Wednesday, January 25, 2012

HANGİ GÜÇ PAŞALARI HİZAYA GETİRMEKTEYDİ?

12 Eylül döneminde Erbakan Hoca Askeri mahkemede yargılanırken, savcının kendince bazı gerekçelerden yola çıkarak; “MSP gayrı meşru bir kuruluştur.” İddiası üzerine şunları söylemişti: “İnşaallah Sn. savcının bu asılsız ve yakışıksız iddialarını Yunanlılar ve Kıbrıslı Rumlar duymamıştır. Çünkü MSP gayrı meşru bir parti ise, koalisyon ortağı olduğumuz TC. Hükümetleri de gayrı meşru sayılacaktır. Dolasıyla, hükümet ortağı olarak, kahraman ordumuz tarafından başlatılmasında ve başarılmasında en etkin ve cesaretli siyasi iradeyi sağlayan MSP gayrı meşru gösterilirse, Kıbrıs’ı şimdi bizden geri isteyen ülkelerin talepleri haklılık kazanacaktır. Sn Savcının ağzından çıkanı kulağı duymamaktadır.” Şimdi soralım: 1- TSK’nın GKB ve Kuvvet komutanları “darbe için teşkilatlanmış, gayrı meşru örgüt üyeleri” ise, böyle bir kurumla ve komutanlarla 10 yıldır birlikte çalışan iktidar da meşruiyetini yitirmiş sayılmaz mıydı? 2- Bu TSK’nın ve komutanların PKK’ya karşı yaptığı operasyonlar ve müttefik ülkelerle katıldığı tatbikatlar da, gayrı meşru olmaz mıydı? 3- Bu komutanların yabancı ülkelerle imzaladığı bütün askeri ve silah sanayi ile ilgili anlaşmaları gayrı meşru ve geçersiz sayılmaz mıydı? Başbuğ’a İzmir Suikastı! Sn. İlker Başbuğ'la çok yakın çalışan bir askerin hükümete yakınlığıyla bilinen Takvim gazetesine konuştukları şaşırtıcıydı. Yazar Ergün Diler sormuş, o yanıtlamıştı. “Bakın size şimdiye kadar kimsenin bilmediği bir sırrı vermek istiyorum. Tarih 21 Ağustos 2008'di.. Saat sabah 07.45'ti... İlker Paşa'nın Genelkurmay Başkanı olarak atanmasına 1 hafta vardı. Bu tarihten kısa bir süre önce bazı gazetelere İlker Paşa'nın AĞLAMA DUVARI'nda fotoğrafları servis edildi. Amaç görevi almasını engellemekti. Ama bu tutmamıştı. Gazeteler bunu es geçmişlerdi. Zaten daha sonra Mescid-i Aksa fotoğrafları da ortaya çıkmıştı... Neyse devam edelim... Biz, bir gün önce, yani 20 Ağustos'ta emekli Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün evine ziyarete gittik. İlker Paşa, Özkök'ü sever sayardı. Onun uyarılarını çok dikkate alırdı... 21 Ağustos sabahı İzmir'i bilenler için tanıdık bir nokta olan YAĞHANELER'den salınıp Yeşillik Caddesi'nde ilerliyorduk. İstikamet Havaalanı'ydı. Etrafta işine gücüne koşturan insanlar dışında yabancı bir olgu yoktu. Birdenbire önümüzdeki bir ARABA büyük bir gürültüyle patladı. Ortalık savaş alanına döndü. Hedef İlker Paşa'ydı. Saldırıda 16 polis, asker ve sivil yaralandı. Ancak patlamada bir albayımız şehit düştü. Bunu sakladık. Basınla paylaşmadık. Anlayacağınız İlker Paşa'nın Genelkurmay Başkanı olmasından çok rahatsız olanlar vardı. Başbuğ, Hilmi (Özkök) Paşa'nın ikinci başkanıydı... Bunu da unutmayın... Böyle bir saldırıyı saklamayı nasıl başardınız? Öyle olması gerekiyordu. Üzerimize düşeni yaptık. Olayın büyümesini engelledik. 22 Ağustos tarihli gazetelerde ADİ bir olay gibi yansıtıldı... Peki saldırıyı gerçekleştirenler kimdi? Başbuğ bunları biliyor muydu? Şimdi size yine tamamen yanlış bilinen bir noktayı daha anlatacağım. Ne olur iyi dinleyin... Aradan bir süre geçmişti... Saldırı unutulmuştu... Tarihler 4 Eylül 2008'i gösteriyordu. Gazeteler "Başbuğ destekli Kandıra ziyareti" manşetiyle çıktı... Oysa olayın perde arkası hiç böyle değildi. Gerçek tamamen farklıydı... Başbuğ Paşa, Korgeneral Galip Mendi'yi Ergenekon'dan tutuklanan Şener Eruygur ve Hurşit Tolon'u ziyarete yolladı. Bu ziyaret kamuoyunda paşalara destek olarak algılandı ve sunuldu. Böylelikle, taktiksel bir adımla TSK bazında ve kamuoyu nezdinde gaz aldı. Ancak ziyaretin amacı bambaşkaydı. Çünkü suikast ERGENEKON işiydi. Başbuğ her detayı biliyordu. Onların güvendiği bir isim olan Mendi'yle mesaj yollayıp GÖZDAĞI verdi. Bunu açıklayamam ama GÖZDAĞI çok ciddiydi... Zaten daha sonra geri adım attılar... Ordu içinde büyük mücadele vardı yani..? Efendim olmaz mı?... Bakın BALYOZ toplantıları İstanbul'da BİRİNCİ ORDU'da yapılırken, DARBE planlarını DEŞİFRE edip HİLMİ PAŞA'YA yollayan İlker Paşa'dır... Yani Hilmi Paşa'nın güvendiği KURMAY BAŞKANI... Bu çok önemli... Ayrılığın fotoğrafı buradadır... İyi görülmesi lazım... Zaten Koşaner Paşa ile çalıştı. Bir anlamda şanslıydı. Hilmi Paşa'nın etrafı ateş çemberiydi. Yakın tarihin en zor dönemleriydi o günler... Tabii bir de Başbuğ siyaset tarafından da destekleniyordu. Hatırlayın, Başbakan Erdoğan'ın "PASLAŞIYORUZ" sözleri manşet olmuştu. Günlük yaşayınca bunları unutuyoruz tabii... Peki ne olacak sizce? Süreç nasıl işleyecek? Şahsen işin bir tarafı beni mutlu ediyor... HASDAL ve SİLİVRİ'de onca üst rütbeli subay yatıyor. Hepsinin ifadeleri alınıp tutuklandı. Ancak hiçbirinin mahkemede söyledikleri sızmadı. Ama İlker Paşa'nın söyledikleri basınla paylaşıldı. Birilerinin vicdanı bu tutuklamadan dolayı rahatsız. Bunu böylece gidermeye çalışıyorlar. Ben devletin ADALETİNE güvenirim. İlker Paşa kesin olarak DARBECİ değil. Eğer darbeci ise çıkıp HİLMİ PAŞA'nın bunu açıklaması gerekir. Bakın kendisi SİLİVRİ'de TEK BAŞINA kalmayı tercih etti.. Neden? Çünkü darbeci diye araya mesafe koyduğu isimlerle birlikte olmaz da onun için... Hasan Iğsız'ı mı kastediyorsunuz? İsim vermeme gerek yok. Ancak TOKAT'ta 7 şehit verdiğimiz saldırıdan sonra içerideki PAŞALARDAN biri Başbuğ'un üzerine yürüyüp "Burada benim borum öter" demiştir... Bunu bilenler bilir... Şunu çok merak ediyorum. BALYOZ planı sızınca Başbuğ bir açıklama yapmıştı. Çetin Doğan'ı koruduğunu düşünmüştüm. Neydi o? O konuşma metinlerini tek tek inceleyin. "Benim ordum böyle bir şey yapmaz" diyor... Yani bu düşüncede olanları kendisinden saymıyor... Ama iyi dinlemezseniz bunu görme şansınız yok... Ya bizim ve sizin bilmediğiniz başka suçları çıkarsa? Ben çıkmayacağını biliyorum. Ama ülkenin DEMOKRATLAŞMASI açısından tutuklama hayırlı oldu. Herkesin HUKUKUN içinde kaldığı bir Türkiye büyür... Zaten amaç ORDU-MİLLET ELELE felsefesini baltalamak... Bakın Osmanlı'dan beri ne zaman HALK-ORDU birlikte oldu, devlet büyüdü... Bunu engellemek için birçok GRUP işin içinde... Ama Türkiye büyük devlet. Bunu da aşacaktır... Son sorum... Bu tutuklamadan sonra asker hükümete nasıl bakıyor? Asker YASALAR içinde kalacak. Kalmalıdır. İnanın ORDU, Erdoğan'la birlikte... Bu cümle size BASİT görünebilir ama içeriği ve anlamı büyüktür... İnanıyorum ki yakın zamanda Erdoğan askeri tamamen arkasına alarak BÜYÜK TÜRKİYE'yi yaratacak... Zaten tarihsel sorumluluğumuz üzerimize geliyor... Bundan kaçamayız. Vermek istediğiniz bir mesajınız var mı? Bakın içeride OYUN çok. Vatandaş bunu bilmiyor ve görmüyor. Bütün büyük devletler içeride eskisi gibi at koşturamıyor. Biz 1000 yıldır buradayız. Onlar düşünsün... Bazen canımız yansa da bu kutsal mücadeleden biz galip çıkacağız... Unutmayın MUVAZZAF SUBAYLAR ilk kez Başbuğ döneminde tutuklandı. Emine Hanım'ın GATA'ya alınmamasına ilk tepkiyi "KEŞKE YAŞANMASAYDI" diyerek İlker Paşa gösterdi... Bülent Arınç'ın "Hilmi Paşa çizgisine yakın" sözlerini de unutmayın...[1] Bütün bunlardan sonra, şu sorular kafamıza takılmaktaydı? a- İlker Başbuğ, demokratik paşa Hilmi Özkök’ün adamıysa, AKP iktidarına uysal ve Ergenekonculara uzak olmalıydı… Öyle ise kimler ve niye onu tutuklamıştı? b- Yoksa Sn. Başbakan’ın rahatsızlığını fırsat bilip, kendisini ve ekibini tasfiye etmeyi düşünen köşke yakın çevreler ve açıkça onları destekleyip Recep Tayyip Bey’e bir geçmiş olsun mesajını bile göndermeyip tavrını belli eden Fetullah Gülen’ciler üzerinden CİA ve MOSSAD mı bunları tezgahlayıp, Erdoğan’la asker arasını bozmaya çalışmıştı? c- Daha önce, bazen 20-30’u bir arada binlerce askerimizin PKK saldırılarıyla şehit edilmesinde taziye mesajları yayınladığını hiç hatırlamadığımız Fetullah Gülen’in, Şırnak Uludere sınırında 35 kaçakçının, maalesef terörist zannıyla vurulması üzerine Zaman gazetesinde ve yarım sayfa büyüklüğünde taziye mesajı yayınlaması (Bak: 01.01.2012) ve “Yeni Anayasa hazırlığı baltalansın diye bunlar yapılıyor.” Diyerek Recep T. Erdoğan’ı da uyarıcı tavırlar takınması ve tabi TSK’dan ziyade PKK’ya yarayacak bu siyasi yaklaşımı, acaba hangi sonuçlara hizmet hesaplıydı? d- Bu arada AKP kurucularından ve Sn. Erdoğan’a ABD Yahudi Lobileri nezdinde aracı olanlardan Cüneyt Zapsu, Kahraman Maraş Ticaret Odasındaki konuşmasında (20.12.2011) “Partiyi sağlam ellere bırakıp, geleceğini garantiye almadan, çok iyi tanıdığım Sn. Başbakan Erdoğan’ın köşke çıkacağını ve Cumhurbaşkanı olacağını sanmıyorum.” Şeklindeki tahminleriyle, acaba sadece bir durum tespiti mi yapmaktaydı, yoksa bu sözler Başbakanı ürkütüp vazgeçirme çabası mıydı? Zaman gazetesi yazarı İhsan Dağı “Sicilini herkesin bildiği bir kaos muhibbinin (Mahir Kaynak – Fikret Bila gibilere mi işaret) “Siz TSK’nın arkasında durun, biz de sizin…” sözünü (Başbakan ve yakınları) ciddiye almış olabilir mi? Bunlar aldıkları gazla, neredeyse: “Ergenekon, Balyoz, Andıç vs. davalarına FASO FİSO diyecekler…” (10.01.2012) Sözleriyle, kendi aklınca ve ayarınca Erbakan Hoca’yı hatırlatmaktaydı. Oysa Erbakan Hoca “Bu gibi gizli ve kirli oluşumların arkasındaki dış güçlerle hesaplaşmayı göze almadan sadece içerideki piyonlarla uğraşmanız Fasa Fisodur” diyordu ve haklıydı. Şimdi ey Bay İhsan Dağı! Fetullah Hocanız gibi, kaçıp himayesine sığındığınız ABD Yahudi Lobilerine tapındıkça onların Türkiye’deki bazı figüranlarıyla uğraşıp kahramanlık taslamak, sadece şapşallıktı!.. Aynı gün Taraf yazarı Melih Altınok’un: “Bazı Milliyetçi ve Ulusalcı çevrelerin tavsiyeleriyle; “Bölgesel bir savaş öncesi, Hükümetle asker arasını açmak isteyenlere fırsat vermeyelim” kafasıyla, eski statükoyu diriltip sürdürmeye çalışanlar aldanıyor.” Şeklindeki yorumları da, İhsan Dağı’larla aynı mutfaktan beslendiklerinin kanıtıydı Başbuğ’un Tutuklanmasındaki Ayrıntı Cenk Açık’ın kuşkuları haklıydı: “Eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanması ilginç bir tabloyu ortaya çıkardı. Biliyorsunuz, İlker Başbuğ ‘hükümeti yıkmak için internet siteleri kurdurmak ve kara propaganda yaptırmak’ suçlamasıyla tutuklandı. İlker Başbuğ’un bu suçlamayla tutuklanmış olması en çok hükümet kanadını, yani olayın asıl mağdurunu mutlu etmeliydi ama nedense öyle olmadı. Verilen demeçlere bakılırsa hükümet kanadı İlker Başbuğ’un tutuklanmasından pek hoşnut değil, hatta rahatsız. Nasıl hoşnut olsun ki? Tüm bu iddialar orta yerdeyken Başbuğ’u önce Kara Kuvvetleri Komutanı, sonra da Genel Kurmay Başkanı olarak atayan ve beraberce ülkenin önemli meselelerini konuşan, karar alan AK Parti iktidarıydı. Fakat asıl mağdur konumundaki AK Parti İlker Başbuğ'un tutuklanmasına olumsuz bakıyorken, meseleyle direkt ilgisi olmayan bir kesim ise tutuklama üzerinden demokrasi adına zafer davulları çalmaktaydı. İşte bu bana pek mantıklı gelmiyor. Daha da tuhafı, Başbuğ’un tutuklanmasına en çok heyecan duyanlar, asıl mağdur pozisyonundaki AK Parti ile arası açık olan yazarlardı!? Sakın hemen komplo teorisi ürettiğim hissine kapılmayın. Birazdan dikkatinizi çekeceğim resmi gördüğünüzde eminim siz de en az benim kadar şaşıracaksınız. Bu tutuklamaya en çok sevinenlerin son zamanlarda hükümetle ciddi kavgaya giren yazarlar ve gazeteler olması, dikkatlerden kaçmamıştı. Bu gazetecilerin bir kısmı ‘yargı kararı’ ile tutuklanan gazeteciler nedeniyle hükümete kızgınlar. Mesela Ahmet Şık- Nedim Şener olayı ve KCK operasyonlarında gözaltına alınan gazetecilere veyahut Aziz Yıldırım’a yöneltilen ‘terör örgütü’ yöneticisi suçlamasından ve bu kişilerin tutuklu yargılanmalarından fena halde rahatsız olanlar, Başbuğ’a ‘terörist’ denilmesi ve tutuklanması dolayısıyla sevinç gösterisinde bulunuyorlar. Bahsettiğim çarpık duruma birkaç örnek vereyim. Mesela Ahmet Altan, Hasan Cemal, Soli Özel, Gülay Göktürk, Mehmet Altan gibi bazı yazarlar ve son zamanlarda hükümete ağır eleştiriler getiren Taraf’ın iki kamuflajlı yazarı ve Taraf, Zaman, Bugün gazetesi Başbuğ’un tutuklanmasından duydukları heyecanı gizlemiyorlar. Görünen gerekçe ‘demokrasi zaferi’ ve ‘vesayet rejiminin bitişi’. Tamam, bu arkadaşların sevinmesinde bir bit yeniği aramam size komplo teorisi gibi gelebilir ama Başbuğ’un yaptıklarının asıl mağduru olan hükümetin hoşnutsuzluğu sizi bilemem ama beni fena halde işkillendiriyor. Bu arkadaşları bu kadar heyecanlandıranın aslında ne olduğunu da gerçekten anlamıyorum. Nasıl bir hesap, nasıl bir niyet, nasıl bir gelecek tasavvuru var onu da bilmiyorum. İş bununla da kalmıyor. Hükümete meydan okuyup artık oy vermeyeceğini ilan eden gazeteciler Başbuğ’un tutuklanmasından keyif alıyorken, hükümete yakın isimlerden Akif Beki Cumartesi Radikal’de yayınlanan yazısında hükümet üzerinden girilen bir hesaplaşma ihtimaline vurgu yapıyor ve 'öç' alma duygusuyla hareket edenlerin varlığına dikkat çekiyordu. Hadi gel de bu işin içinde bir bit yeniği arama. İşte kendi kendime ‘ne oluyor’ diye sorarken, Star yazarı eski istihbaratçı Mahir Kaynak’ın Başbuğ’un tutuklanmasıyla ilgili yorumunu okudum. Bakın olup bitene Mahir Kaynak ne diyor: "Ortadoğu’nun, Irak’ın, Suriye’nin, İran’ın bu kadar karışık olduğu bir dönemde askerle hükümetin uyumundan rahatsız olan iç ve dış bir çevre yargı üzerinden hükümeti sıkıntıya sokmak istiyor." Hükümetin askerle uyumu iyi bir şey midir yoksa kötü bir şey midir onu bilemem. Bahsedilen bu kargaşada hükümet nerede, asker nerede duruyor onu da bilmiyorum. Fakat bu tutuklama karşısında asıl mağdurdan daha fazla sevinenlerin durumu, kimliği, olaylara yaklaşımları ve içine girdikleri çifte standartlı tutum beni fazlasıyla rahatsız ediyor…”[2] Kaldı ki, Sn. İlker Başbuğ’un; referandumla gerçekleşen anayasa değişikliği çerçevesinde kesinlikle Yüce Divan sıfatıyla, Anayasa mahkemesinde yargılanması gerektiği ve özellikle “görev suçu” kapsamındaki iddiaların mecburen böyle değerlendirildiği, çok saygın ve yetkin hukukçuların ortak kanaatidir. Ancak özel yetkili mahkemelerin görevsizlik kararı vermesi durumunda bile, hiçbir savcı re’sen GKB hakkında iddianame düzenleme ve Anayasa mahkemesine sevk etme yetkisine sahip değildir. Ya önce Askeri mahkemelerin soruşturma açıp İlker Başbuğ’u Yüce Divan’a göndermesi lazım gelir, veya bizzat onun amiri makamındaki Başbakan’ın bu konuda izin vermesi beklenir. Çünkü sıradan bir memur hakkında bile, Kaymakam veya Validen izin almadıkça savcıların dava açması mümkün görülmemektedir. Bu konudaki anayasal değişikliklerin rahat yürütülmesini sağlayacak kanuni düzenlemeler maalesef yapılmış değildir. Bu gidişat “iyice bulanmadan durulmayacağa” benzemektedir. Ve asla unutmayın ki; ABD ve AB’nin ve onların işbirlikçisi yerli çevrelerin arka çıkmasıyla şımarıp havalanan ve “Kürtçe eğitim dili olmaz” diyen, GKB Sn. Necdet Özel’e: “Bizim nazarımızda bir onbaşı kadar değerin yoktur.” Diye havlayan sivil PKK-BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın da… Camekânlı köşelerinde ve cemaat sohbetlerinde: “Bakın paşaları, komutanları ve Genel Kurmay Başkanlarını bile hizaya getiriyoruz.” Diye horozlananların da arkasında hep aynı Siyonist odakların bulunduğunu hala anlamamak ise; gaflet ve cehaletten öte bir hamakattır… Şimdi, Bay Bülent Arınç’ın, Mehmet Ali Şahin’in atadığı ve bu fakir milletin sırtından her ay yüz binlerce liranın aktarıldığı ve AKP’li yeni Meclis Başkan’ı Cemil Çicek’in: “87 Meclis Başkanı danışmanından yirmisine bile ulaşamıyorum.” Diye yakındığı bu DANIŞMANLAR’a biz de danışalım: Beyler Türkiye’yi kimler yönetmektedir!? Bu arada Genel Kurmay tarafından “kara propaganda” yapılmak üzere hazırlandığı iddia edilen internet siteleri arasında bulunan “irtica.org”un kurulduğu 2006 yılında bir açıklama yapan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı İlker BAŞBUĞ, çok sert laiklik mesajları vermiş ve “Bazı kesimler kabul etmese de irtica tehlikesi kaygı verici boyutlara erişmiştir.” diyerek, aslında İslami dirilişi ve Mili Görüş düşüncesini hedef göstermişti. Bütün hayatını ve rahatını bu aziz Milletin saadetine ve özellikle kahraman ordumuzun her bakımdan güçlenmesine harcayan Erbakan’a yönelik nankörlüklerden ve milletin inancını tehlike olarak görmekten dolayı, geçte olsa bir pişmanlık alameti gösterilmelidir. Ordumuzla halkımızın kucaklaşması ve devlet-millet kaynaşması için bu oldukça önemli ve gereklidir. Akdeniz’de ve bölgemizde tarihi bir hesaplaşmanın kaçınılmaz görüldüğü tehlikeli bir süreçte Ordumuzun psikolojikman yıpratılmasına daha fazla fırsat verilmemelidir.

No comments:

Post a Comment