Monday, October 26, 2009

Çankırılı emekliden 60 bin YTL tokatladılar

Çankırılı emekliden 60 bin YTL tokatladılar

Şermin TERZİ

Efsane dolandırıcılar Sülün Osman'ı da, Selçuk Parsadan'ı da kıskandıracak bir dolandırıcılık hikayesi yaşandı Çankırı'da geçen ay. Dolandırıcılık tarihine altın harflerle girmeye namzet bu olayın senaryosunda yok, yok.

Tarlada içinde altın heykeller bulunan ve değeri 10 milyon Euro olduğu söylenen bir gömü, gömünün lanetini bozacak yurtdışından gelen bir papaz, papaz gelene kadar "Ne olur ne olmaz" denilerek lanete karşı alınmış Türk usulü tedbir olarak horoz kanı akıtma, papazın Mercedes marka bir arabayla köye gelmesi, gömünün sahibi adamı çok sevdiği için Mercedes'i ona hediye etmesi, Mercedes'in bagajındaki 10 milyon Euro'nun polis tarafından yakalanıp "Bunlar PKK parası" diyerek el konması vesaire vesaire...

Hikáyesini okuyacağınız mağdurlardan İ.S'den geçen ay 60 bin YTL, Ş.K'den ise 33 bin YTL "tokatlayan" dolandırıcılardan Y.Y ve R.K, bütün maddi deliller polisin elinde olmasına rağmen, "Onları biz dolandırmadık. Bizi benzetiyorlar" diyerek suçlarını inkar etseler de, 15 gün önce tutuklanarak Çankırı Cezaevi'ne gönderildi. Çetenin aranan bir başka üyesi İ.D. ise arkadaşlarının tutuklanmasından bir hafta sonra İzmir'de yakalandı. Banka hesaplarında, 1,5 milyon YTL'ye yakın hesap hareketi vardı. Daha pek çok kişiyi dolandırdığı, fakat dolandırdıkları kişileri "Polis tarihi eser kaçakçısı olarak sizi de suçlar" diyerek korkuttukları, onların da şikayetçi olmadığı düşünülüyor. İşte, dolandırılan İ.S ve Ş.K'nın başına gelenler. Okuyun, bu hikayeye ağlanır mı, gülünür mü siz karar verin.

Geçen kurban bayramına birkaç gün kala, İ.S.'nin ev telefonu çaldı. Bir erkek, "Babanın arkadaşının oğluyum, İzmir'den arıyorum. Adım Mehmet. Seni ziyarete geleceğim" dedi. İ.S. tanımadığı bu kişiye, ne gel, ne de gelme dedi. İki gün sonra davetsiz misafirler, iki erkek, bir kadın, kucaklarında iki yaşında bebekle çat kapı geldiler. "Babam imamdı, senin rahmetli babanla da tanışıklıkları varmış, hep sizden bahsederdi. Ankara'da işimiz vardı, gelmişken Çankırı'ya uğrayıp sizi de ziyaret edelim istedik" dedi.

İ.S. "Kimsiniz, nesiniz" diye sorguladıkça, zaten çok önceden tertiplenen planın ilk adımı uygulandı: "Aslında işin aslı şu. Babamız sizin buralarda bir gömü olduğunu söylemişti. Dedektörlerle aradık, yerini tespit ettik. Ama mutlaka yardımın lazım. Abim İsviçre'de Mercedes fabrikasında çalışıyor, fabrikanın sahibi papazın Çankırı'daki bu gömüden haberi varmış. Gömü karşılığında 10 milyon Euro verecek, bunun 3 milyon Euro'su senin olacak. Fakat hiç kimseye haber verme, yoksa tarihi eser kaçakçılığından hepimiz hapsi boylarız." Kendini Mehmet olarak tanıtan kişi, başlarının belaya girmeyeceğini teyit için, iki yaşındaki çocuğunun başı üzerine yemin etmeyi de ihmal etmedi.

KAZDILAR, KÜP ÇIKTI!

Heyecanlanan İ.S. "Nerede bu gömü" deyince, hep beraber kazmalar kürekler omuzlandı ve kazıya gidildi. İki metrelik bir çukur açtıktan sonra,üzerinde haç ve o yörenin haritasına benzer şekiller olan küp bulundu. Salladıklarında içi tıkır tıkır ses verince hepsinde bir sevinç, eve dönüldü. Misafir erkeklerden Mehmet, eve gittiklerinde, "Dayanamıyorum bunun içinde ne olduğuna açıp bakmam lazım" deyince diğer misafir Ali, "Saçmalama, Papaz küpün okunmadan açılmayacağını söyledi ya" dedi.

Küp açılamazdı çünkü Papaz efendi okumadan o küp açılırsa, maazallah ortalığa lanet yağardı. Ama Mehmet, ısrar etti: "Dayanamayacağım, küçücük bir delik açıp bakacağım." Hepsi o kadarcık delikten lanet saçılmayacağına mutabık kaldılar ve küçük bir delik açtılar. Açtıkları deliğe gözlerini dayayıp baktıklarında som altından(!) üç heykelcik görmeleriyle, sevinçten birbirlerine sarılmaları bir oldu.

Mehmet, ev sahibi İ.S.'ye dönerek "Aman abicim sakın bundan kimseye söz etme. Kimsenin görmeyeceği bir yere sakla. Yarın Ali, İsviçre elçiliğine gidecek pasaport işlemlerine başlayacak. Papazı alıp gelecek" dedi. Bir de tavsiyesi vardı: Ne olur, ne olmaz laneti kovmak için Türk usulü kan akıtalım. 3 milyon Euro'nun hayalini kuran ev sahibi İ.S. kaz gelecek yerden horozunu esirgeyecek değildi. Oğluna seslendi: "Getir oğlum horozu!"

BEDAVA MERCEDES CABASI

Ali birkaç gün sonra aradığında, güya Ankara'da İsviçre Elçiliği'ndeydi ve küçük bir maruzatı vardı: "Abi pasaport işlemlerimiz yapılıyor ama vize için teminat istiyorlar. 25 bin Euro istediler. 15 bin Euro'yu buldum ama 10 bin eksik kaldı. Hemen yollarsan vizeyi alabiliyorum." İ.S. Ali'nin verdiği banka hesap numarasına ancak 10 bin 500 YTL gönderebildi. Parayı alan Ali, sorun çıkmadığını, hemen İsviçre'ye hareket ettiğini söyledi ve 12 gün sesi soluğu çıkmadı.

İ.S'nin telefonu günler sonra tekrar çaldığında ekranda 0049 rakamları gözüküyordu. İ.S sevindi, "Hah yurtdışından arıyorlar." Telefonun ucundaki Ali heyecanla anlatıyordu: "Abi, İsviçre'den iki Mercedes'le yola çıktık, geliyoruz. Mercedes'in birini papazın oğlu kullanıyor. Şimdi Almanya'dayız. Paraları 5'er milyon Euro olarak iki arabaya koyduk getiriyoruz. Papazın dokunulmazlığı var, Kapıkule'den geçerken sorun olmaz zaten. Dur Papaz yanımda, seninle konuşmak istiyor."

Okey, yes ve no'dan başka İngilizce bilmeyen İ.S. anlamadan papazı dinledi telefonda. Papaz cümlesini OK? diye bitirince, İ.S "Hah tanıdık bir kelime işte" diyerek atıldı: "Okey okey."

Ali telefonu aldığında diyaloğu sevabına tercüme etti: "Papaz polise gitmediğin ve altınların tamamını sahiplenmediğin için sana teşekkür ediyor. Türkiye'de böyle temiz adamlar var demek ki, diyor. Sana vereceği 3 milyon euro dışında bir de hediye olarak Mercedes getiriyor. Bunu kabul etmeni istedi. Sana "Okey mi" dedi, sen de "Okey" diye cevap verdin. Sakın reddetme, adama çok ayıp olur."

GÜMRÜK DEDİĞİ YER MANAVDI

Birkaç gün sonra Ali tekrar aradığında bu kez Kapıkule'deydi. Arabalar Türk tarafına geçmişti ama onlar gümrük işlemlerinin tamamlanabilmesi için diğer taraftaydı. Mercedes'e 280 bin YTL değer biçilmişti ve 50 bin Euro gümrük parası vermek gerekiyordu. Arabalar yanlarında olsa, bagajı açar, milyonluk euro balyalarından bir demet gümrük memuruna sunarlardı ama kahretsin ki, arabalar Türk tarafındaydı.

İ.S o kadar para bulmasının mümkün olmadığını sadece 40 bin YTL olduğunu söyledi. Eh olsundu, o kadarla da işlerini hallederlerdi herhalde. İ.S, Ali'nin tembihiyle Edirne postanesine parayı gönderdi. Ayrıca Mercedes'in İ.S'nin üzerine yapılabilmesi için kimlik fotokopisiyle vergi numarası gerekiyordu. Gerekli evrakları fakslaması için 0284 ile başlayan bir telefon numarası verdi Ali. İ.S'nin içine kurt düşeli epey olmuştu, Ali'nin verdiği numarayı arayıp kontrol etti. "Orası neresi" diye sorduğunda "Kapıkule Gümrüğü" cevabını aldı. Rahatladı. Fakat beş dakika sonra Ali tekrar arayıp, "Abi oradan faks kötü geliyor sen bir de şu numaraya yolla" dedi. Bu kez numarayı kontrol etme gereği hissetmedi. Halbuki arasa, gümrüğün yakınlarında kamyonculara faks hizmeti veren bir manav olduğunu anlayacaktı.

Ali bütün işlemler tamamlanınca müjdeli haberi verdi: "Yola çıktık geliyoruz. Gece 3 gibi Çankırı'da oluruz." İ.S'nin evinde yollarda aç bitap, perişan seferilere yemek hazırlığı yapıldı. Fakat gece 3'tü, 5'ti derken gelen giden olmadı. Sabah ezanı okunurken, bu kez Mehmet aradı. "Abi senin puşt ne yapmış biliyor musun? Benzinlikte yemek molası verdiklerinde bagajdan para çıkarmış. Parayı çıkarırken bir kısmını yere düşürmüş. İki Mercedes yola çıktıklarında benzinlikteki çocuklar arkalarından yetişmeye çalışmış ama başaramamış. Sonra da polise haber vermişler. Polisler bunları durdurduklarında papazın bulunduğu arabaya dokunulmazlığı olduğu için dokunmamışlar ama bizimkinin arabasından 4 milyon 800 bin euro çıkınca hesap sormuşlar. O da 'İsviçre'de biriktirdim, Türkiye'ye fabrika kuracağım' demiş ama inanmamışlar. Bu para kesin PKK'ya gidiyor diye suçlamışlar. Buradaki avukatlar bu işi beceremez. Hemen İstanbul'dan gözü kara bir avukat buldum. Ama zor bir iş olduğu için paranın yüzde 10'unu alacak haberin olsun. Sana eksik para getirdiğimizde hesap sorma sonra. Paralara el konulduğu için avukat parasını da veremiyoruz. 10 bin YTL çıkarır mısın? Ali'yle görüşmek istersen birazdan görüştürürüm."

Artık iyice sinirlenen İ.S. kalayı bastı. Para falan göndermek istemiyordu artık ama işin içinde hem lanet, hem PKK, hem de tarihi eser kaçakçılığı vardı. Mümkün değil polise şikayet de edemezdi. Eli mahkum cebinde kalan son 5 bin YTL'yi de avukat parası olarak gönderdi. Ali ile telefonda konuştuğunda Ali'nin sesi, vızztt, cızzzt telsiz sesleri arasında kayboluyordu. Görünen köy kılavuz istemezdi işte; Ali düpedüz polisin elindeydi, telsiz sesleri de bunu doğruluyordu.

Neyse ki müjdeli haber iki gün sonra Mehmet'ten geldi: "Abi gözümüz aydın Ali çıktı. Ama polis paraya el koydu, Merkez bankasına yatıracaklarmış. Bize de para karşılığında bir çek verdiler. Ankara'dan bu çekle parayı çekebiliyormuşuz. Yarın hemen Ankara'ya gel parayı birlikte çekelim." Nihayet İ.S. paralarına dokunabilecekti. Ancak Mehmet'ten gelen bir telefon yine omuzlarının çökmesine sebep oldu. "Abi biz düşündük de, şimdi parayı çekmek için hepimiz oraya gidersek şüphelenirler. Şimdi bankanın önündeyiz, senin gelmene gerek yok. Biz çeker sana yollarız."

FOYA NİHAYET ORTAYA ÇIKTI

Parayı çekeceklerdi çekmesine de kör şeytan yine işin içine girdi! Mehmet, İ.S'yi arayıp şunları söyledi:"Abi, parayı vermek için bizden 25 bin euro istiyorlar. Hemen gönderirsen parayı hemen alıyoruz" demesiyle İ.S'nin zembereği boşaldı, lûgatındaki bütün küfürleri savurdu. Ama baskın basanındır ve Mehmet çıkıştı: "Biz senin için heba olalım, polislerle başımız derde girsin, sen bize bunu yap. Ayıp be! Hiç insanlığın kalmamış senin."

Ama Mehmet'te çare tükenmez. İkinci kez İ.S'yi aradığında müjdeli haberi verir: "Elalemin insanları bizim için uğraşıyor. Avukat, hanımının kredi kartından bu parayı çekti ama 4 bin YTL eksik var bari onu gönder." İ.S. sıtkı sıyrılmış bir şekilde, son olarak bu parayı da yoladı. Mehmet'in söylediğine göre parayı nihayet alabilmişlerdi.

Sonunda para verme değil, alma sırası İ.S'deydi. İ.S hemen bankaya koştu ama hesabında emekli maaşından başka bir para yoktu. Bir daha da ne arayan ne soran oldu. İ.S'nin artık lanet falan umurunda değildi, kuyumcu bir esnafı eve getirdi, küpü kırarak altınları gösterdi. Kuyumcu "Bunlar çöp" dediğinde yıkıldı. İyi de şimdi nasıl polise gidecekti? Ya tarihi eser kaçakçılığı yapmak istediği için onu hapse atarlarsa? Avukatına danışır. "Hiçbir şey olmaz, sen düpedüz dolandırılmışsın, şikayetçi olmalısın" deyince cesaretlenir ve Çankırı Savcılığı'nın yolunu tutar.

Polis, samanlıkta iğne aramaya koyulduğunda en büyük ipucu, Edirne postanesine gönderilen paraydı. Parayı çeken kişinin mutlaka bir kimlik fotokopisi olmalıydı postanede. Kimlik sahte çıksa bile, fotoğraftaki kişiyle parayı çeken aynı olmak zorundaydı. Fotoğrafa ulaştıklarında sabıkalıların fotoğraflarıyla karşılaştırıldı. Kendisini Mehmet Yıldız olarak tanıtan kişinin daha önce defalarca dolandırıcılıktan sabıkalı 33 yaşındaki Y.Y olduğu ortaya çıktı. İzmir'de yaşadığı tespit edilen eve baskın yapıldığında, ilk gün kucağında iki yaşındaki çocukla İ.S'nin evine gelen R.K ve Y.Y. yakalandı. Suç aletleri(!) de evdeydi; birkaç altın yaldızlı boya, fırça, bol miktarda sahte nüfus cüzdanı. "Papazı aldım geliyorum" diyen Ali Yıldız gerçek ismiyle İ.D, bir hafta sonra yine İzmir'de yakalanarak cezaevine kondu.

İKİ MAĞDURUN MADDİ KAYBI 93 BİN YTL

İ.S şikayetçi olduktan sonra, polisle başının belaya girmediğini gören bir başka mağdur Ş.K da 20 gün sonra tıpatıp aynı senaryoyla kandırıldığını söyleyerek polise şikayetçi oldu. Senaryodaki tek fark, İ.S'ye yanaştıkları gibi, "Babalarımız arkadaş" yerine, "Oğlunla asker arkadaşıyım" denmesi. Nitekim dolandırıcı Y.Y' nin gerçekten Ş.K'nın oğlunun asker arkadaşı olduğu daha sonra ortaya çıktı. Ş.K. "Ben böyle bir gaflete nasıl düştüm" dediği dolandırıcılara toplam 33 bin YTL kaptırdı. Dolandırıcıların sadece bu iki mağdurdan 93 bin YTL aldığı ortada.

Fakat hesapları incelendiğinde, tam 1.5 milyon YTL'lik hesap hareketi olduğu görülüyor. Bu durumda dolandırıldıkları halde, polisle başlarının derde girmesinden korkup, şikayetçi olmayan nice mağdurlar bulunduğu şüphesi akla geliyor. Daha önce Uğur Dündar tarafından aynı tür hikayeler defalarca ortaya çıkarılsa da, "Bir musibet bin nasihatten iyidir" sözünden ders almayanlar, dolandırıcıların tuzağına düşmeye devam ediyor.

Thursday, October 22, 2009

‘32 yaşındaki oğluma çocuk indirimi istiyorum’

DİNÇER ŞEREF İstanbul

güncellenme zamanı 4.10.2008

Zaman zaman Türk Hava Yolları’nın çağrı merkezini arayanlar ile görevliler arasında ilginç diyaloglar yaşanıyor. İşte ‘güldüren’ konuşmalardan bazıları

Rezervasyon yaptırmak veya uçuşlar hakkında bilgi almak için değişik zamanlarda Türk Hava Yolları (THY) çağrı merkezini arayan vatandaşlar ile telefonun diğer ucundaki görevliler arasında ilginç diyaloglar yaşanıyor. THY’den alınan bilgiye göre vatandaşların, çağrı merkezindeki görevlilerle aralarında geçen ilginç konuşmalardan bazıları şöyle:

THY: İyi günler, danışma.
Yolcu: İyi günler, bugün nereden bilet alabiliriz?
THY: Sadece Taksim ve havalimanı açık bugün.
Yolcu: Anladım. Taksim’deki havalimanının telefonunu alabilir miyim?
* * *
Yolcu: İstanbul’a son uçak kaçta?
THY: Nereden?
Yolcu: Buradan.
THY: Nereden arıyorsunuz?
Yolcu: Şehir içinden.
THY: Nereden?
Yolcu: Erzurum’dan.
* * *
Yolcu: İyi akşamlar hanımefendi. Trabzon-İstanbul arası ne kadar sürüyor acaba?
THY: Bir saniye efendim.
Yolcu: Tamam teşekkürler, iyi akşamlar.
* * *
THY: Ne kadar kalacaksınız Almanya’da?
Yolcu: Neden soruyorsunuz?
THY: Ona göre bilet keseceğim, onun için.
Yolcu: Ee olsun. Ben uçakta kalmayacağım ki otelde kalacağım.
* * *
Yolcu: Çocuğumla ben uçacağım, oğluma çocuk fiyatı istiyorum, ne kadardı?
THY: Çocuğunuzun 12 yaşını aşmaması gerekiyor, kaç yaşındaydı?
Yolcu: 32 yaşında.
* * *
THY: Çocuğun adını alabilir miyim?
Yolcu: Mustafa İbrahim S... İ... Hayvan babası böyle bir isim vermiş. Sanki Arap şeyhi ufacık çocuk... Dayısıyım, çok üzülüyorum da çocuğa. Affedersin yani hanımefendi.
* * *
THY: Hangi numarada oturuyorsunuz beyefendi?
Yolcu: Sanayi Mahallesi 14 numara.
* * *
Yolcu: İyi günler hanımefendi, bir sorum olacaktı.
THY: Tabii buyurun.
Yolcu: THY ticketing bölümünde çalışanların maaşı ne kadar?
* * *
Yolcu: İyi günler, ben Almanya’ya gidecektim.
THY: Olur hanımefendi, nereye peki?
Yolcu: Havaalanına.
* * *
THY: Uçak akşam 5’te efendim.
Yolcu: Doksan beşte mi, çok geç yahu
* * *
Telefona İngilizce hat geldiğini ekrandan gören personel:
THY: Reservation, may I help you?
Yolcu: A ben yanlış basmıştım. Şimdi İngilizce bastım diye İngilizce mi konuşmam gerekecek?

* * *
Yolcu: Diyarbakır kaç para?
THY: 58 milyon 500 bin, indirim belgeniz varsa 32 milyon.
Yolcu: İndirim belgesi kaç para?



2008 video oyun ödülleri sahiplerini buldu

2008 Video Oyun Ödülleri, dün gece düzenlenen törenle sahiplerini buldu.
Softpedia adlı internet sitesinde yer alan habere göre, bu yıl altıncısı düzenlenen ve Spike TV’den canlı yayımlanan tören, Jack Black’in sunuculuğu, 50 Cent, All-American Rejects, LL Cool J gibi ünlü sanatçıların sahne performansları ve piyasaya çıkacak yeni oyunların fragmanlarıyla görsel şölene dönüştürüldü.
Törende, birçok kategoride ödül verilirken, genel klasmanda 2008’in en iyi oyunu olarak "Grand Theft Auto IV" anons edildi.
Kategoriler ve ödül sahipleri şöyle açıklandı:
Yılın en iyi oyunu: Grand Theft Auto IV
Yılın en iyi oyun yapımcısı: Media Molecule
Yılın en iyi bilgisayar oyunu: Left 4 Dead
Yılın en iyi Xbox 360 oyunu: Gears of War 2
Yılın en iyi PlayStation 3 oyunu: LittleBigPlanet
Yılın en iyi Wii oyunu: Boom Blox
Yılın en iyi bağımsız oyunu: World of Goo
Yılın en iyi aksiyon oyunu: Grand Theft Auto IV
Yılın en iyi shooter oyunu: Gears of War 2
Yılın en iyi rpg oyunu: Fallout 3
Yılın en iyi çok oyunculu oyunu: Left 4 Dead
Yılın en iyi ritm oyunu: Rock Band
Yılın en iyi takım sporları oyunu: NHL 09
Yılın en iyi bireysel spor oyunu: Shaun White Snowboarding
Yılın en iyi dövüş oyunu: Soul Calibur IV
Yılın en iyi grafiği: Metal Gear Solid 4: Guns of the Patriots

En estetik 10 cami

En estetik 10 cami

21 Aralık 2007



En estetik 10 cami İçinde Hıristiyan ve Müslüman iki din adamının da bulunduğu, mimarlık ve sanat tarihçilerinin yer aldığı jürimiz, Türkiye’nin en estetik 10 camiini seçerken zorlandı. Baha Tanman ve Doğan Kuban başta olmak üzere tümü, "Her dönemin farklı güzellik anlayışı var. Bir Selçuklu camiini seçsek, beyliklerin hatırı kalır, beylik döneminden birini öne çıkarsak Osmanlı’nın gönlü kırılır" dediler. Ve bu sıralamada yer alanların hepsini eşitlediler.

Amasya’nın minicik camiini, Süleymaniye’nin bitişiğine iliştirdiler. Çünkü kültürel mirasımızın şaheserleri olan bu ibadethanelerin her birinin ayrı ve benzersiz özellikleri var; her birinin göz bebeği gibi korunarak bizden sonraki kuşaklara devredilmesi şart.

EN İYİ 10

1. Divriği Ulu Cami/Sivas

2. Süleymaniye/İstanbul

3. Ortaköy/İstanbul

4. Selimiye/Edirne

5. Yeşil Cami/Bursa

6. Selçuk İsa Bey/İzmir

7. Yörgüç Paşa/Amasya

8. Ulu Cami/Erzurum

9. Rüstempaşa/İstanbul

10. Nuruosmaniye/İstanbul



DİVRİĞİ ULU CAMİ

Sivas’ta unutulan hazine/_newsimages/4649973.jpg

UNESCO’nun Türkiye’den Dünya Kültür Mirası listesine aldığı ilk eser bu cami oldu. Oysa yıllardır kıymet bilmez ellerde, bakımsızlıktan neredeyse harabeye dönmüştü. Divriği Ulu Cami, Mengücekoğulları hükümdarı Süleyman Şah’ın oğlu Ahmet Şah tarafından 1228’de yaptırıldı. 1280 metrekarelik kapalı alana sahip bu anıtın başmimarlığını Ahlatlı Hürremşah, taş oymacılığını ise Tiflisli Ahmet üstlendi. Evliya Çelebi’nin deyişiyle: "Üstad, bu camiye öyle emek sarf edip, kapı ve duvarları öyle nakş bukalemun eylemiş ki, methinde diller kısır, kalem kırıktır..." Bitişiğindeki Darüşşifa (hastane), Ahmet Şah’ın eşi ve Behram Şah’ın kızı Melike Turan Melek tarafından yaptırıldı. 16 sütunlu cami, 23 tonoz ve iki kubbe ile örtülü. Mihrabın biçim ve bezemelerinin Anadolu’da başka örneği yok. Üç kapılı camide dört kitabe, dört usta imzası, besmele, ayet ve dua yazılı 21 pano yer alıyor. Kapılarda birbirini tekrarlamayan kabartma motifler, ışık-gölge oyunlarıyla çarpıcı bir etki yaratıyor.

SÜLEYMANİYE

İstanbul’un baş tacı
/_newsimages/4649974.jpg
İstanbul’da yedi tepenin kente en hakim noktasında kurulmuş, yüzyıllardır kentin başına taç olmuş bir cami. Banisi Kanuni Sultan Süleyman, mimarı Sinan. Sinan, cami ve etrafını saran kompleksi 1550-1557 arasında tamamladı. Caminin avlusunun etrafını çevreleyen büyük komplekste okullar, kütüphane, hamam, aşevi, kervansaray, hastane ve dükkánlar yerleştirdi. 53 metre yüksekliğinde 26.50 m. çapındaki merkezi kubbeyi fil ayağı denilen dört büyük paye taşıyor. İçerideki en göz alıcı yer mihrap duvarındaki 16. yy. renkli, Türk motifleri ile süslü vitraylar. Sade mevlithanlar balkonu ve minberin yanında, mermer mihrap nişinin etrafı çinilerle süslü. Sultan mahfili mihrabın solunda. Caminin arka avlusunda Sultan Süleyman’ın, yanında da eşi Hürrem Sultan’ın türbeleri var.

ORTAKÖY

Boğaz’daki mücevher kutusu/_newsimages/4649975.jpg

Boğaziçi’nin en güzel koylarından birinde, Ortaköy sahildeki bu barok cami, Sultan Abdülmecid tarafından Mimar Nigoğos Balyan’a 1853’te yaptırıldı. Bütün selatin (sultan) camilerinde olduğu gibi harim ve hünkar bölümü olmak üzere iki kısımdan oluşur. Geniş ve yüksek pencereler Boğaz’ın ışıklarını caminin içine taşıyor. Merdivenle çıkılan yapının tek şerefeli iki minaresi var. Duvarları beyaz kesme taştan yapılmış. Tek kubbenin duvarları pembe mozaikten. Mihrap mozaik ve mermerden, minber ise somaki kaplı mermerden, ince bir işçiliğin ürünü. İskele Meydanı’nın kuzey ucunda olan caminin güneyi ve batısı denizle çevrili. Büyük Mecidiye Camii olarak da biliniyor.

SELİMİYE

Ustanın şaheseri
/_newsimages/4649978.jpg
Bu eşsiz eseri inşa eden Mimar Sinan diyor ki: "Kalfalığımı Şehzade Camii’nde yaptım. Ustalığımı Süleymaniye Camii’nde tamamladım. Fakat bütün gücümü bu Sultan Selim Han Camii’nde sarf edip uzmanlığımı ayán ve beyán ettim." Selimiye, II. Selim’in isteğiyle Kıbrıs’ın fethiyle elde edilen ganimetlerle yapıldı. 1568-1575 arasında tamamlanan cami, Osmanlı-Türk mimarisinin belki en büyük eseri. Üçer şerefeli dört minaresi var. Her minarenin yüksekliği 79.89, kubbesi 31.28 metre çapında. Caminin harim tarafındaki minarelerin şerefelerine ayrı merdivenlerden çıkılabiliyor. İnenle çıkan birbirini görmüyor. Cami, Edirne’nin en yüksek noktasında Yıldırım’ın yaptırdığı Baltacılar Koğuşu’nun kalıntıları üzerinde inşa edilmiş. Açık havalarda Rodop Dağları’ndan ve Uzunköprü’nün Süleymaniye Köyü’nden görülebiliyor.

BURSA YEŞİL CAMİ

Turkvuaz çinileri meşhur/_newsimages/4649981.jpg

Yeşil Cami, medresesi, hamamı vb. ile bir külliyenin parçası. Çelebi Sultan Mehmed adına mimar Hacı İvaz tarafından 1413-1420 arasında yapıldı. Tezyinat işleri Çelebi Sultan Mehmed’in ölümünden sonra üç yıl devam etti, 1424’te inşaat durdu. Caminin son cemaat yeri yok. Ön cephede görülen kemer üzengilerinden, tipik beş bölmeli bir son cemaat yerinin planlanmış fakat inşa edilmemiş olduğu anlaşılıyor. İkinci büyük kubbeli kıble eyvanı ile yan eyvanlar ilk büyük kubbeli orta hacime açılıyor. Yan eyvanların iki yanında içlerinde ocak ve dolaplar bulunan odalar var. Yeşil Cami, süslemelerinin yüksek kalitesiyle, özellikle de çinilerindeki ustalıkla tanınıyor. Koyu yeşil, açık ve koyu mavi çinileri çok ünlü.

SELÇUK İSA BEY

Her taşı orijinal/_newsimages/4649983.jpg

Anadolu Selçuklularından Aydınoğlu Beyliği’nin bir dönem merkezi olan Selçuk’ta (Ayasuluğ), İsa Bey tarafından mimar Ali Bin Müşeymeş’e yaptırıldı. 13 Mart 1375’te ibadete açıldı. St. Jean Katedrali ile Artemis tapınağının tam ortasına inşa edildi. Önemli arkeolojik sitlerin ortasında yer almasına rağmen, St. Jean Kilisesi’nden ve çevresindeki ören yerlerinden tek bir taş bile alınmadan bu cami için üretilen elemanlarla inşa edildi. Ayrıca, Türk mimarisinde ikinci cemaat yerine sahip olan ilk eser. Batı cephesindeki pencereler ve taç kapı üzerindeki süsleme, kama taşı ve düğümlü geçme örnekleri, mermere işlenmiş ayet ve hadisler eşsiz güzellikte. Aynı güzellikleri, içerideki mermer sütunlarda, kubbelerde kısmen kalmış turkuvaz çinilerde de görmek mümkün.

YÖRGÜÇPAŞA

Yeşilırmak kıyısındaki anıt/_newsimages/4649984.jpg

Sultan II. Murad’ın vezirlerinden Atabey Abdullah Oğlu Yörgüç Paşa tarafından 1429’da yaptırıldı. Eserin dış duvarları kesme taştan. Giriş cephesi kemerlerinde kırmızı ve beyaz mermer geçmeler yapının görünümüne ayrı bir güzellik katıyor. Gümüşhacıköy’ün 15 kilometre güneybatısında, Gökmedrese Mahallesi’nde Yeşilırmak kenarında kurulmuş. Cami kurulduğunda ahşaptan inşa edilmiş. Sonradan kagir olarak yapılan cami 1939 depreminde hasar görmüş ve 1946’da yeniden onarılmış. Dikdörtgen planlı cami üç bölümlü. Üç kubbeyle örtülü orta bölüm dört kalın ayağı birleştiren kemerlerle taşınıyor. Plan şemasındaki ilginç bir özellik de son cemaat yerinin caminin ana mekanına dahil edilmiş olması. Ulu camiler tipindeki Yörgüç Paşa Camii, üst örtüsü açısından da ilgi çekici bir yapı.

ERZURUM ULU CAMİ

Çifte minareli medreseye komşu/_newsimages/4649986.jpg

Erzurum’daki Ulu Cami, Cumhuriyet Caddesi’nde, yanındaki Çifte Minareli Medrese ile meşhur. Bu camiye Atabey Camii de deniyor. Saltuklu Emiri Nasreddin Aslan Mehmet tarafından 1179’da yaptırıldı. Ulu Cami Osmanlı kibrinden nasibini aldı ve IV. Murad zamanında yiyecek deposu olarak kullanıldı. Bu yapı, Erzurum’un sembolü olan Çifte Minareli Medrese’yle birlikte düşünüldüğü için aynı dönemde yapılmış bir külliye olduğu sanılmış. Ama sanat tarihçileri, medresenin Ulu Cami’den bir asır sonra yapıldığını düşünüyor. Medreseye Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat’ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı hanedanlarından Padişah Hatun tarafından yaptırıldığı için Hatuniye Medresesi de deniliyor. IV. Murad döneminde tophane ve kışla olarak kullanılmış.

RÜSTEMPAŞA

Çinilerden çiçek bahçesi
/_newsimages/4649987.jpg
İstanbul’da Mısır Çarşısı yakınında, tek minareli, etrafını çevirmiş dükkanların arasındaki cami, arka sırtlarda yükselen Süleymaniye ile eşsiz bir manzara oluşturuyor. 1561’de Sadrazam Rüstem Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırıldı. Dükkanların üzerinde yer alan camiye iki yandaki döner merdivenlerle ulaşılıyor. Girişte her daim dumanlar ve kokular yayan dönerci dükkanları var. Merkezi kubbe karşılıklı 4 duvar payesi ve yanlardaki ikişer sütun üzerinde yükseliyor. Giriş cephesi, küçük fakat çarpıcı iç mekan duvarları, müthiş İznik çini örnekleriyle süslü. Çiniler yaprak ve çiçek motifleri ile bir çiçek bahçesini andırıyor. 16. yüzyılda kullanılan ve bir rölyef gibi kabarık olan mercan kırmızısının en güzel örneği bu camide.

NURUOSMANİYE
/_newsimages/4649988.jpg
Eşsiz barok eser

İstanbul Kapalıçarşı girişindeki caminin yapımına I. Mahmud döneminde, 1749’da başlandı, ölümünden bir yıl sonra 1755’te tamamlandı. Mimarı Sinan Kalfa olan külliye barok tarzda yapılmış bir cami, medrese, imalathane, kütüphane, türbe, çeşme ve sebilden oluşuyor. Çevresini saran birkaç dükkan da külliyeye dahil. Nuruosmaniye Camii, Osmanlı cami mimarisinde ayrıcalıklı bir yere sahip. Üç boyutlu taş bezemeleriyle biricik bir barok şaheser olarak kabul görüyor. Eteği 32 pencere ile çevrili tek bir kubbesi var. 174 pencere ile aydınlatılıyor. İki şerefeli iki minaresi var. Kurşun yerine taş alemler, ilk kez bu minarelerde kullanılmış. Külliyenin girişindeki çeşme ve sebilde de barok üslup hakim.

Derbi dediğin...

Derbi dediğin...


F utbolda heyecanın zirveye çıktığı, kalbin her zamankinden daha hızlı çarptığı maçlardır derbiler... Futbolun bayramı...
"Dünyanın en büyük derbisi" olarak gösterilen bir maça tanıklık edeceğiz yarın..
Dünyanın "en ünlü" ve "en kanlı" derbilerinin sebebi ne? Şöyle bir bakalım...
İskoçya.
Glasgow.
Aynı şehrin iki takımı.
Celtic ve Rangers.
Biri Katolik, öbürü Protestan...
Din derbisi...
(Rangers kadrosunda Katolik oyuncuları uzun bir süre barındırmadı. Çünkü Rangers 1873'te bir Presbiteryen (ihtiyarlar meclisi tarafindan yönetilen Protestan kilise sistemi) gençlik kulübü olarak kurulmuştu. Rangers Katolik karşıtı inadından ancak 1989'da vazgeçti. O yıl transfer edilen Katolik oyuncu Maurice Johnston, Rangers taraftarları için bütün Katolikler içindeki en kötü insandı. Taraftarlar bu oyuncunun transfer edildiği gün kombine biletlerini yaktı. Johnston'un attığı golü geçerli saymayan Rangers'li taraftarlar bile vardı ve Johnston'un golüyle 1-0 kazanılan bir maça ilişkin "maç 0-0 bitti" diyorlardı.)
***
Arjantin.
Buenos Aires.
Aynı şehrin iki takımı.
Boca Juniors ve River Plate.
Biri halkın takımı, öbürü milyonerlerin...
Sınıf derbisi...
(Durum öyle vahim ki, sadece Bocalıların gömüleceği mezarlık yapılıyor. Yani, mezara kadar... İngiliz The Obsever gazetesinin dünyada ölmeden önce izlenmesi gereken 50 spor olayı arasında ilk sıraya koyduğu derbidir Boca-River derbisi)
***
İtalya.
Roma.
Aynı şehrin iki takımı.
Lazio ve Roma.
Biri sağcı, öbürü demokrat.
İdeoloji derbisi...
(Laziolular siyah ve Yahudi futbolcu istemiyor. Asıl isimleri SS Lazio... SS, societa sportiva demek... Yani, sportif kulüp... Ama onlar için anlamı farklı...)
***
İtalya.
Milano.
Aynı şehrin iki takımı.
Milan ve Inter.
Biri işçilerin, öbürü zengin aristokratların ve sonradan görmelerin...
Sınıf derbisi...
(80'li yıllarda milliyetçi Silvio Berlusconi'nin AC Milan'ı satın almasıyla bugün aktif taraftar gruplarının çoğunluğunu oluşturan kişilerden sağ eğilimli olanlar AC Milan tarafına geçerken, Inter'in liberal sol eğilimli lideri Massimo Moratti'nin takımının taraftar grubunun çoğunluğu çalışan kesimden oluşuyor.)
***
Romanya.
Bükreş.
Aynı şehrin iki takımı.
Steau ve Dinamo.
Biri askerlerin, öbürü polislerin...
Derin devlet derbisi...
***
Sırbistan.
Belgrad.
Aynı şehrin iki takımı.
Kızılyıldız ve Partizan.
Biri isyancıların, öbürü ordunun...
İdeoloji derbisi...
***
Rusya.
Moskova.
Aynı şehrin iki takımı.
CSKA ve Spartak. Biri ordunun, öbürü halkın... İdeoloji derbisi...
***
İngiltere.
Liverpool.
Aynı şehrin iki takımı.
Liverpool ve Everton.
Küçük bir Anfield'den taşınma sıkıntısı gibi başlasa da...
İngilizlerin derin İskoç meselelerini barındırır içinde...
***
Türkiye.
İstanbul.
Aynı şehrin iki takımı.
Fenerbahçe ve Galatasaray.
Din ayrımı yok. Irk ayrımı yok. İdeoloji ayrımı yok. Sınıf ayrımı yok. Asker-polis ayrımı yok. Zengin-fakir ayrımı yok. Eğitimli-cahil ayrımı yok... Dünyadaki ünlü derbilerden farklı olarak, taraftarları "aynı şehir" ile sınırlı değil.
Bütün ülkede var...
Peki bu ne derbisi? İnanılmaz nefretin mantıklı bir izahı var mı?..
Dünyanın 1 numaralı derbisine 1 gün kalırken, maçtan önce taraftar, maçta futbolcu, maçtan sonra ise yönetici kavgalarını görmemek dileğiyle...
Derbimiz hayırlı olsun!


Foto-jenerik

Toprakta ya da çim sahada, kramponla ya da yalın ayak... Futbol aşkı başkadır...


Spor savaşın taklidi olarak ortaya çıktı ama onun inkârı temelinde ayrı bir varlık kazandı. Tamam, terminolojisi savaşı andırıyor ama spor mücadelesinde birbirine ve kurallara saygı var. Barışık olma koşulu var. Şiddet yerine eşit koşullarda yarışma var. Yenilgiyi kabullenip rakibi kutlamak var. Kısacası, spor farklı olanlarla birlikte yaşama ve yarışma eğitimi demek. Bir tür sosyal ahlak yani. En azından beyaz dikdörtgen içinde
böyle olmak zorunda.
İbrahim Altınsay







Numara süpermiş!

Fener savunmasının araya atılan toplarda bu görüntülerle çaresiz kaldığı değil de nedir sizce. Benim için her zaman seyrettiğim filmin tekrarından başka hiçbir şey değil. Fener savunması hep bunu yapıyor. Ne zaman sona erecek bilmiyorum bu hatalar. Bir bilen varsa, Fener kazansa bile lütfen 0 216 542 1907 nolu telefona bildiğini aktarsın.
(Ziya Şengül - Star)





O da seni seviyormuş!

Ertuğrul, güzel adam, dün akşam bir hayat öpücüğü aldın. Seni çok seviyorum.
(Vedat Okyar - Vatan)






Diyosun!

Çağdaş futbolda koy Ceyhun'u Bayern Münih'de oynar!
(Kazım Kanat - Santra, ATV)






Sayalım Abi!

Şöyle sizinle Galatasaray santrforlarını bir bir sayalım.
(Turgay Şeren - Akşam)





Sana bir şey olmasın!

Ben size bir şey söyleyeyim mi? Tuncay İngiltere'ye gitti, tüm karizmayı çizdi.
(Murat Özarı - Ve Gool, TV8)





Off! Zor iş!

Hakan Can: Bizim hakemlerimiz de bir Bayern Münich - Barcelona maçı yönetse güzel olmaz mı?
Ahmet Çakar: Onlar için de, Türk hakemliği için de iyi olur. Ama ben sıkıntı çekerim.
HC: Niye?
AÇ: Çocukluğuma inmen lazım...
(6 Pas - Show TV)





???

GEÇMİŞ olsun sevgili Özhan ağabey... Ameliyat sonrası seni dimdik ayakta görmekten çok mutlu oldum. Kısa zamanda sağlığına kavuşmuş olarak G.Saray'ın başına dönüp beni, seni eleştirme zevkinden mahrum bırakmayacağına eminim.
(Ergun Gürsoy - Hürriyet)




Özlü söz 69!

İş bitmeden iş bitmez!
(Ali Sami Alkış Star)




Çok akıllısın!

Hakan Şükür'ün takımdan gitme ihtimali varsa, ben Hakan için kötü bir laf söyleyebilir miyim ya! Dünyanın en iyi futbolcusu, yeter ki gitsin!!!
(Osman Tamburacı - Verkaç, Fox TV)

yakantop@gmail.com







Uzayda seks


Uzayda seks

Amerikalı ve Rus astronotlar dünya dışında cinsel ilişkinin nasıl olacağını incelemek için uzayda 10 farklı pozisyon denemiş

Amerikalı ve Rus uzay uzmanlarının dünya dışında cinsel ilişkinin nasıl olacağını incelemek için 1996 yılında iki astronota uzayda seks deneyimi yaşattığı ortaya çıktı. İnsan ırkının uzayda varlığının sürdürmesi amacıyla hazırlanan projede önce bilgisayar simülasyonunda 20 seks pozisyonu tek tek incelendi. Bunlardan 10’unun uzayda gerçekleştirilebileceği sonucuna varıldı. STS-XX kod adı verilen projede kimliği açıklanmayan biri Rus diğeri Amerikalı iki astronot uzayda bu pozisyonları denedi ve sadece dördünde başarılı oldu. Sekste en çok tercih edilen misyoner pozisyonun uzayda imkansız olduğu belirlendi. Görüntüler videoya alındı ve NASA tarafından arşivlendi. Bu dönem içinde Amerika ve Rusya uzaya ikişer misyon gerçekleştirdi. Seks deneyimini o dönemde uzaya giden Yelena Kondakova, Bonnie J. Dunbar ve Ellen S. Baker üç kadın astronottan birinin yaşadığı sanılıyor.

Don't do Rüştü!

Don't do Rüştü!


Devre aralarının uzunluğuyla nam salmış ligimizin beş dakika mola tadındaki arası sona erdi ve ligin ikinci yarısı başladı.
Ara kısa olunca, bu arayı iyi değerlendiremeyen spor basını pek fazla transfer dedikodusu üretemedi. Ben içinde bulunduğum camia adına, hayli transfer haberi bekleyen okurlarımızdan özür diliyor ve yaz döneminde bunun acısının fazlasıyla çıkarılacağına söz veriyorum...
Neyse, biz transferi bırakıp esas konumuza dönelim... Dönelim dönmesine de, nasıl dönelim... Hani klişe haline gelmiş sözler var. Bu köşede de sıkça bahsi geçen... Artık o cümleleri duyduğumuzda şaşırmıyoruz. Hayatımıza girmiş cümleler... Ekşi Sözlük yazarları da, bu söz öbekciklerinin uluslararası bir standart haline gelmesi durumunda oluşabilecek terimler üzerine kafa yormuş...
  • Shevchenko... don't turn him, don't turn him there... don't do that kids...: Şevçenko.. döndürmeyin, döndürmeyin oralarda... yapmayın çocuklar...
  • the mixture of middle and shoot: orta şut karışımı.
  • a pass that full of intelligence: akıl dolu bir pas.
  • however everything has started very beautifull: oysa her şey ne güzel başlamıştı.
  • you are going to take your hat off your hat: şapka çıkaracaksınız şapka
  • a goal like honey: bal gibi gol
  • I am telling for those our listeners who don't know İnönü, Beşiktaş is defending the goal at the new open known as the Gashouse side: İnönü'yü bilmeyen dinleyicilerimiz için anlatıyorum, Beşiktaş Gazhane tarafı diye bilinen yeni açık tribünleri tarafındaki kaleyi koruyor.
  • I came Fenerbahçe to be stable: Fenerbahçe'de kalıcı olmaya geldim.
  • we caught an exit: bir çıkış yakaladık.
  • Rooney throwed championship came: Rooney attı şampiyonluk geldi
  • a pass from the ground, hagi, turned deliciously again, hakan escapes, nice pass to hakan, hakan went, hakan will swing, saw the frame, hakan hit, goaaalll. who threw? king threw!!! it doesn't matter English, French, German, Spanish...: yerden bir pas, Hagi nefis döndü yine. Hakan kaçtı, Hakan'a güzel pas, Hakan gitti, Hakan sıyrılıcak, çerçeveyi gördü, Hakan vurdu goooolll. Kim attı? Kral attı!!! Hiç farketmez İngiliz, Fransız, Alman, İspanyol...
  • unfrequently developing Arsenal assaults: ender gelişen Arsenal atakları.
  • an amazing shoot and a save that in the same beauty: mükemmel bir şut ve aynı güzellikte bir kurtarış.
  • everything is possible in the three-point system: üç puanlık sistemde her şey mümkün.
  • let them ponder now: şimdi onlar düşünsün.
  • ball which is going to the net has not earn value by being a goal: ağlara giden top gol olarak değer kazanmıyor.
  • goaaaal and also penalty: hem penaltı, hem gol.
  • want to cry dear viewers: ağlamak istiyorum sayın seyirciler.
  • good middle brings goal: iyi orta gol getirir.
  • the field and the ground is suitable for playing ball: saha ve zemin top oynamaya elverişli.
  • what matters is the result: resultante importante
  • flag is in the air: bayrak havada.
  • don't do Rüştü: yapma Rüştü.



  • Haberiniz var mı?

    Kaynağı belirsiz bir yerden 'şampiyonluk maçının ertelendiği' faksını alıp maça çıkmayan, böylelikle şampiyonluğu kaybeden takım hangisiydi?

    VFB Leipzig

    Otomobiliyle sahaya girip kendisini oyundan atan hakemin üstüne süren futbolcu kimdir?

    Carl Wood

    Hangi büyük futbolcu jübile maçında kendi kalesine gol attı?

    Franz Beckenbauer

    Schumacher'in boyun omurlarından birini kırdığı, çok sayıda dişini döktüğü Fransız oyuncu kimdir?

    Patrick Battiston

    Attığı golün sevincini yaşarken bacağını kıran futbolcu kimdir?

    Celestine Babayaro

    1994 ABD Dünya Futbol Şampiyonası'nın açılışında milli marş söylerken sakatlanan pop şarkıcısı kimdir?

    John Secada

    Oyuna girmeyi beklerken saha kenarında kırmızı kart gören oyuncu kimdir?

    Mark van Bommel

    Dünyanın en çok penaltı kaçıran futbolcusu kimdir?

    Gerd Müller (63te 16).

    Kendi kalesine attığı golle "Ayın Golü" ödülünü kazanan oyuncu kimdir?

    Helmut Winklhofer

    Rakip taraftarın kafasına tekme sallayan futbolcu kimdir?

    Eric Cantona

    2002 Dünya Kupası elemesinde Avustralya, Amerikan-Samoası'na kaç gol attı?
    Amerikan Samoası, bu maçta Avustralya'ya 31-0 yenildi. 11 Nisan 2001deki bu maçta kaleyi bekleyen zavallı adamın adı Nicky Salapu idi.


    Ahlak ve adalet yoksa, futbolun zevki de yoktur. Estetik ve etiğin aslında bir ve aynı şey olduğunu anlamak için futbola bakmak yeter.

    Gökhan Özgün



    Aklı bir karış futbolcu der ki:

    İnandık ve 1 puan kazandık... Önümüzdeki hafta oynayacağımız Ankaragücü maçını da kazanarak alt sıralardan uzaklaşmak istiyoruz...
    (6. sıradaki Denizlispor'un futbolcusu Fatih Egedik)



    Şimdi reklamlar!

    Yolunuz Antalya'ya Belek'e düşerse, mutlaka Spice Oteli'ne gidin.. Bir gece de olsa kalın, görecekleriniz karşısında ayrılamayacaksınız.. Nadire İşkale muhteşem bir tesis yapmış.. Her köşesi ayrı bir güzellikte.. İnsan kendisini başka bir dünyada zannediyor.. En önemlisi de çalışan personeli.. Resepsiyonundan, garsonlarına, Genel Müdüründen, bahçede çalışanına kadar hepsi güler yüzlü.. Geleni rahat ettirmek için etrafında deli divane oluyorlar.. Gazeteci dostlarla beraber on gün kaldık, bir kusur bulamadık.. Kendimizi bulutların üstünde, cennette zannettik.
    (Alaattin Metin - Akşam)



    Çakar diyor ki 3:

    Ben tartışmaları biçimsiz yerlere götürmek üzere dizayn edildim.
    (Ahmet Çakar - 6 Pas, Show TV)



    Yooo...

    "Onlar çok güçlü, bizim gücümüz ne ki?" edebiyatından asla bir sonuç alamazsınız. Çünkü Fenerbahçe de diğerleri gibi ülkemizin bir kulübüdür. Sen de yapacaksın kardeşim. Bakın şimdi bu gerçekleri neden yazıyorum herhalde merak ediyorsunuz.
    (Selçuk Yula - Takvim)



    Eyvallah!

    Sakın beni Avrupa hayranı filan sanmayın... Mecbur kalmasam turist olarak dahi yurt dışına çıkmam. Bu doğa ve tarihi zenginlik, bu arkadaşlık ve dostluk dünyanın hiçbir yerinde yok. Ufak tefek bahaneler uydurarak yeni vatan arayan yol-yordam bilmeyenlerden de değilim.
    (Ergun Gürsoy - Hürriyet)



    Özlü söz 70!

    Şans kapıyı çalınca, koş!
    (Ali Sami Alkış - Star)



    Sen bilirsin!

    Kimse bana masal anlatmasın. "Hızlı futbol ve haftada üç maç oynandığı için sakatlıklar oluyor" gibi bahanelerle kimseyi kandırmasınlar. Bu kadar büyük imkanlara sahip futbolcuların, futbol sevgisiyle dolu taraftarlarına bu rezil futbolu benimsetmeye çalışmalarına ve "bizden bu kadar yerseniz" tavrı içinde olmalarını benim kabul etmem mümkün değil.
    (Gökmen Özdenak - Fanatik)

    yakantop@gmail.com





    Kafası karışık bir yazı


    Kafası karışık bir yazı


    Hastayım... Nerdeyse her şeye alerjim var ve "saman nezlesi" diye de tabir edilen hastalıkla uğraşıyorum. Gözlerimi açamıyorum, ilaçlar da uyku yapıyor... Zor durum anlayacağınız...
    Baştan uyarayım, böyle zor şartlar altında yazılan bu yazı da, aldığım ilaçların etkisiyle mi bilinmez, kafası karışık bir yazı... Benden söylemesi... İsteyen okumasın!
    Cumartesi günü Mudanya üzerinden İstanbul'a dönerken, Fenerbahçe - Trabzon maçını Mudanya'da bir kafede izledim. Ön masamda ise beş kadın ve iki erkekten oluşan bir grup vardı... Beş kadın...
    Gözüm televizyonda, kulağım ister istemez onlarda maç seyrettim... Nelerden mi bahsettiler?
    İçlerinden birinin evini su basmış...
    Bir arkadaşları evleniyormuş, gelinliği güzel değilmiş...
    Biri boyatmak yerine saçlarına bir dahakine gölge yaptıracakmış...
    Öbürü sevgilisiyle kavga etmiş... Sebebi "toz vim"miş...
    Bu arada goller arka arkaya geliyor, umurlarında değil... Bu kadın arkadaşlar formayla maç seyredecek kadar fanatik bir de...
    Alex'in golü geldi. Kadınların en çok konuşanı ancak tekrarını seyredebildiği gol için "böyle saçma gol mü olur, iptal etsinler bunu" dedi...
    Sonra "Alex, Maradona gibi" dedi...
    Sonra "Alex'in kasları çok güzel, ama Appiah'ınkiler daha güzel" dedi...
    Daha neler neler dedi...
    Pazar günü de Belediye - Antep maçına gittim... Bu defa arkamda futbolcu yakınları olduğunu düşündüğüm bir grup kadın vardı. Zaten Belediye'nin maçlarını kim seyrediyor? Sen, ben, futbolcu yakınları...
    Belediye'nin ilk yarısında neredeyse tek kale oynadığı maçta, De Nigris Antep'i öne geçiren golü attı. Kadın, Hasagiç'e çattı: "Hep önde durdu, kalesinde durmadı, golü de yedi." Demek istediği şu: Hasagiç Antep yarı sahasında oynanan maçta ceza sahası çizgisinde durursa golü de yermiş...
    İlyas oyundan çıkıp yerini Kerim'e bırakalı 10 dakika olmuş, kadınlardan biri sordu: İlyas nerde? Kırmızı kart mı gördü?..


    Aman... Sıkıldım...

    Maçları seyrettiğimiz bir grubumuz vardı. Adrenalini yüksek maçlarda kadın arkadaşları istemezdi bizimkiler, "sadece sen gel" derlerdi bana... Ben de kızardım onlara... Anlıyorum şimdi onları... Tribünde dilden dile yayılan "Gemide, tribünde ve eylemde kadın uğursuzluk getirir" safsatası da cabası...
    Düşünsenize Fenerbahçe - Beşiktaş maçını seyrediyorsunuz... Hangi takımı tuttuğunuzun önemi yok, yukarıdakine benzer konuşmalar oluyor...
    Ay, dayanamayacağım. Düşünmek bile yetti...
    Sanırım ben de yaşadığım koşullara uyum sağlamaya başladım...
    Cinsiyetçilik yapıyorum...
    Erkek egemen dünyanın kurallarının geçerli olduğu futbolda "kadınlar futboldan anlar" üzerine size tez bile yazabilirim... Bu konuda cinsiyetçilik yapanlarla da saatlerce tartışabilirim.
    Ama af buyurun, Alex deyince benim ilk aklıma, kasları değil, -dikkat de etmedim zaten- 2005-2006 sezonunun ilk maçında, Lacivert tribünde (Alex'in gol attıktan sonra geldiği tribün) seyrettiğim maçta, Samsun'a sağ ayağıyla röveşatadan attığı gol gelir...
    Bu kadar yazdım yazmasına da yazının sonunda bir de şöyle düşündüm: Ben futboldan ne anlıyorum? Ve pek tabii ki kadınları ne kadar anlıyorum?
    Bir an önce "kadın sorunu" üzerine birkaç kitap okuyup kendime gelmeliyim. Bu gidiş gidiş değil Nilay...


    Hey gidi Toroğlu hey!

    Hilmi Özkök'ün görevini Yaşar Büyükanıt'a devrettiği günlerde, Maraton programında ülke gündemini meşgul edecek kadar özlü sözler sarfetmişti Erman Toroğlu. Tavukçuluk piyasasını bile dibe vurduracak kadar piyasa ekonomisine hakim olunca insan, sözleri ayrı bir önem taşıyor.
    "Ben Genelkurmay Başkanı'nı asker isterim ağbi... Özkök Paşa ayrıldı, onun için diyorlar ki çok demokratik, çok beyefendi, çok efendi. Tamam öyle olsun. Ama ben çok demokratik bir genelkurmay başkanı istemiyorum ağbi... Benim genelkurmay başkanım kodumu oturtacak, vurdu mu oturtacak!" demişti...
    21 Ekim 2007'de yine Toroğlu: "Ne demek demokrat ya! Askerlik ölme-öldürme sanatıdır. Bizim askeri kukla yaptınız. Asker askerlikten çıktı. Şu iş iyi oldu. Şimdi asker de askerliğini bilecek, politikacı politikacılığını bilecek... Ben askere güveniyorum bir tek. İnşallah bu defa asker askerliğini yapar. Askerin bağlamışsın elini kolunu abi. Böyle askerlik olur mu abi ya! Asker askerliğini yapmayacak, polis polisliğini yapmayacak. AB onu isteyecek... AB bir de krem istesin de, kremle gelsin. Bir de krem verelim AB'ye de, fazla acıtmasınlar... Oraya geldik, kreme geldik. Bir de onu verelim, rahatlayalım. Bırakın böyle işleri, bırakın böyle oynamayı... Bir şeyler söyleyin! Bağlanmışsın... Komando birliği de olmaz, özel harekat timi yapacaksın... Hala "yatırım yapalım" diyorlar... Yıllarca ne yaptık? Ne kısa vadede bir b.k var, ne uzun vadede..." diye cümleler kurmuştu pozisyonları yorumladığı futbol programında...


    Gün oldu, devran döndü...

    Lig TV kameramanları Fenerbahçe-Trabzonspor maçı sonrası polis tarafından gözaltına alındı. Her iki taraf da birbirinden şikayetçi. Her iki taraf da darp edildiğini söyledi..
    23 Aralık 2007'de Erman Toroğlu bu defa "Bunları benim oğluma yapacaklar ki neler yaparım biliyor musun? Ama ne zaman yaparım biliyor musun? Hukuk gereğini yapmazsa. 'Bu arabayı kıstıralım' diyorlarmış. Neyi kıstırıyorsun ya? Tavuk mu kıstırıyorsun? Eşkıyalık bu!.. Adalet böyle dağıtılırsa nasıl bir adalet bu?" dedi.
    "Ne demek demokrat ya! Askerlik ölme-öldürme sanatıdır.... Asker askerliğini bilecek, polis polisliğini bilecek... " diyerek kodumu oturtan iktidar mekanizması isteyen Toroğlu, şimdi adalet diye bağırıyor...
    Kodumu oturtan Genelkurmay Başkanı istersen, kodumu oturtan Emniyet Müdürünü de, kodumu oturtan çevik kuvveti de onaylamak zorundasın...
    Asker, polis kodumu oturttuğu zaman Erman Toroğlu, Erman Toroğlu'nun oğlu ya da Lig TV kameramanı dinlemez... Bir kere kodumu oturtmaya başlarsa kimseyi tanımaz...
    Erman Toroğlu konuşuyor, konuştukça çelişiyor. Çeliştikçe de ben yazacağım.
    Demokrasi böyle bir şey işte. Canı yananların sarılıp, adalet talep ettiği bir liman. Erdem ise canı yanmadan da canı yananların hakkına sahip çıkabilenlerin bayrağı...
    Not: Erman Toroğlu'nun sözleri milliyet.com.tr'den alınmıştır.




    Hafta sonu %50 indirimli

    Güntekin Onay: Hocam, yönetmenimiz Kerem uyarıyor, "Gökhan'ın tacında ihlal var mı" diye...
    Rıdvan Dilmen: Top elinden çıktıktan sonra sağ ayak içeri giriyor, ihlal yok!
    GO: İki ayağını da yere basıyor olması lazım.
    RD: Nasıl?
    GO: Ayakların yere basıyor olması...
    RD: Fener gol attığında ayağına, tırnağına kadar bakıyorsunuz da...
    GO: Yok, yönetmenimiz Kerem uyardı. Telefon gelmiş de... Onun için...
    RD: Boşuna telefon parası vermişler...

    (%100 Futbol - NTV)



    Seneye Allah kerim!

    Holosko geçen sene kötüydü. Delirtiyordu bizi, kanser ediyordu. Bu sene çok iyi, uçuyor...

    (Eski Manisalı şimdi CSKA Moskovalı futbolcu Caner Erkin)



    Hayır sormuyoruz!

    Bir penaltı basın kulisinde bu denli konuşulur mu? Devre arasında ekranda tekrar tekrar izlenmesine karşın bir noktada buluşulamıyorsa nedir bu kaos? Benim görüşümü mü soruyorsunuz?

    (Sanlı Sarıalioğlu Yeni Şafak)



    Şaka yapıyorsun!

    Bu grubun en iyi takımı biziz. Panionios'u deplasmanda 3-0 yenerek gruptan çıktık.

    (Hakan Şükür)



    Acaba kimdir, kimdir?

    - Celal (Gürcan) abi özür dilerim yönetimdeki vasfınız nedir?
    - Aziz'den sorumlu yöneticiyim!
    - Anlayamadım ne Aziz'i?
    - Bizim Aziz Üstel'i tanırsın değil mi?
    - Evet tanıyorum.
    - Çok sert yazılar yazıyor ya, o da benim iyi arkadaşım. Yazılarını biraz yumuşatsın, ortalığı germesin diye görevlendirildim.
    - Kim tarafından?
    - Onu da sen bul sevgili Bahri...
    Ben buldum, şimdi de siz bulun sevgili AKŞAM okuyucuları...

    (Bahri Havadır - Akşam)



    Ne komik!

    Ve tam o sıradaaaa, Hızır değil emmeee, hınzır Semih takıveriyor 2. golü. Hıh hıh hııııh!..

    (Savaş Ay - Pas Fotomaç)



    Unutmuş Abi!

    Orkun! Çok çalışmalısın. Ve defansın rakiple mücadele ederken, kaleni asla boşaltmayacaksın.

    (Turgay Şeren - Akşam)


    yakantop@gmail.com

    lslıklanan dünya kulübü!

    Kulübün her alanındaki çalışmalardan ben sorumluyum diyen Başkan Aziz Yıldırım'ın, 80 dakika boyunca protesto edilen Fenerbahçe'nin sorumluluğunu da üstüne alması gerek. Bu şartlarda Zico'ya veya oyunculara ne kadar yüklenebilirsiniz!
    Ediz SIRAPINAR








    Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım daha kısa bir süre önce "Transfer yönetim tarafından yapılır" demiş, kulübün her alanındaki çalışmalardan kendisinin sorumlu olacağının altını çizmişti.
    O zaman Yıldırım'ın, Belediye karşısında 80 dakika ıslıklanan Fenerbahçe'nin sorumluluğunu da üstüne alması gerek. Çünkü bu şartlarda her ne kadar Anadolu takımları ile oynanan maçların altından bir türlü kalkmasını beceremeyen, sistem konusunda hâlâ ciddi problemleri olan Teknik Direktör Zico'ya nasıl yüklenebilirsiniz?
    Yedek kulübesinde oturmaktan başka hiçbir işe yaramayan, ayda yılda bir bulduğu fırsatlarda bile sahada eli belinde dolaşan ama parasını tıkır tıkır alan yıldız adaylarına nasıl hesap sorabilir siniz?
    Üç kulvarda oynanacak birbirinden zorlu maçlar öncesinde Dünya Kulübü diye lanse edilen Fenerbahçe'nin forvetini sadece Semih ve İlhan'a teslim etmek ne kadar kaliteli yöneticilik ürünüdür?

    Ligi çıkarması bile zor

    Ligin ilk yarısında ortaya çıkan tablodan sonra Fenerbahçe'nin bir gün sonra kadrosuna bir golcü alması gerekmez miydi? Hani nerede sistemle çalışmanın meyveleri...
    Bırakın Şampiyonlar Ligi'ni, ligdeki rakipleriniz bile 3-4 kaliteli gol ayağını kadrosunda barındırırken, borç içinde astronomik rakamları gözünü kırpmadan vermekten kaçınmazken, "Biz istediğimiz yıldızı artık getirebiliriz" diyen Fenerbahçe yönetimi, İlhan'dan takımı kurtarmasını beklemektedir. Aurelio aylardır tek başına direnmektedir.
    Aylardır çözülemeyen Appiah ve Kezman problemleri, takım Antalya'da kalırken İstanbul'da tedavi olmayı tercih eden Alex'in başına buyruk halleri, vitrin maçlar dışında ne kendini maça veren, ne kazanmak için çaba sarfeden milyon dolarlık oyuncuların disiplinsizliği, Fenerbahçe'de aslında işlerin o kadar da iyi gitmediğinin açık bir belgesi...
    Avrupa şampiyonluğu hedefleyen Fenerbahçe yönetimi, Şampiyonlar Ligi'nde bu kadar yol almışken büyük oynamak yerine kaderine razı bir görüntü çizmekte. Eğer 3-4 kaliteli isim alınmazsa mevcut kadronun bırakın Avrupa'yı ligi çıkarması bile zor gibi...

    YALAN HABER

    YALAN HABER
    Gazeteci Fuat Kozluklu, Türkiye'de yalan haber ve yalan köşe yazısı yazan insanlarla çalıştığını belirterek tüm kavgasının haber ve gazetecilik üzerine olduğunu söyledi.

    Gazeteci Fuat Kozluklu, Cihan Haber dergisine Türk medyası ile ilgili değişik açıklamalarda bulundu.

    Kozluklu, Türkiye'de yalan haber ve yalan köşe yazısı yazan insanlarla çalıştığını belirterek tüm kavgasının haber ve gazetecilik üzerine olduğunu söyledi.

    Toyluk dönemlerinde yanlış, iyi araştırıp soruşturmadan dedikoduyu haber diye yazdığını söyleyen Kozluklu, bu durumu şöyle anlattı: "O zaman Cumhuriyet Gazetesi'nde çalışıyordum. Vatan Caddesi'nin üzerinde bir lunapark vardı. Orada etekli bir kadın şeklinde dönme dolap vardı. Üzeri branda ile kapatılmıştı. Hani Fatih bölgesine de giriyor diye, lunaparktaki o kadın figürlü dönme dolap için geldim ve şöyle yazdım: "İslamcılar dönme dolaptaki etekli kadına tahammül edemediler" Cumhuriyet Gazetesi'nde kocaman çıktı hem de birinci sayfada. Yalan haberdi, çok kötü, yazıklar olsun bana."

    Kozluklu, 28 Şubat sürecinde ABD'ye gelmiş olan dönemin önemli generallerinden Çevik Bir ve Milli Güvenlik Kurulu Genel (MGK) Sekreteri İlhan Kılıç'ın söylediklerini Cumhuriyet'e haber olarak gönderdiğini ancak sansürlendiğini belirterek şunları söyledi: "28 Şubat sürecinde Ülker Grubu için "yeşil sermaye" diyorlardı. Ama ne zaman ki Cumhuriyet Gazetesi'nin içinden bir adam Ülker Grubu'nun yönetim kuruluna alındı, Ülker Grubu "yeşil sermaye" olmaktan çıktı. Bunları söylediğim için "kavgacı ve geveze adam" oldum. Cumhuriyet'e çalıştığım dönemde, Hikmet Çetinkaya, Fehmi Koru'nun dünyaca ünlü ve köklü eğitim kurumu olan Harward Üniversitesi'nden mezun olup olmadığını sorgulattı. Boston'da Harward'a gittim. Belgesini buldum ve faksta geçtim, o faks da bende duruyor. Ama Hikmet Çetinkaya yayınlamadı. Kendisi lise mezunu mudur nedir, bilmiyorum bile. ABD'deki Türk okullarını ilk yazan ve fotoğraflayan benim. Mahkemeye verdiler, Cumhuriyet Gazetesi Fethullah Hoca'ya karşı bugüne kadar bir davayı kaybetmedi. O da bu davaydı ve Zaman Gazetesi'nde "Fuat Kozluklu burada haberin bütün kurallarını yerine getirmiş" diye yazdılar. Ama olayı saptırmak için başlığı "ABD'de Şeriat kampı" diye atan Hikmet Çetinkaya idi. Ben Cumhuriyet Gazetesi'nde yalan haber yazan, yalan köşe yazısı yazan yalancılarla çalıştım."

    Cumhuriyet Gazetesi'nin içerisinde olup bitenleri 'www.sansursuz.com' isimli sitede yazdığını ifade eden Kozluklu, "Sansürledikleri ilanları, çalışanlar arasında nasıl terör estirdiklerini, sosyal adaletsizliğe bayrak açıp çalışanlarının büyük bir kısmını kadrosuz, sigortasız çalıştırdıklarını yazıyorum. Benim de emeğim çalındı. 2 yıl kadrosuz, sigortasız ve komik ücretlerle çalıştırdılar. Ama bu 2 yüzlülük ve emek sömürüsü sadece Cumhuriyet'te değil her yerde var artık. Karşı kampta yer alanlar da aynı biçimde yalan haberlere, yönlendirmelere, kışkırtmalara imza atıyorlar. Yabancı bir gazeteci arkadaşım bana "sizin ülkenizin ajana, kışkırtıcıya hiç ihtiyacı yok" demişti. "Türklük", "din", "laiklik", "vatan" "demokrasi" ya da "Cumhuriyet" iki dakikada elden gidebiliyor. Gazeteciler ortalıkta akbaba gibi dolaşabiliyor." diye konuştu.

    MEDYANIN KENDİ İÇİNDE ANDIÇ LİSTESİ VAR

    Medyanın kendi içerisinde andıç listesi olduğunu iddia eden Kozluklu "Ancak Genelkurmay'ın hazırladığı andıçları eleştirenler, medya baronlarının hazırladığı andıçları nedense görmezden geliyorlar. Çünkü medyada maalesef egemen olan anlayış 'kadınsan haremime gireceksin, erkeksen kapımda köle olacaksın' diye özetleyebileceğim bir anlayıştır. Hala bağırarak ve işten atma tehdidi ile çalıştırıyorlar insanları birçok yerde. Amerika'da medyada yanında çalıştırdığı kişiye karşı sesini yükselten ve onu işten çıkarmakla tehdit edenler hukuken suçlu sayılıyorlar ve ceza işlemiş oluyorlar. Ama bizde hala bu anlayışa sahip yazı işleri ve haber müdürlerinin egemenliği sürüyor." diye konuştu.

    Patron, iktidar, muhalefet, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) gibi dertleri olan insanların gazetecilik yapamayacağını ifade eden Kozluklu, şunları söyledi: "Şu anda bir iki medya organı dışında zaten gazetecilik yapılmıyor. Yanı başımızda harita yeniden şekillendiriliyor, uzman bir gazetecimiz yok, deneyimli ve de gelişmelerin analizini yapacak, uluslararası standartlarda tarihe tanıklık edecek habercimiz bulunmuyor oralarda. Ben bir gazeteci olarak, son üç dört yıldır Zaman ve Milliyet gazetelerini okuyanların şanslı olduğuna inanıyorum. Zaten 4 isim sayıyorum; Sedat Ergin, Ekrem Dumanlı, Umur Talu, Mustafa Karaalioğlu. Hep denilir ki, 'Gazeteci olacaksan Abdi İpekçi, Nezih Demirkent ve Çetin Emeç gibi olacaksın". Ben de diyorum ki günümüzde Sedat Ergin, Ekrem Dumanlı ve Mustafa Karaalioğlu gazeteciliği konuşulmalı"

    Basın örgütlerinin bugün politik yapıda olduğunu ve bağımsız olmadığını ileri süren Kozluklu. "Benim cenazemi Gazeteciler Cemiyeti'ne falan da götürmesinler. Böyle saçmalıklarla uğraşmasınlar. Çünkü o cemiyetlerin evrensel anlamda bir meslek örgütü olmadıklarını gördüm. Meslektaşını andıçlamış, yıllarca işsiz bırakmış olanlar ölünce timsahın gözyaşları misali ikiyüzlü söylemler dile getiriyorlar. Bunların son örneğine sevgili Duygu Asena'nın ardından tanık oldum. Medya sektörü kesinlikle temizlenmesi gereken bir yerdir." dedi.

    Kozluklu 'Medya kimlerden temizlenmeli?' sorusuna şu cevabı verdi: "Bu ülkede organize suç örgütleriyle işbirliği içerisinde bulunmuş ve bu telefon kayıtları ile ortaya konmuş insanlar hala haber müdürlüğü yapabiliyor. Borsa yönlendirmelerine karışmış insanlar, ekonomi bölümlerinin şefliğini yürütebiliyor. Patronları adına bakanlarla ihale pazarlığı yaptığı belgelerle ispatlanmış insanlar, genel yayın yönetmeni sıfatıyla herkese ahlak dersi vermeye devam edebiliyor. Yaptıkları haberleri yayınladıkları için değil yayınlamadıkları için para kazanan insanlar, topluma 'haksızlıklarla mücadele eden korkusuz gazeteci' olarak sunulabiliyor. Soyulan bankalarla kurulmuş medya kuruluşları var, onlar hak ve hukuktan, ahlaktan nasıl söz edebilirler ki! Ama Türkiye'de edebiliyorlar"

    Türk halkı için en büyük tehdidin ehliyetini kötüye kullanan sorumsuz yöneticilerin elindeki medya olduğunu ileri süren Kozluklu, şunları söyledi: "Türkiye'mizde yangını çıkaran da söndüren de aynı itfaiyeci. Bir iki gazete ve bir iki televizyon hariç gerisi evrensel hukuk anlayışından uzak yayın yapıyorlar. Yani şimdi 'bunları yayınlayın da toplumunuz fuhşa, uyuşturucuya ve silaha özensin' diye CIA ajanları mı getirip kasetleri veriyor! Kendileri gidip alıyorlar, öyle sahtekârlık yok. Yani benim annem, Remziye Hanım televizyon kanallarına telefon açıp, 'ne olur kim, kiminle, nerede, ne yapıyor programları verin' mi diyor? Yok böyle bir sahtekarlık. 'Halkın talebi bu yönde' diyenler yalan söylüyor. Açgözlü, sınıf sorunları yaşayan, bir anda hak etmedikleri ölçüde parayla ve şöhretle buluşan insanların yaydığı bir dehşet var, bir terör var Türkiye'de."


    11 Haziran 2007, Pazartesi

    Monday, October 19, 2009

    e-MUHTIRA


    Perihan Mağden

    01/05/2007 (19174 kişi okudu)

    Cuma gecesi, bi arkadaşım mesaj atmış, "Olanı biteni duydun mu?" diye. Ben çok erken uyuyan biriyim. Gece köpeğimizin havlamalarıyla uyanıp da bu mesajı alınca, Hürriyet'in sitesine girip aldım kara haberi: Askeriyemiz
    internet sitesinden bir muhtıra (demokratik düzene tehdit mesajı) yollamış. Cümlemize.
    Bazılarımız için bu e-postallanmanın kırmızı tişörtler, kafada rüküş kepler, muhtelif meczup dışavurumlarla Meydandolduran olabilmek
    için büyük bir muştu, omuza patpat, saçlara okşama "Aferin akıllı kızım benim! Çık bağır sloganlarını! Söyle 10. Yıl Marşı'nı" anlamına geldiğinin pek tabii ki farkındayım.
    Cuma gecesi 2'den beri ruhumu bıçak açmıyor. Tarif edemeyeceğim kadar üzgünüm. Bu memleketten umudu kestim. Bu memlekette dirlik ve düzen
    olamaz; zira bu memlekette birlik yok. Ezilenin, hakkını alamayanın, adaletsizliğe uğrayanın birliği yok.
    Buna karşılık: Meydandolduranların hangi haklarının gasp edildiği konusunda bir bilgim yok; 'olası' gasplara karşı meydan dolduruyorlarsa, ben de onların olası gasplarına karşı meydan doldurulursa teselli bulabilirim ancak. Zira onların yalnızca Askeriye Delisi değil, aynı zamanda Darbe Yandaşı olduklarına dair kanaatimden kurtulmam mümkün değil.
    Pankartlar 'Ne şeriat, ne darbe' diyor. Ama kürsüde Nur Serter hanım seçeneklerden ikincisinin nasıl yüreklerine sur serpeceğini ilan etmiyorsa; ne söylemekte peki? Nur Serter hanımın yardımcısı olduğu Atatürkçü Düşünce Derneği'nin başkanı Darbeci Günlükleri'nden ismi Darbe Yapma Arzusu 2 Kez Direkten Dönen Komutan olarak (habire) geçen Eruygur Paşa. Tuncay Özkan mevcutlu konuşmacı, pardon bağırmacı.
    Bu 'iddiaları' ortaya atan NOKTA, Askeri Savcı'nın talebiyle basıldı. NOKTA'nın sahibi "Kalbimde stent takılı; dayanamayacağım" deyip dergiyi kapattı. Alper Görmüş 6 yıl hapis istemiyle yargılanıyor. Ama Darbeci Günlükleri'nin 'otantik' mi olduğuna, yoksa o iki bin sayfanın çok işgüzar birileri tarafından ilmek ilmek mi hazırlandığına dair bir soruşturma söz konusu değil. Açılmadı.
    Çağlayan Mitingi'ndeki pankartlar, "Solcuların oyu CHP'ye, sağcıların oyu MHP'ye" diyor.
    Demek 'sağcı' ve 'solcu' laikçiler bu denli eminler duruşlarından. Onlar için MHP ya da CHP fark etmiyor: Benim için de öyle.
    Arşivlere girip bakıyorum Şemdinli İddianamesi'nde Yaşar Büyükanıt ve bazı komutanların adını geçirme densizliğini ve cüretini gösteren eski Van Savcısı Ferhat Sarıkaya'nın adı en son gazetelerde "Vanda 2 korumayla geziyor" diye geçiyor. 15 Kasım 2006'da.
    O günden beri Ferhat Sarıkaya'yla ilgili hiçbir haber yok. Avukatlık yapması DAHİ yasaklanmış bulunan Ferhat Sarıkaya acaba nerde, ne yapıyor? Haber almak istiyorum.
    Şemdinli bir milat olabilirdi. İki astsubay ve bir itirafçı 39 yıl 10 ay 27 gün ceza aldılar. Umut Kitabevi'ne bomba atmışlar; bir kişinin ölümüne,
    beş kişinin yaralanmasına neden olmuşlardı. Şemdinliler tarafından 'iş başında' yakalanmasalardı, bir provokasyonu gerçekleştirmiş/görevlerini
    yerine getirmiş astsubaylar olarak karargâhlarına döneceklerdi. Değil mi?
    Bir savaş bitmiyor, bitirilmiyor ve bunun maliyetinin hesabı sorulamıyor. Kaç can gitti? Bir şehit ailesi çıkıp, "Oğlumun şehit düştüğü o eyleminiz/baskınınız/harekâtınızla ilgili askeri teknik inceleme yapılmasını talep ediyorum. Komutanların görevini ihmal ya da yanlış yapması söz konusu olabilir mi? Bunun tetkik edilip bana bildirilmesini istiyorum. Oğlumun ölümü yerli bir ölüm müdür, yersiz midir/haklı mıdır/haksız mıdır? Beni evlatsız komaya haklı (askeri) gerekçeleriniz vardır elbette. Bunları öğrenmek istiyorum," diyebiliyor mu? Savaş sürüyor. Mevsim geldi. Şehit cenazeleri köylerine yollanmaya başlandı.
    12 Nisan'da Yaşar Büyükanıt 'tarihi bir konuşma' yapıyor. Bir deterjan sloganını (sözde değil özde temizlik) alıp mesajını olabildiğince sert veriyor. Tam da Erman Toroğlu/Hıncal Uluç benzeri 'futbolcu' 'demokrat değil Cumhuriyetçi' (kendi tanımları) 'sandıkçı değil darbeci' (benim tanımım) fanatik laikçilik kisvesi altında orduculuk hastalarının arzu ettiği kadar, 'kodu mu oturtan' bir konuşma. (Diyelim: Tuncay Özkan'ı kesmiyor.)
    Avrupa Birliği müktesebatının Türkiye'yi bölmek istediğini DAHİ söylüyor. Daha ne söylesin? "Gördüğü düşü hayıra yoranın da Allah'ını!"
    demek isterim pozitifçilere. Siyasetçisine, medyalamacısına, inatçısına. Kimse okuyamıyor değil de; okumaz gibi yapıyor.
    Bunu da en iyi 'Başbakanın uçağından da inmem, paşalarımın kucağından da' çizgisinin yılmaz, en son, en gelişmiş (Ankara) temsilcisi
    Aslı Aydıntaçbaş pazar günkü köşesinde ifadelendiriyor. (30 Nisan, Sabah gazetesi)
    "Gerçekten de Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın 12 Nisan konuşmasında neyi kast ettiği, kime veto koyduğu, üst düzey bir komutanın anayasal bir çerçeve içinde kalsa bile 5 temel güvenlik sıkıntısını sayarak hükümeti suçlamasının anlamını hepimiz biliyorduk. Biraz hükümetin hışmından çekinerek, biraz da militarist gözükmemek için bunu GÖRMEZDEN GELDİK. Daha önce ben kaç defa edindiğim izlenim ya da görüşleri, aynı sebepten aktaramadım."
    Bence hiçbir Ankara temsilcisi, patronunun enerji ihaleleri filan hükümetle iyi geçinir görünmezlerse sekteye uğrar korkuları içinde soluk alıp verdiğini ya da ne denli Asker Yalakası olduklarının (tuhaf bir biçimde 'militarist' kelimesini kullanıyor) fazla göze batıp batmıyor olmasından çekinip ketlenmemeli. 'Nesnel' temsilci taklitlerini, yemeyen yemiyor.
    Meydandolduranlar da öyle. AK Parti'nin işşş başında olduğu süre zarfında Mecidiyeköy'deki 80 bin dolarlık daireleri 280 bin dolar eder oldu. Bundan alabildiğine memnunlardı. 301'in bırakın kaldırılmamasından, kılına halel gelmemesinden; savaşın sürdürülmesinden, düşünce ve ifade özgürlüğünün habire bıçaklanmasından/ kurşunlanmasından, ultra nasyonalist tırmanıştan filan hiçbir kaygı ya da beis duymadılar. Şimdi Büyükanıt gibi bir komutan gece on biri yirmi geçe internet sitesinden her türlü demokratik hak ve hukuku (Anayasa'yı) bombalıyor. Kat'i surette 'gizli'
    bir sevinç içindelermiş gibi yapmasınlar. Tek dertleri: türbanlı Hayrünnisa Gül'ün ve muhtelif rivayetlenen 'eski konuşmaları' tedavüle sokulan dindar Abdullah Gül'ün Çankaya'ya çıkması!
    Mı yani? O meydanlarda internet sitesine konulan demokrasi tehdidine teveccühler haykırılıyor.
    Başka şeyler söylüyorlarsa da ben anlamıyorum. Ama ben Büyükanıt'ın 12 Nisan konuşmasını doğru okumuştum. O günden beri de kanım donmuş bir vaziyette yaşamaya çalışıyorum. Şimdi gördüklerimden ruhum kararıyorsa, yine doğru okuma yaptığımdandır. Zannederim.




    ‘Big Bang deneyi tehlikesiz’


    BBC TÜRKÇE
    Güncelleme: 16:12 TSİ 22 Eylül 2008 Pazartesi

    LONDRA - Bilim adamları Çarşamba günkü deneyin tehlikesiz olduğunda ısrarlı..








    Büyük Hadron Çarpıştırıcısı projesinin yeni güvenlik analizinde, yapılacak deneyin, dünyanın her gün yüksek enerjili kozmik ışınlarla çarpışmasından farksız olduğu vurgulanıyor.

    Deneyi yapacak olan Avrupa Nükleer Araştırmalar Örgütü’nden (CERN) beş fizikçinin hazırladığı analizde “Doğa bugüne dek bu deneyi yaklaşık 100 bin kez yapmış durumda - ve gezegenimiz hala ayakta” deniyor.

    Özellikle internette dolaşan bazı mesajlarda, atom parçalayıcının 10 Eylül Çarşamba günü çalıştırılmasıyla bir kara deliğe yol açacak güçlü enerji alanlarının ortaya çıkacağı ya da garip bir parçacığın oluşarak, dünyayı sıcak bir sıvıya çevireceği söylentileri yer alıyor.



    Büyük Hadron Çarpıştırıcısı, Fransa-İsviçre sınırında, Cenevre yakınlarındaki 27 kilometre uzunluğundaki bir tünele yerleştirildi.


    Tünel Jura Dağları’nın altında, 50-175 metre derinlikte bulunuyor.

    Alet Çarşamba günü ilk kez çalıştırılacak ve birbirine zıt yönlerde hareket eden, iki paralel proton demeti yollayacak.

    Protonlar ışık hızına yaklaştığında, çarpıştırıcının içindeki süperiletken mıknatıslar ışın demetlerinin yönünü değiştirerek, protonları muazzam bir hızla birbiriyle çarpıştıracak.

    Amaç, 14 milyar yıl önce evrenin meydana geldiği Big Bang/Büyük Patlama’dan mikrosaniyeler sonraki ortamı yeniden yaratmak.

    Çünkü bugünkü evrenin temel taşlarının o anlarda şekillendiği düşünülüyor.

    Bilim adamları çarpışmadan doğacak “enkazı” inceleyerek, evrende bugüne dek sır olarak kalan bazı konulara ışık tutmayı umuyor.



    Örneğin madde, karşıt maddeye nasıl galip geldi? Karanlık madde nasıl oluştu? Hatta evrende daha da fazla boyut olduğunun kanıtları bulunabilir mi?

    CERN bilim adamlarının hazırladığı yeni güvenlik raporu, ortaya çıkacak kara deliklerin “mikroskopik” boyutlarda olacağını ve büyüyecek, hatta varlıklarını sürdürecek enerjiden yoksun olacakları için hemen yok olacaklarını savunuyor.

    Rapora göre “Her bir proton çarpışmasından ortaya çıkacak enerji, iki sivrisineğin çarpışmasıyla ortaya çıkacak enerjiden farklı değil.”

    Fransa hükümeti ise resmi bir kuruluş olan Nükleer Güvenlik Kurumu’ndan ayrı bir rapor istedi.

    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de 29 Ağustos’ta deneyin durdurulması için yapılan başvuruyu reddetmişti. Başvuruyu Almanya’daki Tübingen Üniversitesi’nden bir biyokimyacı liderliğindeki bir grup vatandaş yapmıştı.






    Sunday, October 18, 2009

    Çek zaferi, şampiyonaların en iyi karşılaşması seçildi

    millilerin Çek galibiyeti büyük yankı buldu

    UEFA, Türkiye-Çek Cumhuriyeti karşılaşmasını şampiyona tarihinin en iyi maçı olarak gösterdi. UEFA'nın resmî internet sitesinde yer alan değerlendirmeye göre; Euro 2008'de A Grubu'nda A Milli Takım'ın Çek Cumhuriyeti'ni 3-2 yenerek çeyrek final vizesi aldığı mücadele 1960'ta başlayan şampiyonaların en iyi maçı oldu.

    Türkiye, 2 farkla yenik durumdayken son 15 dakikada Arda ve Nihat'ın (2) golleriyle Çekleri devirmiş ve bu tarihî zafer tüm dünyada yankı bulmuştu.

    UEFA'nın belirlediği ve futbolseverlerin yorumuna bırakılan şampiyona tarihinin en iyi 10 maçı listesinde Türkiye-Çek Cumhuriyeti dışındaki sıralama da şöyle:

    Euro 2004: Hollanda-Çek Cumhuriyeti: 2-3
    Euro 2000: Fransa-İtalya: 2-1
    Euro 2000: İtalya-Hollanda: 0-0 (İtalya penaltılarla 3-1 kazandı)
    Euro 2000: Yugoslavya-İspanya: 3-4
    Euro 1996: Almanya-İngiltere: 1-1 (Almanya penaltılarla 6-5 kazandı)
    Euro 1984: Fransa-Portekiz: 3-2
    Euro 1984: Danimarka-Belçika: 3-2
    Euro 1976: Yugoslavya-Batı Almanya: 2-4
    Euro 1960: Fransa-Yugoslavya: 4-5


    turkiye 3 cek 2