Sunday, January 23, 2011

«Baba, Bak Evlâdina Neyi Revâ Görürler!..»

«Baba, Bak Evlâdina Neyi Revâ Görürler!..»

Mustafa Müftüoglu

Yazimiza baslik yaptigimiz "Baba, bak evlâdina neyi revâ görürler!.." feryadi, Kanuni'nin yigit evlâdi Sehzâde Mustafa'ya aittir ve bu feryad, o yigit sehzâdenin katli esnasinda duyulmustur. Sehzâde Mustafa'nin katli, Kanuni'nin "Nahcuvân Seferi" diye anilan 12. Sefer-i Hümayûbu esnâsinda Konya Ereglisi civârindaki Aktepe/Ak-öyük'te cereyan etmis ve bu müthis cinayet, millî bir facia olarak nesilden nesile bütün dehsetiyle söylenegelip unutulmamistir.

Kanuni Sultan Süleyman'in sekiz oglundan Murad, Mahmud ve Abdullah, küçük yasta ölmüs, sag kalan bes oglundan Sehzâde Mehmed ise 1543 yilinda eceliyle vefât etmistir. Diger ogullari Mustafa, Selim, Bâyezid ve Cihangir'Le yegâne kizi Mihrimah Sultan arasinda Sehzâde Mustafa, "veliahd"dir ve Sehzâde Mustafa, her hâliyle temayüz edip kendisini muhitine ve bilhassa askere pek sevdirmistir. Ancak bu sehzâdelerin cümlesi Hürrem Sultan'dan dogdugu halde, Veliaht olan Sehzâde Mustafa, baska bir anadan, Gülbahar Hatun'dan dünyaya gelmis ve iste bu hâl, o kiymetli sehzâdenin basini yemistir.

Melanetleri basli basina bir tetkik mevzuu olan Hürrem Sultan, Osmanli sarayindaki "Kadinlar Saltanati"nin kurucusudur. Batili kaynaklarin "Roxelane" diye andigi bu kadin, Yavuz Sultan Selim Han'in muhterem esi Hafsa Hatun'un vefatindan sonra kinali parmaklarini devlet islerine sokmaya baslamis, bu arada ogullari içinde en sevdigi Bâyezid'e taht yolu açabilmek için türlü karanlik isler pesine düsüp mel'anetinde muvaffak olarak Kanuni'nin en degerli evlâdi Sehzâde Mustafa'yi yok edebilmesini becermistir. Sehzâde Mustafa'nin katlinde Hürrem Sultan'a, kizi Mihrimah Sultan'la Hirvat Rüstem Pasa âlet olmus ve bunlarin çesitli tertipleriyle Kanuni igtal edilerek mâsum ve degerli bir sehzâdenin imhasi temin olunmustur.

Hürrem Sultan'a alet olan bu Hirvat Rüstem Pasa'nin nice ihanetlerine muhtelif vesilelerle temas ettik. Bilindigi gibi Kanuni, Hürrem Sutan'in arzusu ile Mihrimah Sultan'i bu Rüstem Pasa'ya vererek onu kendisine dâmâd edinmis ve sonra da, tipki su "Makbûl" ünvanli Pargali serserinin Vezir-i Azam olmasi gibi, mevcut usul ve ananeyi bir tarafa firlatip atarak Rüstem Pasa'yi Vezâtet-i uzma makâmina getirmekten çekinmemis, böylece Hürrem Sultan'la tek kizi olan Mihrimah Sultan'in arzularina yerine getirivermistir. 8 sene, 11 ay, 8 gün sadâret makaminda kalan Hirvat Rüstem Pasa, bu uzun müddet içinde tamamen Hürrem Sultan'la karisinin arzulari istikametinde hareket etmis ve bu hâliyle de ihanet batakligi içinde yuvarlanip durmustur.

Sadâreti boyunca böyle ihanet batakligi içinde yuvarlanip duran Hirvat Rüstem Pasa, Veliah - Sehzâde Mustafa'nin yok edilerek taht yolunun Hürrem Sultan'in ogullarindan birine -bilhassa Bâyezid'e- açabilmesi için, kayinvalidesi ve karisi ile isbirligi etmis ve böylece kurulan Hürrem Sultan - Mihrimah Sultan - Hirvat Rüstem Pasa üçlüsü, günün birinde Sehzâde Mustafa aleyhine tertiplenen oyunu sahneye koyarak Kanunî'ye arz etmistir. Güya Sehzâde Mustafa'nin Iran Sâhi Tahmasb'la gizli muhaberede bulundugu, Sehzâde'nin Sâh'in kizini akacagi ve Sah'a dâmâd olup Kanunî'yi devirecegi, Veliah - Sehzâde Mustafa'ya bu hareketinde Tahmasb'in yardim edecegi yolunda hazirlanan sahte muhabere evrâki Kanunî'ye sunuldugunda, Pâdisah;

«Hâsâ ki, Mustafa Hân'um, bu küstahliga cüret ide ve benüm hayâtumda böyle bir vaz'i nâ-mâkûl istikâb ide! Bâzi müfsidler, kendüler mâil oldugu sehzâdeye mülk münhasir olsun diyü bühtân (iftira) iderler. Zinhâr, bu sözü bir dahi lisâna getürmeyün ve bu makûle mesâviye vücud virmeyün!..»

diyerek evvelâ bu oyuna gelmemis; fakat sonralari Hürrem Sultan'la pek sevgili kizi Mihrimah Sultan'in devamli tahrikleri neticesinde yavas yavas fikrini degistirmis ve nihayet o günlerde cereyan eden Iran'la alakali bazi siyâsî olaylarin da tesiriyle oglu Mustafa'nin ihanetine (!) inanivermistir.

Rüstem Pasa denilen hain, Sehzâde Mustafa aleyhine tertiplenen bu oyunu o derece ustalikla sahneye koymus ve bu yolda öylesine gayret sarfetmistir ki, Kanunî'nin dört seneye yakin bir zamandan beri sefere çikmayisini dahi istismar etmesini bilmis ve (tarihçi) Hammer'in iddiasina göre, Kanunî'ye müracaatla, Yeniçerilerin Sehzâde Mustafa'ya karsi duyduklari asiri muhabbetten ve asker arasinda;

«Pâdisah, ziyade ihtiyarligi cihetiyle bizzat düsman üstüne gidemiyor, Sehzâdenin (Veliaht Mustafa'nin) pâdisahligina Vezir-i Azam Rüstem Pasa'dan gayri ibir mâni yoktur. Rüstem'in basini kesmek ve ihtiyâr pâdisahi (Kanunî'yi) Dimetoka'ya göndermek ise kolaydir.»

tarzinda konusmalarin alip yürüdügünü (!) bildirip, Kanunî'yi öz evlâdi aleyhine bu yolda da tahrik etmesini basarmistir.

Kanuni Sultan Süleyman'i "Nahcuvân Seferi" diye anilan 12. Sefer-i Hümâyûn'a çikaran sebeplerden biri, iste bu Hirvat Rüstem Pasa ile Hürrem Sultan'in ve kizi Mihrimah Sultan'in isbirligi edip Veliahd-Sehzâde Mustafa aleyhine hazirladiklari bir oyundur.

Kanunî, evvelâ ihânetine (!) inandigi oglunu imhâ etmek, sonra da Sah Tahmasb'a haddini bildirmek üzere 28 AAgustos 1553 Pazartesi gecesi Istanbul'dan hareketle 8 Eylül'de Bursa Yenisehiri'ne varmis ve burada Orduy-i Hümâyûna katilan Karaman Sancakbeyi Sehzâde Bâyazid'i "Saltanat Muhafizi" olarak Edirne'ye göndermistir. 21 Eylül günü Bolvadin'e ulasan ve eyalet askeri ile buraya gelen Manisa Valisi Sehzâde Selim'i yanina alip 5 Ekim Persembe günü, Konya Ereglisi civarindaki Aktepe/Ak-öyük'te konaklamistir.

O yillarda Amasya Valisi olan Veliahd-Sehzâde Mustafa, Anadolu timarli sipahilerinden kurulu ordusu basinda 6 Kasim 1553 günü Ak-öyük'e gelmis ve büyük tezahüratla karsilanmistir. Iste, ne olduysa o gün olmus ve güzergâh boyunca toplanan askerlerin; "Maasallah", "Allah seni korusun" dulari ve coskun sevgi tezahürleri arasinda ilerleyip babasina yakin bir mahalle otagini kurduran Sehzâde Mustafa, Vezrlerle Beylerbeylerinin ziyaretlerini kabülden sonra babasinin elini öpmek üzere Kanunî'nin otagina gitmis; fakat çadiri bos bulan talihsiz Sehzâde, saskin saskin etrafina bakinirken üzerine atilan yedi dilsiz tarafindan sehîd edilmistir.

Derler ki; Sehzâde Mustafa'yi bogan bu yedi dilsiz, su "Makbûl" ünvanli Pargali serseriyi Topkapi Sarayi'nda bogan dilsizlerdir. Ancak Sehzâde Mustafa'nin imhâsi, pek kolay olmamis, güçlü-kuvvetli olan Sehzâde, dilsizlerle uzun müddet mücâdele etmis ve zavalli Sehzâde, bu arada;

«Baba! Bak, evlâdina neyi revâ görürler!»

diyerek babasini imdâda dahi çagirmistir. Sehzâde ile dilsizler arasindaki müthis mücâdelenin uzadigi anda ortaya çikan "Zâl Mahmud" denilen bir alçak, mâsum Sehzâdenin kollarini tutmak sûretiyle bogulmasina yardim etmis ve Veliahd-Sehzâde Mustafa, böylece babasinin emriyle 38 yasinda sehîd edilmistir.

Basta da kaydettigimiz gibi, herkes tarafindan sevilen ve bilhassa asker arasinda itibâri pek büyük olan Sehzâde Mustafa'nin sehâdeti duyulur duyulmaz ordu saflari birden karismis;

«Zâlimler, cezâlarini görmelidirler!»

«Böyle bir Sehzâdeye kiyan kâtiller nerde?»

«Ah bu Hirvat, âh bu hâin vezir!»

«Rüstem Pasa, zâlimlerin basidir!»

feryadlari arasinda Hirvat Rüstem Pasa'ya gâliz küfürler savrulmus ve matem alameti olarak ögle yemegini yemeyen asker, Rüstem Pasa'yi öldürmek üzere çadirina hücûm etmisse de, hâin vezir-i âzâmi bulamamis, çadiri yakilip tahrip edilen o hâin, yine Kanunî'nin himayesiyle ölümden kurtulmus ve hemen Mühr-i Hümâyûn, Hirvat Rüstem Pasa'dan alinarak Timisvâr Fâtihi Kara Ahmed Pasa'ya verilmistir.

O devirde Hürrem Sultan'la Rüstem Pasa'nin ve karisi Mihrimah Sultan'in hakimiyyet derecesine bakiniz ki, Vezâret-i uzmâ makâmina getirilen Kara Ahmed Pasa, Rüstem Pasa'nin yerine Vezir-i Azam olmakla, onun dayandigi "Kadinlar Partisi"nin serrine ugramaktan çekinmis ve bu sebeple Timisvâr Fâtihi Kara Ahmed Pasa gibi bir zât, sadâreti kabûl etmemis, bilâhare Kanunî'nin kendisini azletmeyecegine dair söz vermesi üzerine kabûle mecbûr olmustur.

Ordu tarafindan pek sevilen Timisvar Fatihi Kara Ahmed Pasa'nin bütün nüfûzunu kullanarak askeri yatistirmasina ragmen, müthis cinayet sona ermemis; Sehzâde Mustafa'nin sehâdetinden sonra Amasya'da bulunan oglu Mehmed de dedesinin emriyle anasinin kucagindan alinip idâm olunmus ve böylece Sehzâde Mustafa meselesi halledilip (!) ileride dogacak bir kan davasi da önlenmistir.



Böylesine müthis bir oyunla sehîd edilen mâsûm Sehzâde Mustafa'nin cenaze namazi, Ordugâhta bulunan Kazaskerlerin de istirâkiyle Eregli'de kilinmis ve Kanunî'nin emriyle tabutu Bursa'ya naklolunup Muradiye'deki Ikinci Murad Türbesi civarina defnedimistir.

Sehzâde Mustafa'nin sehâdeti, yurt içinde oldugu kadar yurt disinda da büyük akisler uyandirmis ve Kanunî'nin Nahcuvân Seferine katilan Taslicali Yahya Bey merhum, yazdigi meshûr mersiye ile o millî fâciâyi edebiyat tarihimize mal etmistir. Okuyalim bu mersiyeden birkaç misra;

«Meded meded bu cihânin yikildi bir yâni
Ecel celâlileri aldi Mustafa Hân-i
Dolundu mihr-i cemâli bozuldu erkâni
Vebâle koydular âl ile Al-i Osman'i

Yalancinin o kuru bühtâni, bugz-i pinhâni
Akitdi yasimizi yakdi nâr-i hicrâni

N'olaydi görmeye idi bu mâcerâyi
Yaziklar âne ki revâ gördü bu re'yi gözüm
Nesim-i subh gibi yerde koyma âhimizi
Hakaret eylediler nesl-i pâdisâhimizi

Bunun gibi isi kim gördü kim isitdi aceb
Ki ogluna kiya bir server-i Ömer-mesreb?
Ilâhî cennet-i firdevs âna durag olsun
Nizâm-i âlem olan padisah sag olsun»

Sehzâde Mustafa'nin sahâdetini mteâkip Kanunî, Halep'e hareketle o yilin kis mevsimini bu sehirde geçirmis, Pâdisahin en küçük oglu Sehzâde Cihangir, agabeyinin katline dayanamayip 23 yasinda Halep'te vefât etmis ve Istanbul'a getirilerek Sehzâde Mehmed'in türbesine gömülmüstür. Hirvat Rüstem Pasa denilen bu melûn ise Sehzâde Mustafa'nin katlinin kendi eseri oldugunu Venedik Büyükelçisi Domenico Trevisano'ya itiraf etmesine ragmen, o müthis cinayetten iki yil sonra tekrar Vezir-i Azam olabilmis ve bu kâtil, bu defaki ikinci sadâretinde yukaridaki meshûr mersiyenin sahibi Taslicali Yahya Bey'i "nizam-i â'lem için" idâm ettirmenin çarelerini aramasina ragmen, melânetinde muvaffak olamamistir. Hirvat Rüstem Pasa'Nin ikinci sadâreti, 5 yil, 9 ay, 11 gün devam etmis ve Devlet-i Aliyye'nin isleri, bu misüllü bir alçagin elinde kalmistir.

Kanunî devri, yukarida izahina çalistigimiz müdhis cinayete benzer türlü karanlik islerle doludur. Imparatorlugumuzda ilk çöküntü alametinin basladigi bu devir, herhalde hakkiyla tetkik edilmeli, devrin ihtisamiyle büyük fütûhata aldanip alelâcele hüküm verilmemeli, bilhassa Pîrî Mehmed Pasa gibi muhterem bir zâtin isbasindan uzaklastirilmasindan sonra devlet idâresine hâkim olan gürûhun mel'ânetleri unutulmamalidir! [1]

Kaynaklar

[1] Mustafa Müftüoglu, "Yalan Söyleyen Tarih Utansin", Çile Yayinlari, 3. baski, Istanbul 1978, c.3, s.49-54

Şehzade Mustafa Mersiyesi-Taşlıcalı Yahya Bey

meded meded yıkıldı bu cihânın bir yanı
ecel celâlileri aldı mustafa hânı

tolundı mihr-i cemali bozuldı dîvânı
vebale koydular âl ile âl-i osmânı

geçerler idi geçende o merd-i meydânı
felek o cânibe döndürdü şâh-ı devrânı

yalancınun kurı bühtânı buğz-ı pinhânı
akıtdı yaşımızu yaktı nâr-ı hicrânı

cinâyet itmedi itmedi cânî gibi anun cânı
boğuldı seyl-i belâya tağıldı erkânı

n'olaydı görmeye idi bu macerâyı gözüm
yazuklar ana revâ görmedi bu râyı gözüm

Tonandı ağlar ile nûrdan menâra dönüp
Gûşâde- hâtır idi şevk ile nehâra dönüp

Görindi halka dıtahrt-ı şükûfedâra dönüp
Yürüdi kulları ardınca lâlezâra dönüp

Tururdı hiddet ile şâh-ı cihân nâra dönüp
Otağı haymeleri karlu kûhaâra dönüp

Müzeyyen idi bedenlerle âkhisâra dönüp
El öpmeğe yüridi mihr-i bî-karâra dönüp

Tutuldı gelmedi çünkim o mâh-pâre dönüp
Görenler ağladılar ebr-i nevbahâra dönüp

Bir ejderhâ-yı dü-serdür bu hayme-i dünyâ
Dehânına düşen olur hemîşe olur hemîşe nâ-peydâ.


Monday, January 17, 2011

Başbakan’a bu tepki niye?

Mehveş Evin
mehves.evin@milliyet.com.tr
Başbakan’a bu tepki niye?
17 Ocak 2011
Amerikalı edebiyatçı Paul Auster, spordaki rekabetin insan eliyle yapılan felaketlerin ilacı olduğunu yazmıştı. Auster, Avrupa futbolunu savaşla kıyaslar:
“Futbolda tutku dozu yüksektir. Milliyetçi şarkılar söylenir, bayraklar sallanır, taraftar birbirine hakaret eder. Fakat bu küçük tümenlerin şortlarıyla taklit ettiği savaş oyunu, dul ve yetim sayısını artırmaz. Takımlar, birbiriyle yeşil sahada karşılaştığı sürece zayiat bir elin parmaklarını geçmez.”
Galatasaray’ın yeni stadı TT Arena’nın açılışında barkovizyonda gösterilen “aslan başlı gladyatör futbolcu” tiplemesini gördüğümde Auster’ın bu sözleri aklıma geldi. Gerçekten de futbol bir savaş imitasyonu, oyuncular da bir nevi gladyatör.
Taraftar, antik Roma’daki arenalarda kan dökülmesi için bağıranlardan çok da farklı bir ruh halinde değil.

RAKİP, TRİBÜNDE
Ancak Aslantepe’nin açılışında bu defa “rakip takım” sanki sahada değil, tribündeydi. Bu muazzam stadın yapımında büyük katkısı olan TOKİ İdaresi ve Başbakan ile bakanlarının yuhalanıp ıslıklanmasını “nankörlük” olarak değerlendirmek en kolayı.
Peki “Kral” tribünden neden alkış yerine yuhalama aldı? Neden her isminin anonsunda ıslıklarla protesto edildi? İstanbul’da yapılan dünya basketbol şampiyonasından sonra binlerce kişiden açıkça tepki gördüğü ikinci vakaydı bu. Sekiz yıldır tek başına iktidar olan, bir sonraki seçimlerde de şansının yüksek olduğu söylenen bir siyasetçi için hiç hoş bir durum değil.
Eminim Başbakan bu “terbiyesizliği” yine seçkinciliğe yoracak. Ne de olsa Galatasaray, seçkinlerin kulübü olarak bilinir. Ancak protestoların VIP localarından değil, numaralıdan yükseldiğini belirteyim. Yani has taraftardan. VIP sessizdir, tezahürata bile tenezzül etmez! Biletler satışa çıksa ve aktif taraftar sayısı daha çok olsaydı, bu manzara değişir miydi? Sanmam...

REKLAM ZAMANI DEĞİL
Tepkinin nedeni, Başbakan’ın Fenerli olması da değil herhalde... Şu anki Galatasaray yönetimine duyulan öfke kadar, Ali Sami Yen’e veda etmenin hüznü de etkili oldu... Ancak kulakları sağır edecek kadar yüksek çıkan protestoların asıl nedeni, iktidarın Aslantepe’yi reklam alanı yapmasına duyulan tepki.
Taraftarı yüreklendirecek, yeni dönemde takıma bol şans dileyecek bir iki sözcük söylemek yerine 23 Nisan müsamaresi edasıyla yapılan konuşmalar için ne yer, ne de zaman doğruydu. İktidar, Ortadoğu ülkelerinde ve Anadolu’da ayakta alkışlanacak kadar popüler, doğru... Ancak şu da bir gerçek ki, sadece kıyılar değil, büyük şehirlerde de aynı sevgiyi kazanamadı.
Bir ömür sürecekmiş gibi görünen Ergenekon duruşmalarından Hizbullah tahliyeleri şokuna... Yargıdaki adaletsizliklerden tutun düşünce özgürlüğünde “miş” gibi yapılan adımlara... Heykelden tutun “tıksırma” söylemine... Ve en çok da “tek adam” halleriyle... Tahmininden fazla seçmeni soğuttu, öfkelendirdi Başbakan. İşte Aslantepe’deki ıslıkların alkışları bastırmasının nedeni bu.



LOCALARDA DURUM
OPERATÖR SORUNU: Herkes telefonların çekmemesinden şikâyetçi. Duyduğuma göre kulüp, Aslantepe’de baz istasyonu kurulması için bir operatörle anlaşacak. İyi de bu kamusal alan değil mi, kimin hakkı var buna?
ZAMAN LOCASI: Stadın her yerinden görüş şahane. İkinci kat tamamen VIP, tüm stadı çevreleyen localarla dolu. Biz Vodafone’un locasından açılışı izledik. Yayın grupları arasında locası olan tek grup, Zaman.
CATERING: VIP katında Divan catering hizmeti verdi, cola markası Cola Turka’ydı. Bu hep mi böyle olacak, kimse bilmiyor.
LOCADA MAÇ İZLENMEZ: Aslantepe’nin yüzlerce locası var. Şık bir masayı çevreleyen oturma yeri ve sandalyeler, dolaplar ve bir lavabo bulunuyor. Ancak locadan maçı seyredemiyorsunuz. Dışarı çıkıp locanın önündeki koltuklardan izlenebiliyor. Locada herhalde eşler dedikodu yapacak...
BURALAR DUTLUKTU: Ali Sami Yen stadının açıldığı tarihte (1964), Mecidiyeköy dedelerimizin tabiriyle “dutluk”tu. Aynı kader, Seyrantepe’nin şimdiden kazınan tepelerini de bekliyor... Birkaç yılda.

Friday, January 14, 2011

Saygı... Hepimize gerek!

Nilay Yılmaz Yakan Top
yakantop@gmail.com
15 Nisan 2010
Arda, Leo Franco, Jo, Sabri, Bülent Korkmaz, Fatih Terim, Tugay Kerimoğlu, Hasan Şaş, Ayhan, Necati Ateş, Arif, Petre, Tamaş, Bratu, Özhan Canaydın, Alex, Güiza, Deivid, Uğur Boral, Selçuk Şahin, Lorant, Aragones, Kezman, Maldonado, Josico, Deniz, Yasin, Can Arat, Volkan Demirel, Ümit Özat, Rüştü, Enke, Hakan Bayraktar, Hiddink, Hüseyin Cimşir, Ziya Doğan, Ersun Yanal, Halilhodzic, Ogün Temizkanoğlu, Fatih Tekke, Burak, Bülent Uygun, Tolunay Kafkas, Çağdaş Atan, Adem Dursun, Youla, Tabata, Runje, Süleyman Seba... İlk aklıma gelen isimler. Unuttuklarım yazdıklarımdan daha çok elbet, farkındayım...
Islıklanan, yuhalanan, küfür edilen, dalga geçilen, istifaya davet edilen futbolcular, teknik direktörler... İstisna da olsa taraftardan dayak yiyenleri de unutmamak gerek...
Taraftar tribünde, futbol yazarları gazete köşelerinde, yorumcular televizyonda kızdıkça kızıyor, futbolculara, teknik direktörlere veryansın ediyor... Çünkü futbolculara ne yapmaları gerektiğini öğretmek, teknik konularda ahkam kesmek çocuk oyuncağı... Nasıl olur da yenilirsiniz? Bu futbolu bilmiyor... Şundan topçu olmaz...
Hagi, bir maç sonrasında “Bazıları bu işin çok kolay olduğunu sanıyor, sahaya çıkıp bir koşsunlar da görelim” diyerek Türkiye’de, mesleklerine olan saygısızlıktan yakınmıştı. Gerets “Türkiye’de çalıştıysanız, dünyanın her yerinde çalışabilirsiniz” sözleriyle Hagi’nin düşüncelerine katılmıştı. Fatih Terim “Türkiye’de kayıt dışı 50 milyon teknik direktör var” diyerek buralarda futbol maçı izleyen herkesin kendini nasıl da işin uzmanı sandığını vurgulamıştı... Geçtiğimiz günlerde Nihat Kahveci “İspanya’da ‘Nihat kötü oynadı, hocasının verdiği görevi yerine getiremedi’ derler. Ama ‘Nihat kötü oynadı çünkü bir hafta önce arkadaşlarıyla bara gitti’ demezler” sözleriyle bakış açımıza dikkat çekmişti...
Profesyonel futbolcu olmak, tribünden destek beklerken hakarete uğranıldığında dahi en iyi/üstün performansı göstermek demek midir? Futbolcuları ıslıklayanlar, küfür edenler performanslarının en iyisini patronlarından, müdürlerinden hakaret ya da küfür işittiklerinde mi gösteriyorlar ki, öyle davrandıklarında futbolcuların performanslarının artacağını sanıyorlar?
Ne yazık ki, bu topraklarda kendisine taraftar diyenlerin büyük bir bölümü futbolu gerçekten sevmiyor... Varsa yoksa kazanmak...

Hıncal Uluç’tan naçizane ricamdır!
11 Mart’ta yayımlanan “Kadın’ın adı var” başlıklı yazımda “kadın” yerine “bayan” kelimesinin toplumda habis bir ur şeklinde yayıldığını anlatmaya çalışmış ve kadınların da erkekler kadar bu tuzağa düştüğünü vurgulamaya çalışmıştım.
Çünkü “bayan”ın kullanımı dilimizde tamamen normalleşti ve kadın demek fena bir şey demek manasına geldi...
NTVSpor, yazımın katkısı var mı bilmem, artık bayanlar yerine kadınlar diyor. Hatta bir “devrim” yaptılar ve federasyonlarımızın belirlediği (uydurduğu) resmi lig isimlerinin dışına çıkarak “bayanlar ligi” yerine “kadınlar ligi” deniyor artık.
Federasyonlar cephesinde ise değişen bir şey yok...
Benim yazmamla olacak iş de değil...
Hıncal Uluç’tan ricam da tam burada devreye giriyor işte...
Sayın Uluç,
Çeşitli konulardaki eleştirilerinizden sonra, eleştirileriniz dikkate alınıyor ve konuya ilişkin bir takım değişiklikler yapılıyor.
Sizin de “kadın” yerine “bayan” denmesine karşı çıktığınızı biliyor ve federasyonların dikkatini bu konu üzerine çekmek için yazı yazmanızı rica ediyorum.
Ben federasyonların “bayanlar” liglerinden utanıyorum...

Kahin2 demiş ki:
Daum: Size 6 ay önce sezonun nasıl olacağını söylemiştim, hatırlıyor musunuz?
Muhabirler: Ne söylemiştiniz?
Daum: Sezonun son maça kadar çekişmeli bir şekilde geçeceğini ve Fenerbahçe’nin de hep şampiyonluk yarışının içinde olacağını söylemiştim. Gördüğünüz gibi aynen devam ediyoruz.

Ne güzel!
Barcelona’daki ilk yılımda basın çok üzerime gelmişti. Ancak kulüpte bana çok inanan ve destek veren bir başkan vardı. Adnan Polat da aynı karakterde. (Galatasaray Teknik Direktörü Rijkaard - Milliyet)

Hey gidi günler hey!
2002 Dünya Kupası’nın sonunda Liverpool beni istedi. Ancak 2003 yılındaki ekonomik krizden dolayı bana verecekleri para Türkiye’de kazanacağımdan çok düşüktü. Ancak şimdiki aklım olsaydı bu teklifi kabul ederdim. Şimdi 25 yaşında olsam, o kadar az parayı kabul eder, hiç düşünmeden giderdim. (Hasan Şaş-Sportmen, SKY Türk)

Oldu, peki!
Bana göre Türkiye’nin Barcelona’sı sanırım Kasımpaşa’dır. Keyif veren bir takımız. Oyuncularımı böyle bir unvanla ifadelendirmek istiyorum. (Kasımpaşa Teknik Direktörü Yılmaz Vural)

Şakacı!
Beşiktaş-Trabzonspor maçının üç yıldızı da, maçta görev alan üç iyi kaleci oldu. Pardon... Egemen’i de eklersek dört kaleci demek daha doğru olur! (Hakan Şükür-Fanatik)

???
Aziz Yıldırım hakem odasına girer. Çünkü Şükrü Saracoğlu Stadı’nı o yaptı! (Selim Soydan - Bizim Stadyum, TV8)

Hiç belli olmuyor ama!
Kendimi çakma Ronaldo’ya değil, orijinal Brezilyalı Ronaldo’ya benzetiyorum. Fransız Thierry Henry ile vatandaşım Ronaldo karışığı bir özelliğe sahibim. (Beşiktaşlı futbolcu Bobo)