.

(Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören)





Düşünmek güzeldir!

Antalyaspor'un Süper Lig'de bulunması bir şart ve bir gerektir diye düşünüyorum.

(Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin)





Çok şey istiyorsun!

Gürcan, ben ne istiyorum biliyor musun? Ben yorumcunun, zeki, çevik ve ahlaklasını severim. Sen ahlaklısın, çeviksin; ama zeki olmanı istiyorum.

(Ahmet Çakar - Santra, ATV)





Amin!

Eğer bizi izleyenler varsa, onlardan özür diliyorum. Çünkü, biz burada sadece bir kişinin konuşma şekli, şemaliyle geriliyorsak, Allah bizi izleyen televizyon başındaki insanlara sabır versin.

(Ziya Şengül - Telegol, Star)





Sen de haklısın!

Ronald Reagan 69 yaşında Amerika Birleşik Devletleri'ne başkan olup, dünyayı yönetmedi mi? O halde Kalli'nin yaşını neden tartışıyoruz!

(İlhan Söyler - Hürriyet)





İyi uykular!

Carlos için Saracoğlu'nda düzenlenen imza törenini de izleyince doğrusu Fenerbahçeliliğimle bir kez daha iftihar edip, adeta havalara uçtum. Sonra da o zevkle kendimi Fenerbahçe'nin Kalamış'daki Todori Tesisleri'nde buldum. Her zaman olduğu gibi peynir, kavun, çıtır çıtır istavrit tavam ve yeşil salatamla soframı kurdum. Tabii o meretten de iki kadeh yuvarlarken, Fenerbahçe TV'de büyük televizyoncu sevgili İhsan Topaloğlu'nun kumandasında hazırlanan Yasir, Fatih, Turhan, Hande ve Berna evlatlarımızın sundukları şampiyonluk programlarını bir kez daha keyifle izledim. Daha sonra TRT'de yine bir büyük Fenerbahçeli yönetmen Samim Şenyüz'ün hazırladığı 'Akşam Sefası' programını izlerken, kendimden geçmişim.

(Hulki İlgün - Fanatik)





Evet Abi!

Rüştü'yü iyi tanıyor musunuz?

(Turgay Şeren – Akşam)





Yersen! 2

Gençlerbirliği Oftaş'ın Gençlerbirliği'yle gönül bağı dışında hiçbir bağı yok.

(Gençlerbirliği Başkanı İlhan Cavcav)