Peşinen şunu ifade etmek isterim ki; sinema bir sanattır. Sanatın ne olduğu çok uzun bir mevzu. Ancak sözlük anlamında yola çıkarak meramımı ifade edebileceğimi düşünüyorum.
Beyaz perdenin kadim tartışmasının ürünü olan sorulardır bunlar. Dün başlayan tartışma bugün devam ediyor ve yarın da bitmeyecek. Peki ama hiç bitmeyecek diye sıralanan sorulara cevap aranmayacak mı? Elbette aranacak. Yeni sorular doğurduğu oranda kıymetlidir bir soru işareti. Bu bakımdan hiç bitmeyecek tartışmalara kaynaklık etmesi, sinemanın değerinin de bir göstergesidir.
Peşinen şunu ifade etmek isterim ki; sinema bir sanattır. Sanatın ne olduğu çok uzun bir mevzu. Ancak sözlük anlamında yola çıkarak meramımı ifade edebileceğimi düşünüyorum.
Türk Dil Kurumu'na göre sanat; "Bir duygu, tasarı, güzellik vb.nin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık"tır.
İngilizce 'art' sözcüğü bağlamında sanat: "İnsanoğlunun iç ve dış dünyasının etkisinde kalarak oluşturduğu duyulara yönelik beğenisel ve güzelduyusal (estetik) yönleri, yararlı yönlerinden daha çok olan nesne ya da onun bir bölümü."
Fransızca sanat: İnsanda estetik duyguyu heyecana getirecek eserler meydana getirme işi.
En genel anlamıyla ise sanat; yaratıcılığın ve hayalgücünün ifadesidir.
Görüleceği üzere sanatın tam olarak tanımı yapılamamakla birlikte genel çerçevesi ortadadır. Duygu ve duyulara hitap eden, özgünlük barındıran ve sadece bu sebeple bile 'kişiye özel'lik ihtiva eden duruma sanat deniyor. Sinemanın da bu bağlamda özgünlüğe/özelliğe uygun bir araç olması, sanat olmasının önünde hiçbir engel bulunmadığına işaret ediyor. Ancak her filme sanat eseri denebileceğini söylemek, bir sanat eseri olarak 'sinema yapan' sanatçılara haksızlık olur.
Sinemaya "7. sanat" demekte tereddüt edenlerin şerhleri üzerinde durmak için sayfamız yeterli değil elbet. Bu bakımdan sadece 'endüstriyel sinema' yapanların 'sanat sineması'nı 'hakir görerek' reddiye düzmesi ile ilgili birkaç cümle neşretmek isterim.
Hollywood örneğinde şeklini bulan 'endüstriyel sinema', bir tüketim aracı olarak insanları 'eğlendirmek' üzere kullanılan 'hizmet aracı' şeklinde hayat bulur. Eğlence derken sadece gülmekten bahsetmiyoruz. Korku filmi izlemek ve korkmak da modern insan için ilginç bir 'eğlence' şeklidir. Ya da duygusal bir filme gidip ağlamayı kovalamak, bazen uzun uzun kahkaha atmaktan daha çok eğlendirebiliyor, kişiyi. Burada modern insanın eğlence anlayışı bir paradoks olarak karşımıza çıkıyor. Lakin üzerinde fazla durmaya gerek yok. Özetle; güncel hayatın karmaşasından kendine bir miktar vakit ayıran insan, duygusal ve duyusal boşalmasını sağlayınca eğlenmiş oluyor. Bu gülerek de olabiliyor, korkarak ya da ağlayarak da...
İşte böylesine bir hedef kitle için sinema yapan endüstriyel sinemacıların burun kıvırarak ve 'anlaşılmaz' olduklarını savunarak yok saymaya yeltendikleri 'sanat sineması', bir tüketim ürünü olmadığı için 'yeterince' rağbet görmüyor.
Sanat sinemasını ayakta tutan, yönetmenlerdir. Dikkat ederseniz en ünlü yönetmenler, kendi filmlerinin senaryolarını yazarlar. Çünkü bu insanların dertleri vardır. Dertleri üzerinde düşünmek, bunları sorgulamak, soruları birbirine çarparak yeni sorular üretmek, cevap bulmaya çalışmak ama aslında hiçbir zaman cevap bulamayacak olmak, sanat sinemacısının en belirgin özelliğidir. Bu sebepledir ki, bir 'film okuma yazısı' okuduğunuzda, bir psiko-kültürel tahlil makalesi ya da psikanalitik analize şahit olmuş gibi olursunuz.
Sanat sinemasının en belirgin özelliği 'soyut' olana dair merakıdır. Endüstriyel sinema bir tüketim ürünü olarak somutla sınırlı kalmak ve tüketebilmenin yegâne şartı 'elle tutulur, gözle görülür, mideye indirilir, duyu organlarında eritilir' olmanın gereğini yerine getirmek durumundadır. Eşyayı zıddı ile kaim kılan Yaratıcı'nın en güzel işlemelerinden biri olarak endüstriyel sinemanın karşısında sanat sineması da ise demir leblebi vazifesi görecektir. Fakat diş kıranından değil, beyin patlatanından...
İnançsız dahî olsa sanat sineması adamının derdi metafizikle alakalıdır. Ve hemen hepsinin sorguladığı belli başlı konu 'varlık'tır. İnsan nedir? Ne için vardır ve ne için/ ne ile yaşar? Sinemayı var eden ve varlığını konumlandırmak için ortaya konulan soruların tamamını içine alan bu sorgulama sürecinde müslüman sinemacının durumu nedir? Evet, geldik asıl mevzuya.
Bir müslümanın sorgulaması için sadece iman etmiş olması yeterlidir. Küllî İrâde, Kur'an-ı Kerim'de defalarca 'Hiç düşünmez misiniz' der. Düşünmenin/akletmenin ve sorgulamanın bir yöntemi olarak da sinema, küresel köy haline gelen modern zaman yaşam alanında hayatını sürdüren müslümanın en mühim araçlarından biridir. Büyük bir laf olarak addedebilirsiniz ama iddia ile savunuyorum ki; sanattan uzak duran müslüman 'eksik' yaşamaktadır.
Sanatın içinde olmak demek sadece sanat ürünü ortaya koymak demek değildir. Sanatsevere sunulan eser üzerinde kafa patlatmak ve bir feedback (geridönüşüm) yoluyla sanatçıya bunu ulaştırmak, sanatla ilgili olmanın bir yoludur. Sanat eserini oluşturmak ise elbette kendi başına sanatkara değer ithaf eden durumdur. Yani müslümanlar, 'sanatla ilgilenme' görevine öncelikle 'sanatkara sahip çıkarak' başlamalı.
Bu dünyaya tüketmek için gelmeyen, Yaratıcı'nın işareti doğrultusunda düşünmek, düşünmek ve yine düşünmek 'zorunda' olan, düşünme aracı olarak sinemayı 'keşfetmesi' gereken, beyni zorlanıp 'ne anlaşılmaz şey' kolaycılığına sığınmayıp 'ne anlatmış/doğru mu anlatmış/neden böyle anlatmış' sorularının peşini bırakmayan, soru işaretini çengelinden yakaladığı gibi zihnindeki gedikleri karıştıran müslüman tipi sinemaya sahip çıktığı zaman, sinema da müslümanlara sahip çıkacaktır. Ve sinema öylesine mühim bir sanat aracıdır ki, zihnini duyularına esir vermemiş her bireyin ve elbette müslümanın en samimi/gerçek/özgün izah şekli olarak da ayrı bir 'haz' kaynağıdır. Bu hazza ulaşmak bir kulluk/insanlık vazifesi olmanın yanında kaçınılmaz bir sondur da.
No comments:
Post a Comment